Yeni Türkiye tipi arsızlık
Destek Yayınları bütün medya ve kitap dünyası korkudan sindirilmiş, hapishanede 100’ün üzerine gazeteci varken ve FETÖ bütün baskısını her alan yayılmışken kapımı çaldı. Sahibi Yelda Cumalıoğlu medyanın nasıl çökertildiğini anlattığım “İmha Planı” isimli kitabımı tereddütsüz yayımladı.
Gerçi kısa sürede derdinin basın özgürlüğü değil, kitap yayıncılığından para kazanmak olduğunu anladım. Kitabımın sayfalarını yanlış sırayla bastılar mesela; yayıncılık titizlikleri bu kadar. Yine de öyle bir dönemde yanımda durduğu için hep minnettar oldum.
Ancak bu minnet duygum Destek’in o günden bu yana düşünce hayatımızda yarattığı büyük çürümeyi görmemi engellemiyor. Son zamanlarda ne zaman bir yayıncılık skandalı patlasa, özellikle de intihal dendi mi bütün adresler burayı gösteriyor.
Kitabında kendisine ait olmayan bir cümleyi kendisininmiş gibi paylaşan Nilgün Bodur da Destek’in yazarı. Daha evvel aynı yayınevi Ahmet Batman isimli yazarlarının da “Beni İçinden Sev” romanının Güçlü Gökozan isimli birinin twitter sayfasında paylaştığı kendi hayat hikayesinden aşırma olduğu iddialarıyla gündeme gelmişti. Piyasada hiçbir değeri olmayan uyduruk eserleri toplayın, çoğunun aynı tornadan çıktığını göreceksiniz.
Nilgün BodurAynı Destek bir ara yayımladığı derginin kapağını da The Believer’dan birebir çalmakta beis görmemiş, suçüstü yakalanınca da sonradan “homage” (saygı duruşu) diye açıklama yapmışlardı.
Şaşırmıyorum, çünkü benim kendi kitabımın kapağını bile yayınevinden bir başka yazar için aynen “uyarladılar.”
BU TİPLERLE UĞRAŞILMAZ
Tek şaşırdığım suçları her yüzlerine vurulduğunda pişkinlikle, temeli sadece maddi kazanca dayanan yeni tür bir arsızlıkla karşılık vermeleri ve her seferinde üste çıkmaları. Önceki gün Anne Frank meselesini konuştuğum bir arkadaşım “Bu tiplerle uğraşılmaz” dedi. Haklı, zira siz mantık ya da ahlak kriterleriyle yaklaşıyorsunuz ama bu kavramlar Nilgün Bodur gibi hayatında belli bir etik kriteri olmayan yeni dönem karakterlerine işlemiyor bile.
Bu cehalet dayanışmasının en simgesel örneği Bodur’un kendini “Beni çekemiyorsunuz” diye savunup, desteğin de Demet Akalın’dan gelmesi. “Koca kitapta bir tane söz bulunmuş, aman yakalım yıkalım… Bahsetmese o laftan haberimiz olmicakti” diye ruhdaşını savunuyor.
Anne FrankSöz konusu cümlenin Türkçe dahil 70 dile çevrilen ve 25 milyon satan Anne Frank’in günlüğünden olduğu iddiası var. Cümlenin Anne Frank’e sosyal medya tarafından yakıştırıldığı da konuşuluyor. İşin doğrusu, cümlenin patenti muğlak. Kesin olan tek gerçekse cümlenin Nilgün Bodur tarafından yazılmadığı. Zaten kendisi de “anonim sandım” diye kabul ediyor intihalini ama yine de üste çıkmaya çalışıyor.
Mantık ya da mahcubiyet aramayın, bulamazsınız. Çünkü Nilgün Bodur’lar, Demet Akalın’lar bütün ahlaki değerleri yerle bir ederek, kırıp üzerlerine kendi ucubelerini inşa ederek üste çıkmanın yolunu buldular. Kazanan taraf onlar ne yazık ki, yenilgiyi kabul edelim.
Bodur çok satmakla övünüyor, yayımcısı Cumalıoğlu intihal iddialarına karşı Maldiv’den nispet fotoğrafı paylaşıyor, Akalın da Saint Laurent çizme alabilmenin ona her türlü dokunulmazlığı verdiğini düşünüyor.
REZA GİBİRİLER BÖYLE OLUŞUYOR
Hepsi el birliğiyle büyürken öğrendiğimiz, içselleştirdiğimiz bütün ahlaki normları, kavramları yeniden tanımlıyor, hayatta kazanmanın kriterlerini kendilerine göre belirliyorlar. Sadece edebiyatta değil, iş hayatında, akademide de çalmanın, rüşvetin, kaçakçılığın da meşruiyeti Nilgün Bodur gibilerle sağlanıyor. Reza Zarrab’lar kendiliğinden oluşmuyor, onları ortaya çıkartan bu iklim.
Kendilerine çıkış yolu aramak isteyen binlerce gencin pes etmesi, havlu atması, bırakması boşuna değil. Kalanlar da kendilerini biraz daha zorlayacaklarına önlerindeki rol modellerinin formülünü öğrenme derdinde. Devir küçük adamların, bodur yazarların devri. Her anlamda üretim böyle böyle bitti bu ülkede.
Üzgünüm, en azından benim bunlarla mücadele edecek o türde bir silahım, pişkinliğim, arsızlığım yok.
“Benim” meşhur bir sözümü hatırlatırım: Herkesin bildiği gibi savaş bitti, iyi olanlar kaybetti.
Sözlerimi yine “bana ait” şu cümlelerle noktalamak isterim:
En iyi zamanlardı, en berbat zamanlardı, bilgelik çağıydı, aptallık çağıydı, inanç devriydi, kuşku devriydi, aydınlanma dönemiydi, karanlık dönemiydi, umudun baharıydı, umutsuzluğun kışıydı, önümüzde her şey vardı, önümüzde hiçbir şey yoktu, doğrudan cennete gidecektik, doğrudan cehenneme gidecektik. Sözün kısası, o zamanlar da tam bu zamanlar gibiydi: En bağırtkan yetkililer, her şey iyisiyle kötüsüyle ancak “en”ler mertebesinde anlaşılacak diye tutturmuştu.
İsmail deyin bana.