Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Keşfet

NE günlerdi. HDP bir yığın beyaz Türk’ü koluna takmış, halaylı horonlu “Bizler Meclis’e” kampanyaları yapıyordu. “Biz”den kastı, güya Kürt-Türk-Laz demeden bütün kimliklerin eşitliği idi. Demirtaş sazlı sözlü programlara konuk olup bağlama çalıyor, bir taraftan da Erdoğan’a dönüp “Seni başkan yaptırmayacağız” diye sesleniyordu. Sadece bunu değil. 7 Haziran’da HDP oylarının % 13.1’i bulduğunu gören Demirtaş’ın yaptığı ilk şey, Erdoğan’ı tehdit etmek olmuştu. Şu meşhur sözünü o gün sarf etmişti: “Korkma, asmayacağız, adil yargılayacağız.”

Erdoğan’a yönelen “Yargılayacağız” tehdidinden sadece bir yıl sonra kendisi tutuklu durumuna düştü. Mesele “yargıyı tehdit olarak kullanma” işinin sınırlarına geldiğinde kimin kimi yargılamaya gücünün yeteceği ortadaydı.

Ancak yine de insanın havsalasının almadığı bir durum vardı. Demirtaş’ınki nasıl bir kibirdi ki, birkaç puan artırdığı oylar üzerinden böylesine sınır tanımaz bir hâl alabiliyordu? Bu nasıl bir kindi ki, o ana kadar Kürtler ve Türkler arasındaki pürüzleri gidermekten başka bir amacı olmayan çözüm süreci gibi tarihi bir hamleye cesaret edebilmiş AK Parti hükümetine böylesi bir tehdidi savurmayı kabul edilebilir kılıyordu?

2015’ten bugüne kadar Selahattin Demirtaş böyle bir ego zehirlenmesine düçar olmasaydı, o cümleyi sarf etmeseydi, çözüm sürecinin akıbeti daha farklı olabilir miydi diye düşündüm.

Olmazmış.

Hasip Kaplan’ın, “HDP kurultayında Demirtaş’ın yerine sakın bir Türk göz dikmesin, benim naçizane önerim, herkes haddini bilecek!” tweet’ini görünce anladım.

HDP’yi ve çözüm sürecini o günlerde Selahattin Demirtaş patlatmasa Hasip Kaplan patlatırmış.

Selahattin Demirtaş terörün neden olduğu hayat kayıplarına son vermek için yola çıkan çözüm iradesini sabote etmiş, Kürtlerin temerküz ettirdiği barış ve normalleşme talebini Kürtlerin talep etmediği bir siyasi ajandaya tahvil etmişti.

Hasip Kaplan ise HDP’nin 7 Haziran’daki oy artışı için maddi manevi tüm desteği vermiş şehirli/beyaz “Türkleri”, hatta Sırrı Süreyya Önder gibi Türklüğünü kenara koyup varını yoğunu Kürtçülüğe vakfetmiş Türkleri bir lahzada harcayarak; HDP’nin var oluşunu Türk düşmanlığına etiketledi. Sadece Türk düşmanlığı da değil. “Sırrı gitsin film çeksin” diyenin, anadili Arapça olan Mithat Sancar gibi farklı etnik kökenden gelen siyasetçiler için de başka meslek önerileri olacağını düşünmek çok yersiz olmaz.

‘BİZ’ KİMMİŞ, ŞİMDİ ANLADINIZ MI?

Hiç kuşkusuz, Hasip Kaplan’ın içine düştüğü bayağı ırkçılık çoğumuz için yeni değil. Eşit vatandaşlık talebinin meşru görüntüsü arkasına gizlenmiş “Kürt milliyetçiliğine dayalı silahlı örgüt” gerçeğine uzun bir süre göz yummuş olanlar şoke olabilir. Ama çözüm sürecini yakından izleyenler, sürece dahil olanlar neyin ne olduğunu daha önce görmüştü.

Defalarca yazmıştık: PKK özü itibarıyla Mezopotamya’nın kanlı bağrından çıkmış, neyi hedeflediği çok belli olan bir örgüttür. HDP’ye verilen rol de örgüt adına pragmatik ittifaklar kurmak, örgütün hedefleri için zemin taraması yapmaktır ve maalesef HDP, temsil ettiği tabandan aldığı meşruiyeti örgütten kopma kararı verme doğrultusunda kullanmayı tercih etmiyor ya da kendisinde o gücü bulamıyor.

Türk solunun, bazı liberallerin örgütün verdiği rolü reddedemeyen HDP’ye bu denli bel bağlaması en hafifinden trajik bir analiz hatasıydı. Hasip Kaplan’ın açıklamasıyla HDP’nin 7 Haziran kampanyasında geçen “Biz”in kim olduğunu artık anlamışlardır.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar