Müsaade edin yaşayalım!
Sözüm, dünya piyasalarını eline geçirmiş ilaç firmalarına. Evet, artık susmamak gerektiğine inanıyorum. Sevilen insanların birer birer vefat haberlerinin ardından daha da bileniyor hıncım. “Yeter artık! Sömürü düzeninize bir son verin” diye haykırasım var her birine. Kendisiyle bire bir sohbetlerimiz olan, çok saygı duyduğum işadamımız İshak Alaton’un kalp rahatsızlığına, hemen ardından değerli sanatçımız Tarık Akan’ın akciğer kanserine yenik düşmesi, benim tıp dünyasında ömür uzatan yeni buluşlarla ilgili ilginç yayınlar okuduğum döneme denk geldi. Ömür uzatacak, en önemlisi yaşam kalitesini yükseltecek nice buluşlar ve araştırmalar, büyük ilaç tüccarlarının ceplerine milyarlarca dolarlık para akmasını tehdit ediyor. Bunun üzerine o tüccarlar bilimi önce köşeye sıkıştırıyor, karalıyor ve sonra da tüm gücünü kullanarak un ufak ediyor. O buluş kendi ekmeklerine yağ sürünceye kadar saldırılar, karalamalar dinmek bilmiyor. Bu arada yitirilen hayatlar hiç önemli değil. İnsanoğlunun değeri, gelen para akışının yanında kesilip atılan bir tırnak kadar...
İnsanları ölümsüz kılacak halimiz yok elbette ama hep “Kafamızı kullanabilsek, fırsat verilse birkaç yıl daha ekleyebilir miydik hayatlarımıza?” diye düşünüyorum. Biliyorum çok iddialı, bir o kadar da asit kadar keskin sözler bunlar. Bu kadar ateşli ve korkusuzca konuşmamın ardında (belgelenmiş) bireysel yaşadığım haksızlıklar, yılların birikimi, dünyanın değişik köşelerinde şahit olduğum çok ilginç gerçek bilimsel hikâyeler var. İsterseniz kendi hikâyemden kısacık bir örnek vereyim ki daha kolay anlaşılabileyim: NASA’daki ekibim ve Finlandiya’da çalıştığım araştırma grubuyla vücuttaki kireçlenmeyle ilgili rahatsızlıkların tedavisi üzerine (uluslararası patentli) buluşumuzu dünyanın güvenilir hastane ve araştırma merkezlerinde ispatlamak için yıllarca çalıştık. Bu gruplar arasında Mayo Clinic, Cleveland Clinic, Washington Hastanesi ve Japonya Osaka Üniversitesi vardı. (“Ölmek üzere” denilen) Özellikle arteriosklerozisli (kalp damarları tıkanmış) gönüllü hastalar üzerinde çok ucuza mal olan, ameliyat olmaktan kurtaran ilaçlı tedavimizi uyguladık. Elde edilen son derece başarılı bulgularımızı düzenli bir şekilde “kullanılırlık onayı” alabilmek amacıyla FDA olarak bilinen U.S. Food and Drug Administration’a yani Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi’ne rapor ediyorduk. Tedavinin onaylanmasında son basamağa yaklaştığımızda birlikte çalıştığımız, hastalık teşhisinde kullandığımız monoklonal antikorları korumakla yükümlü şirketin 10 yıllık emeklerimiz sonucu elde ettiğimiz bu değerli hücreleri öldürme emrini verdiğini fark ettik. Hücreler üzerlerine asit dökülerek öldürülmüş, illegal yoldan tedavi piyasaya sunularak FDA’nın tedavi izni alınıncaya kadar “yıkılmaması gereken kurallar” bilinçli olarak yıkılmıştı. Tedaviyi yürüten hekimler, hastalar, araştırma ekibimiz neye uğradığımızı şaşırmıştık. Başarıya hep birlikte ulaşmak üzereyken bu sabotaj da nereden çıkmıştı? Direkt bana gelen “Araştırmayı derhal durdurmazsan yok olursun” yazılı tehditlerinden sonra bütün belgelerle soluğu Amerika mahkemelerinde aldım. Korusun diye sabotajcı şirkete devredilen patent haklarımın derhal iadesi için başlayan mahkeme tam 7 yıl sürdü. Diğer bir deyişle çocuk, genç ve yaşlı binlerce hayat kurtarmış, milyonlarca hayat kurtarmaya aday bilimimiz, (dile kolay) 7 yıl süreyle donduruldu. Mahkeme sırasında ifade vermeye çağrılan şirket çalışanlarının dışarıdan “Bu araştırmayı yok edin” emri aldıklarını itiraf etmeleri, savcı dahil herkesi şoke etti. Anlamsız bir şekilde uzatıldıkça uzatılan, neye istinaden olduğu anlaşılmayan ertelemeler sonucunda tarihe geçecek uzunlukta süren mahkeme tamamlandı; davayı kazandım ve patent haklarımı geri kazandım. Ama verilen bunca zararı geri çevirmek, hele de bu arada ömrü uzatılabilecekken kaybedilen hayatları, geri döndürmek mümkün mü? 7 yıl süreyle birçok bilim insanının da hayretler içerisinde izleyici olarak katılımıyla devam eden mahkeme kulaktan kulağa yayılarak Hollywood senaristleri tarafından bile duyulmuş. “Filmi yapılmalı” diyenler olmuş! Şakayla karışık arkadaşlar “Filmin adını ne koyarlar sence?” diye sorduklarında yanıtımın acılı arabesk şarkı ismi gibi olduğunun farkındayım: “Let us live” Türkçesi: “Müsaade edin yaşayalım”
Bu yaşanmış örnek ilk değil, son da olmayacak. Ta ki insanlar daha çok bilim okumaya, bilime sahip çıkmaya, haksızlıklar karşısında bilimi savunmaya başlayıncaya kadar. Bilimi ayakta tutmak bilim insanından çok halkın desteğiyle mümkün.
Gelelim (neyseki sonu güzel biten) başka bir hikâyeye...
AKCİĞER KANSERİ İÇİN GELİŞTİRİLEN AŞI
Kübalı bilim insanlarının akciğer kanserine karşı geliştirdikleri aşıyla sağlanan yaklaşık 20 yıllık başarı, son 5-6 yıldır ülkemiz de dahil olmak üzere birçok ülke tarafından ilgiyle izlenmekte. Besbelli Küba, bilim insanlarından gelen her yeni tedavi önerisinde “FDA onayı var mı?” diye soran ülkelerden değil. Yetiştirdiği bilim insanlarına güveniyor ve yeni fikirleri destekliyor. Ülke olarak tütün üretimine ağırlık verdiğinden ve buna bağlı olarak tütün tüketimi artığından akciğer kanseri yüzdesi oldukça yüksek. Araştırmacı Dr. Camilo Rodriguez 1980’li yıllarda “Bu problemimize bir çözüm üreteceğim” dediği zaman ülkesindeki meslektaşları örnek bir tavır sergileyerek her türlü yardım için laboratuvarlarının kapılarını açmışlar. Dr. Rodriguez, büyük zorluklarla geliştirdiği laboratuvarında bugün ülkesinin tüm aşı ihtiyacının yüzda 70’ini karşılayacak bir kapasitede çalışıyor, 21 değişik aşı üretiyor. Akciğer kanserine karşı geliştirdiği CimaVax isimli aşıyla doktorların 1 yıl ömür biçtiği akciğer kanseri hastalarının ömrünü kanser hücrelerine saldıran antikor oluşturarak ve kanser hücrelerinin çoğalmasını sağlayan EGF hormon oluşumunu engelleyerek yıllarca uzatabilmiş. Gerek kendi ülkesinden gerekse dünyanın dört bir yanından akciğer kanseri teşhisiyle yaşama umudunu kaybederek Küba’ya giden hastalardan elde edilen başarılar sayesinde Dünya Sağlık Örgütü ve FDA, Dr. Rodriguez’in ayağına gitmiş.
Bu tedavinin 20 yılı aşkın başarısına rağmen kanser tedavisinde tekerleği yeniden keşfetme çabasındaki birçok büyük Amerikan ilaç firması, üretilen aşı aleyhine çok büyük anti propaganda yapmaya, “Yan etkileri zavallı hastaları öldürecek” tehditleri savurmaya hâlâ devam etmekteler. Bunun üzerine bir televizyon programında Dr. Rodriguez’e “Hiç tehdit edildiniz mi?” sorusunu yönelten gazetecilere yanıtı ise çok ilginç: “Tehdit sırası bende. ‘Bu aşı tüm dünyada ya bedava yapılacak ya da maximum 1 dolara satılacak’ dedim. Şimdi ayıklasınlar pirincin taşını.”
Bu demecin ardından ekonomi uzmanları, “Aşı 1 dolardan satılsa bile bir tek bu aşı sayesinde Küba ekonomisini düzeltebileceğe benziyor” diyor.
Kıssadan hisse: Eğer ülkeler kendi bilim insanlarına ve buluşlarına sahip çıkarlarsa fikirler kurda kuşa yem olmuyor; kazanan kendisi, bilim ve tüm insanlık oluyor.