Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Türkiye’deki kutuplaşma o kadar tatsız ki sadece hakikatin tarafını seçen bir politik analiz yapmak zor, çünkü bu pozisyonun alıcısı neredeyse hiç yok. 15 Temmuz hain darbe girişiminin yıldönümü de bundan nasibini aldı.

        Altı yıl olmuş.

        İktidar tarafı hala bugünkü sorunların, en çok da ‘yapamadığı’ doğru işlerin ve ‘yaptığı’ yanlış işlerin sorumlusu olarak 15 Temmuz’u göstermeye çalışıyor.

        Muhalefetin hatırı sayılır entelijensiyası da altı yıl önceki gibi "Bakın biz demiştik bizi dinlemediniz ama biz haklı çıktık" şeklindeki ödünç zaferin tadını çıkarıyor ve bunu giderek daha da abartarak yapıyor.

        ***

        Şimdi bir de 15 Temmuz’un devamı olarak ekonomik 15 Temmuz meselesi çıktı. Enflasyonun yükselmesine mazeret olarak 15 Temmuz’da taşeronlarını darbeye sevk eden dış güçler gösteriliyor.

        Dış güçlerden kasıt Batılı ülkeler. Batılı ülkeler nedeniyle enflasyon artıyormuş.

        Batılı ülkeler acaba bizi kenara çekip "Olmuyor böyle, siz Müslüman insanlarsınız, kutsal kitabınızda faiz yasağı ‘nas’tır, ama bankalarınız mevduat sahiplerine faiz dağıtıyor çok ayıp” mı dedi?

        Öyle ya, döviz kurlarındaki aşırı yükselişin nedeni, pandemiden yeni çıkmış kırılgan ekonomik durumu faiz politikasında radikal bir U dönüşüyle yerinden kalkamaz hale getirmek değil miydi?

        15 Temmuz’un başarılı olmasını içten içe isteyen bu dış güçler bununla yetinmeyip üzerine bir de enflasyonu arttırıyorlarsa, o zaman Nureddin Nebati Bey neden Fransa’nın Cannes şehrindeki Uluslararası Gayrimenkul Fuarı (MIPIM) kapsamında katıldığı toplantıda, “Bürokrasiyi alaşağı ederiz, arkamızda Cumhurbaşkanımız var rahat olun, mevzuatı da değiştiririz” diyerek coşku veriyordu?

        Ekonomiye müdahale Trump’ın attığı "Bana söz verip tutmazsanız ben de ekonominizi mahvederim" şeklindeki o ünlü tivitiyle gayet açık ve pespaye bir biçimde yapıldı, doğru. O paylaşımın esaslı bir kur dalgalanması yarattığını biliyoruz. Ancak önü alınamaz, baş edilemez işleri kalıcı olarak bozacak bir etki değildi bu. Kaldı ki, ne hikmetse Cumhur İttifakı için Trump’tan kıymetlisi de yoktu. ABD seçimleri zamanında iktidar taraftarı gazeteciler arasından Trump’a sokakları ateşe vermesi gerektiği yönünde ‘öneri’ yapan bile çıkmıştı.

        O sebeple geçelim...

        "Neden Türkiye’ye yatırım gelmiyor?" sorusunun cevabı bu ülkede kimin ne kadar hukuki güvenceye sahip olacağına siyasetin, daha dar bir tanımla yürütmenin karar verdiği ile ilgili ‘yargınının siyasallaşması’ meselesidir.

        “Çok güçlü iddialarla cezaevine atılan Rahip Brunson’un arkasında ABD vardı, kurtuldu. Deniz Yücel’in arkasında Almanya vardı, o da kurtuldu. Selahattin Demirtaş ya da Osman Kavala ise sırf uygun bedeli biçecek birileri çıkmadığı için hala içerdeler" şeklinde özetlenebilecek, yarısı algı yarısı hakikat olan bir mesele var bu ülkede. Böyle bir tablonun güvensizliğe neden olmayacağını sanmak naifliktir.

        Ayrıca zaten tamamen ekonomi içinde başlayıp ekonomi içinde bitmiş, ama kötü bitmiş olumsuz örnekler de var.

        Alamos Gold meselesi gibi.

        Bu şirket Kaz Dağlarında altın çıkaracaktı malum. Gereken tüm sözleşmeler yapıldı. Şirket milyonlarca dolar harcayarak işlemleri belirli bir noktaya getirdi. Sonradan hükümetimiz anlaşma şartlarının maddi açıdan kendisi için çok avantajlı olmadığını düşünüp hiçbir kurala mebni olmayan bir keyfilik sergileyerek anlaşmayı iptal etti. Anlaşmanın Türkiye tarafı ile Alamos Gold uluslararası mahkemelerde davalık oldular.

        Çevreciler ise siyanürle altın çıkaracak şirketi kovduk diye bunun kendi başarıları olduğunu düşündüler. Gerçek bu değildi. Yine de, hadisenin 'çevre tahribatının önlenmesi' boyutu sevindirici olabilir elbette, ama bu olay Türkiye’yi ‘hukuk tarafından korunan sözleşme ile kendini kayıtlı ve bağlı saymayan ülke’ imajıyla yaftaladı bir kere. İşin bu kısmı da pek sevindirici değil.

        15 TEMMUZ'LA ENFLASYON ARASINDA BİR BAĞLANTI VAR AMA SİZİN KASTETTİĞİNİZ TÜRDE DEĞİL

        Ekonominin kötü durumu ile 15 Temmuz arasında bir bağlantı var, ama hükümetin kastettiği türde değil.

        15 Temmuz darbe girişimi ile bugünkü yüksek enflasyon ve kötü ekonomi arasında bir bağ kurulmak isteniyorsa bu bağın darbe girişimi sonrası gerçekleştirilen model değişiminde aranması gerekir. Zira rejim değişikliği boyutunda bir model değişimidir bu ve adı da cumhurbaşkanlığı hükümet modelidir.

        Daha doğru bir tabirle, Türk tipi başkanlık modeli.

        Eğer 15 Temmuz darbe girişimi yüzünden bugün kötü durumdayız denilirken bu kastedilseydi, altına imzamı atardım.

        Çünkü:

        Ekonomi yönetiminde uzmanlığın anlam ve değerinin kalmamasının nedeni bu model. Lütfi Elvan neden istifa etti ya da ettirildi gerçek nedenini hepimiz az çok biliyoruz. “Bu noktaya gelmiş bir ekonomide uygulanacak metod şunlardır, bunlardır, böyle gitmeyecek isek ben bunun sorumluluğunu almak istemem" diye düşünen Elvan, yürütmenin başı ve bu modele göre her şeyin başı olan Cumhurbaşkanı ile ters düştü, mesele budur.

        Merkez Bankası’nın olması gerektiği gibi özerk olamaması, bir kötü ekonomi yönetimi delilidir ve söz konusu hükümet modeli özerk merkez bankasına izin vermemekte, başkanlar sürekli değiştirilmekte, kamuoyuna açıklama yapma gereği bile duyulmamakta…

        TUİK örneğinde olduğu gibi rakamların gerçeği yansıtmasının, gerçek verilerin olduğu haliyle şeffaf bir biçimde kamuoyuyla paylaşılmasının önüne geçen de hakeza, yine bu modeldir.

        Hızlı, etkin ve verimli yönetim diye lanse edilen modelin bekleneni vermediği ortada. Çünkü hız eşittir verimlilik değil; etkin olan da her zaman uzun vadede iyi olan anlamına gelmiyor.

        Ve bu model, evet tam olarak bir 15 Temmuz darbe girişimi anomalisi.

        Ekonomik açıdan bir sebep sonuç ilişkisi var ise sadece bu bağlamda bir ilişki var.

        Bunun dışında her bağlam 15 Temmuz’u fazla zorlamaktır.

        Hükümete düşen dış güçler, 15 Temmuz, devletin bekası diyerek sürekli yeni vatan hainleri üretip tenceresinde taş kaynatacak noktaya gelmiş vatandaştan sabır beklemek değil, emaneti ehline verip, hiç değilse ekonomide ‘meritokrasi’ dönemini başlatmasıdır.

        Diğer türlü her yolun sonu iflastır.

        İnsanların ekip dikemez olduğu, açlığa sürüklendiği, asgari hijyenini bile sağlayamayacak şekilde elektriksiz ve dolayısıyla susuz kaldığı bir ülkede ‘beka’ faydasız bir detay haline gelir. Ki en çok korkulacak şeylerden biri de budur.

        Not: Yarın bazı muhaliflerin 15 Temmuz üzerinden hükümet ve FETÖ (bir dönemin adlandırmasıyla) Fetullah Gülen cemaati arasındaki ilişkiye dair olarak giriştikleri yeni ‘milat’ arayışına değineceğim. Orada da ayrı bir abartı ve aynaya bakma yetersizliği görüyorum, belli ki bazı şeyleri hatırlatmak gerekiyor.

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar