Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        NE tuhaf! Ne diye varlar şu dünyada, merak ediyor insan. Hiçbir işe yaramadıkları halde, bulunmamaları gereken her yerdeler ve gözümüzün içine baka baka çoğalıyorlar. Bir tane belirip kısa sürede bin tane oluveriyorlar. Güçlüler de üstelik. Aşırı agresif (kendilerine yer edinmek için saldırgan) ve inatçılar. Nerede boy gösterseler kendilerinden olmayanları zayıflatarak yok etmekteler... İnsanlar şikâyetçi ve çaresiz... Üretime yani ekonomiye verdikleri zarar tahminlerin çok üzerinde. Kurtulmak için verilen uğraşlar başarısız ve yetersiz. Kökten yok edilmeleri gerekiyor ama o kökler tahminlerden çok daha derinlere uzanıyor, son derece dallı budaklı... Onların yerine geçmesi, gelişmesi, güçlenmesi gerekenler ise aldıkları desteklere rağmen basiretsiz ve tepkisiz. Garip bir kabulleniş içerisinde yok olmaya mahkûm.

        Otlardan bahsediyorum. Bildiğiniz ot... Hani bir işe yaramayan insanları tanımlamak için “Ot gibi” diyoruz ya, işte o “ot”lar bugünkü konumuz. “Ot” deyip geçtiğimiz, görünürde göze hoş bile görünen o bitkiler, toprağın tüm besinini sömürerek çiftçilerin asıl yetiştirmek istediği bitkilerin üretimini engelleyerek, üzerlerinde diğer bitkisel patojenleri ve parazitleri barındırarak, toprağa saldıkları birtakım toksik (hücre öldürücü) salgılarla toprak kalitesini düşürerek, derin kökleriyle yeraltı borularını tıkayarak ciddi ekonomik kayıplara sebep olmaktalar. İşte size bir örnek: Avustralya çiftçilerinin ektikleri ürünlerini korumak için otlarla verdiği savaşa yıllık ayırdıkları para 1.5 milyar dolar. Bununla da kalmıyor... Gözleri gibi baktıkları halde zararlı otlar yüzünden kaybedilen ürün miktarı ise 2.5 milyar dolar değerinde.

        Kendi bahçemden biliyorum. Toprağı tazeliyorum, gübre ekliyorum, çiçek dikiyorum, çiçekte bir naz bir naz... Binbir zahmet bir tomurcuk veriyor, yandan yöreden çektiğim fotoğraflarıyla doluyor telefonum. Bu arada dibinden hemen her gün davetsizce çıkan otları yoluyorum. 1 hafta geciksem dal budak çiçeği geçiyor boyu. Yoldukca çıkıyor meret. Arada bir de tepesinde minik bir çiçek pırtlatıyor ki koparmayayım... Bazen “Akıllı bunlar” diye düşünüyorum. Üretmek için gözüne baktığım bitkilerin hemen dibinden çıkıp, onlara sarılıp “Aslında ben de onun bir parçasıyım” numarası yapmak kurnaz bir “strateji” işi değil de nedir?

        Geçen hafta California Üniversitesi biyologları “otlarla savaş” projelerine “kanserle savaş” projeleriyle başvuran bilim insanlarından 3-4 kat daha fazla parasal destek alınca enteresan tartışmalar ortaya çıktı. Oysa bilim bilimdir. Otlar kontrolsüzce doğaya, kanser kontrolsüzce bedene yayılmakta. Her ikisi de insanı ilgilendiren problemler. Aslında insanoğlu hayatı boyunca gereksiz “parazit”lerle savaş veriyor: Doğa kirlendikçe hamamböceklerine hiçbir şey olmuyor, ama arılar ölüyor. Buğday tarlalarını parazit sarıyor buğdaylar kuruyup ölürken aynı ortamdaki zararlı otlar salkım saçak büyüyor. Beyin hücreleri belli rahatsızlıklardan etkilenip işlev kaybederken kanser hücreleri verilen bütün savaşlara inat büyük bir hızla yayılmayı başarıyor. Enfeksiyonu engellemek için antibiyotik kullanıldığında, vücuttaki yararlı bakteriler ölürken, hastalık etkeni mikroplar direnç kazanıp hayatlarına daha da güçlü bir şekilde devam ediyor. Kimi insan hayatı boyunca çalışıp çabalayıp bir arpa boyu yol kat ederken diğeri hiçbir şey üretmediği gibi sömürerek sayısız köşeler dönüyor.

        Karamsarlık yapıp “Ne yapacaksın, demek ki bu dünya gereksizlerin dünyası” demek yerine yaratıcı olmak lazım. Hedef “yok etmek” değil kontrolü elde tutarak “kullanmak” olmalı. Akıl manipülasyondan her zaman daha güçlüdür. Otların bile bir şifası var...

        AMERİKA'DA İNSAN ÖLÜM SEBEPLERİ SIRALAMASINDA 3. SIRAYI 'TIBBİ HATALAR' ALDI

        GEÇEN hafta BMJ (British Medical Journal) Dergisi’nde yayımlanan makaleye göre sadece yapılan tıbbi hatalardan dolayı Amerika’da her yıl 250 bin kişi hayatını kaybediyor. Bu tespit yapılmadan önce “katiller sıralamasında” 3. sırada solunum yolu hastalıkları vardı. Bu rahatsızlıktan dolayı hayatını kaybeden sayısı 150 bin olduğu için yeni sıralamada bir alta yani dördüncülüğe kaydı. Johns Hopkins Hastanesi’nde yapılan bu araştırma, tam 8 yıl sürmüş. Cerrah Dr. Martin Makary. “Maalesef hatalı teşhisler, tedaviler, alınmayan güvenlik tedbirleri ve daha birçok önemsenmeyen detaylar insan hayatına mal olmaktadır. Bu bilinen gerçek, tıbbi kazançlar göz önünde tutulduğu için hep kulak ardı edilmiştir. Eğer hastaneye 35.416.020 hasta yatıyor ve bunların 251.454’ü bariz tıbbi hatalardan dolayı hayatlarını kaybediyorlarsa hekimler olarak bir araya gelerek, kartları önümüze açıp ciddi bir şekilde özeleştiri yapmamız ve çalışma şeklimizi yeniden gözden geçirmemiz gerekiyor” demiş.

        Evet gerçekten bu çok önemli haberi okurken 2 soru geldi aklıma: 1. Bu oran diğer ülkelerde ve ülkemizde nedir? 2. Ülkemiz de dahil diğer ülkelerin tıbbi merkezleri de bu kadar ciddi bir konuyu gündeme getirerek özeleştiri yapabilecek güçte midir?

        'VAZGEÇEMEM' DEMEYİN, HABERİ OKUDUKTAN SONRA KARAR VERİN!

        “SAĞLIK sorunları ile sıkıntı içerisinde uzun bir hayat mı?” yoksa “Kaliteli ve sağlıklı bir hayat mı?” diye sorulduğunda yanıt kişiye göre değişebilir, ama sanırım büyük çoğunluk ikinci seçenekte karar kılacaktır. Madem öyle o zaman biraz sonra bahsedeceğim yeni araştırma hakikaten son noktayı koyacak türden: The Journal of the American Osteopathic Association Dergisi’nin son sayısında çıkan makale, 1.5 milyon insan üzerinde gerçekleştirilen istatistiki sonuçları özetliyor. Her gün az ya da çok kırmızı et (salam, sosis, sucuk, sığır, koyun) tüketme alışkanlığınız varsa Mayo Klinik hekimleri yaşayabileceğinizden çok daha önce bu dünyadan göçüp gideceğinizi ileri sürüyor. “Buna benzer bir ton haber duyduk. Büyükanne ve büyükbabalarımız her gün et yediler, 100 yıl yaşadılar” gibi klişe sözlerle tepki gösterenlere araştırmacılardan Dr. Brookshield Laurent şunları söylüyor: “2014 yılından bu yana 1.5 milyon insanın sağlık durumlarını inceleyerek çok sayıda parametrelerle elde ettiğimiz sonuçlar şimdiye kadar yapılan araştırmalardan çok daha kesin sonuçlar vermektedir. Et severler unutmamalılar ki özellikle son 10-15 yıldır yetiştirilen besi hayvanlarının yaşam kalitesi dolayısıyla yediğimiz etin kalitesi son derece düşmüş bulunmaktadır. Haftada bir et tüketen veya vejetaryen olarak yaşayan yetişkinlerin sağlıklarının daha düzgün, ömürlerinin ise 4 ya da 5 yıl daha uzun olması söz konusudur.”

        Evet bence bu araştırma üzerinde düşünmeye değer, ne dersiniz? O 4-5 sağlıklı ekstra yıla neler sığar neler...

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar