Federer Türkiye'de doğsaydı!
Sevgili okurlarım, son 2 haftadır ‘Komünizm Amerika’da, Federer Türkiye’de doğsaydı’ başlığıyla analiz yazıları kaleme alırken sanki Federer’in ruhunu da çağırmış oldum. Bu hafta bir dostumun aracılığıyla Roger Federer’in kuaförü Fahri Yunuslar’la tanıştım. Onu çocukluğundan beri tanıyan Fahri Bey’den Roger’i (onun hitabına Roja’yı) anlatmasını istedim. Sadece küçük yorumlar katarak sizlerle paylaşmak istiyorum:
Roger’i ailesi futbol okuluna gönderir. Futbolda yetenekli olmasına rağmen başka ülkelerden gelen çocuklar çoğunlukta olduğundan ve kendi aralarında kendi dillerini konuştuklarından Roger kendini yalnız ve dışlanmış hisseder.
Futbolu bırakır ve tenise başlar. Teniste de yeteneklidir; ailesi ekonomik durumları iyi olmasına karşın çok zor ama bir o kadar da tarihi bir karar alarak O’nu Lozan’ da tenis okuluna gönderir. (Burada dikkatinizi çekmek istiyorum. Roger’ın gittiği tenis okulu İsviçre Tenis Federasyonu tarafından kurulmuş bir yerdir. Dolayısı ile bireysel bir branş olmasına rağmen Roger İsviçre Tenis sisteminin yani kollektif bir desteğin ürünüdür.)
Bu okulda arkadaşlarıyla mutlu ve başarılı bir öğrencidir. Ama yine de çok zor günler de geçirmiş, her akşam annesi ile telefonda konuşma ihtiyacı duymuştur. (Resmi olmayan biyografisinde okumuştum; tenis akademisinin perdesine zarar vermekten bir hafta boyunca tuvalet temizleme cezası almıştı!)
Bir gün İsviçre’de önemli bir şampiyonluk kazanır ve Fahri Bey’in yanına gider, sitemkar bir şekilde “Beni herkes tebrik etti. Sen niçin tebrik etmedin” der. “Ben seni dünya şampiyonu olduğunda tebrik edeceğim Roga’m” der Fahri Bey. Roger da “Ama bu imkansız diye karşılık” verir.
Sonrasını zaten hepimiz biliyoruz. Dünya şampiyonluğunun yanında dünyanın gelmiş geçmiş en büyük tenisçisi oldu Roger...
İsviçre’de Türkiye’deki gibi tek başarı göstergesi üniversite bitirmek değildir. Aileler için en önemli başarı çocukların yeteneklerini keşfetmek ve geliştirmektir. İnsanlar ancak yetenekleri doğrultusunda yol alırsa başarılı ve mutlu olacağına inanırlar.
Bir kitapta okumuştum: Hayvanlar okul kurmaya karar vermişler. Her cinsten hayvan okula kaydolmuş. Okulun eğitim programını da Türkler’den almışlar. Yani her çocuk matematik, dil, fen gibi derslerden geçer not almak zorunda bırakılmışlar. Tavşan, uçma dersinde uçmaya calışırken kafasını kırmış artık değil uçmak hızlı koşma yeteneğini de kaybetmiş. Kuş, toprağı kazma dersinde kanatlarını ve gagasını kırmış. Uçma yeteneğini kaybetmiş. Kısacası her hayvan yeteneklerinin dışındaki derslerle hırpalanıp varolan yeteneklerinden olmuşlar ve sınıfı orta zekalı olan su yılanı geçmiş. Çünkü her şeyden biraz biliyormuş.
Bu hikayedeki gibi Tanrı insanlara ayrı ayrı yetenek vermiş. Gelişmiş ülkeler çocuklarını sürüler halinde değil yeteneklerine göre ele alıyorlar. Yani her çocuğun beynine ulaşmak için anahtar geliştirmişler.
İsviçre ‘yüzük taşı kadar’ küçük olmasına rağmen dünyanın en büyük spor adamlarını yetiştiren bir ülke. Onlar orada özenle korunuyorlar. Roger’in en büyük şansı İsviçre’de doğmuş olmasıdır.
Biliyorum ki, ülkemizde de en az Roger kadar başarılı olabilecek çocuklar var. Onları şanssız kılan doğdukları topraklar, doğdukları topraklardaki sistemsizlik olmasın...
Bu yazı dizisine artık bir son vermek ve bir de hüküm vermek gerekiyor:
Uzun lafın kısası ne Amerika’da komünizm yaşanır ne de Türkiye’de Federer’ler yetişir.