Mutsuz bir dâhi: Einstein!
Hayır ne doğum günü ne de ölüm yıldönümü için yazıyorum. Sürekli hatırladığım, hakkında yazılıp çizilenleri okumaktan asla yorulmadığım bir insan Albert Einstein. 8 yıldır bilim köşesi yazıp da hakkında tek bir kelam etmediğimi fark ettim. Dünyada çoğunluğun gelmiş geçmiş en büyük dâhi olarak kabul ettiği, “Bu dünyada beni birkaç kişi anladı, onlar da yanlış anladı” diyen bu insan için neredeyse oturup kitap yazasım var. Bu küçücük köşeye sığdırabildiğim kadarıyla böylesi özel bir insan hakkında sizlerle sohbet etmek istedim. Hayal kırıklıklarıyla sona eren aşklar, mutsuz evlilikler, bir türlü huzuru yakalayamadığı baba-evlat ilişkileri ve kendisini hep yapayalnız hissettiği bir hayat...
Hakkında yazılanları ve direkt kendisinin kaleme aldığı anılarını okurken her sayfada gözlerim buğulanmıştır. Özellikle hayatının son 10 yılı inanılır gibi değil. Bilim insanları ve en yakın arkadaşları arkadan vurmuş hep. “Dâhiler normal olmaz. O da normal değildi, çevresindekilerle geçinemezdi” diye yazmış bazıları. Bu tür “Einstein’ı tanıdığını” ileri sürerek dikkat çekmeye çalışan yazarların hiçbirine saygı duyamamışımdır. Çünkü biliyorum ki farklı, idealist ve düşündüklerini direkt söyleyen, “politik davranma korsesini giymeyen” insanlar “zor ve pek revaçta olmayan insan” olarak adlandırılır. Hayatımda tanıdığım, bende saygı ve sevgi uyandıran çok önemli insanların hemen hepsi o kategorideki insanlardır. Bunlardan benim babam Ayhan Çiftçioğlu, Ankara Tıp Fakültesi’ndeki rahmetli hocam Prof. Dr. Namık Aksoycan, NASA’daki amirim (toprağı bol olsun) David S. McKay sayabileceğim birkaç isimden üçü. İdealistsen ve yanlış yapılanları ve yapılmayanları dile getirenlerden yani çenesi düşüklerdensen, herkesten çok üreten çalışkan bir insansan adın “zor adam” oluverir. Hoş görünmek için hataları ve saçmalıkları görmezden gelmeyi seçmeyerek, uzmanlık alanında var gücüyle çalışıp yepyeni çığırlar açan adam olmak herkesin harcı değildir.
Bugün burada Einstein’ın hangi kitabını açsanız bulabileceğiniz bilimsel buluşlarından bahsetmek niyetinde değilim. Amacım Einstein’ın bireysel hayatındaki mutsuzluklarının belki de milyonda birine değinerek birkaç önemli hatırlatmada bulunmak.
Tarihe geçmiş olsa bile tanınmış insanların özel hayatlarıyla ilgili yazılan her şey, olayların derinlikleri bilinmeden yazanın bireysel görüşleriyle şekil almıştır: İlk evliliğinin bir matematik uzmanı olan Mileva Maric ile yürümemesi ve boşanmasının ardından çok kısa bir süre sonra kuzeni ile evlenmesi, Einstein’ı senelerce “karısının üzerine gül koklayan, zeki ama etik değerleri zayıf adam” pozisyonuna itmiştir. Ölümünden tam 20 yıl sonra anılarını kendi el yazısıyla yazdığı mektuplar açılınca anlaşılmıştır ki Einstein aslında sırf çocuklarının annesi olduğu için Mileva Maric’in psikolojik baskılarına 10 yıl tahammül etmeye çalışmıştır. “Bir evin içerisinde yaşayan iki yabancı gibiydik. Bir evliliğin getireceği arkadaşlık bile yoktu aramızda. Her gün fiziksel saldırılardan, hakaret dinlemekten yorgundum. Boşanmak istedim, kabul etmedi. O zaman ona boşanmayı kabul ettirmek için ‘Her gün 3 öğün yemek hazırlayacaksın, çalışma odama izinsiz girmeyeceksin, ben istemeden konuşmayacaksın’ gibi her kadını çileden çıkaracak bir evlilik kontratı hazırladım ve imzalattım (ki bu kontrat sayesinde sonunda kendisi boşanma davası açtı). Böylece kavgasızca ayrıldık. Maalesef mahkeme sırasında kontrat basına yansıdı. Okuyanlar beni ‘karaktersizlikle’ suçladı. Nasıl bir kocaydım ki böyle bir kontrat oluşturmuş- tum? Sessiz kaldım. Yaşadığım cehennemi kimseye anlatmadım. ‘Bir kadının psikopatlığı, fiziksel saldırganlığı duyuluncaya kadar beni karaktersiz bilsinler’ diye düşündüm. Kadınlar erkeklerle değişeceklerini ümit ederek evlenirler. Erkekler ise kadınlarla değişmeyeceklerini. Böylece her biri kaçınılmaz hüsrana uğrar.”
İlginç değil mi? Bu küçücük paragraf evliliğini anlattığı bölümden kısacık bir alıntı. Gerçekler her zaman göründüğü gibi değil.
Yapılan büyük hataların sorumluluğu bazen haksızca başkalarının omuzlarına yıkılabilir: Atom bombasının Hiroşima’da kullanılmasının ardından, özellikle bazı Amerikalı yazarlar Einstein’ın başkan Roosevelt’e bir mektup yazarak acilen atom bombası üretmesi için ricada bulunduğunu, milyonlarca insanın ölüm sebebinin aslında Einstein olduğunu iddia etmiştir. Einstein, anılar defterinde ve bir Japon arkadaşına yazdığı mektupta ise kendisinin bilimsel buluşunun kullanılarak atom bombası yapılabileceği ihtimalinin altını çizerek aslında bir uyarıda bulunduğunu belirtmiştir. Zaten Hiroşima’nın bombalanmasının ardından “Her savaş, insanlığın ilerlemesini engelleyen kötülük zincirine bir halka ekler. Hiroşima’da ölenleri duyunca bilim adamı olacağıma keşke ayakkabı tamircisi olsaymışım diye düşündüm. Bilim, atom bombasını üretti; fakat asıl kötülük insanların beyinlerinde ve kalplerindedir” dediği blinmektedir. Buna rağmen Einstein’a yöneltilen suçlama hâlâ yeni yazılan bilim tarihi kitaplarında tekrar edilmektedir.
Bir insanın çocuk sevgisi, eleştirmen bireylerin kendi kriterlerine göre değerlendirilemez: Bazı tarihçiler tarafından Einstein’ın çocuk sevmediğinden bahsedilerek her zaman kötü bir baba olduğunun altı çizilmiştir. Oysa Einstein’ın kendi yazdığı mektuplar okunduğunda üvey kızına ve şizofrenik oğluna karşı olan sevgisi sıkça dile getirilmektedir. “Sadece kendi çocuklarımın değil tüm dünya çocuklarının mutlu olması gerek. Bu dünyada tek bir çocuk mutsuzluk, açlık, sefalet ve savaştan dolayı ağlıyorsa insanlık olarak hiçbir yere varamamışız demektir. Yapılan buluşların ise hiçbir değeri yoktur” diyen bir insan için bu karalama da maalesef hâlâ internette ve kitaplarda yinelenmektedir.
Yaşanan mutsuzlukları ve haksızlıkları sebep göstererek yapabileceklerini yapmamış olanlar, tembelliklerine bahane aramaktadır: Einstein’ın bir dâhi olmasına rağmen birçok insan ve kurum tarafından sayısız haksızlık ve hakarete uğramış olduğu bilinen bir gerçektir. Bütün negatifliklere rağmen çok zor koşullarda ve mutsuzluklar içerisindeyken bile üretken olmaya, insanlığa felsefi, sevgi dolu, pozitif mesajlar vermeye devam etmiştir. “A’yı hayatta başarı olarak tanımlayalım, o zaman A = X + Y + Z’dir: X çalışmaktır, Y oyundur, Z ise çenesini tutmayı bilmektir. Mutluluğun formülü ise A’ya ulaştığınız an etrafınızda belirecek her türlü negatifliklere elde ettiğiniz güçle (mutluluğu silah olarak kullanarak) müdahale etmektir. Dünya yaşamak için tehlikeli bir yer, ama kötü insanlar yüzünden değil, bununla ilgili hiçbir şey yapmayan insanlar yüzünden. Ben kendimi bilime adayarak negatifliklerle savaşmaya fazla vakit ayıramadığımdan dolayı (bunca buluşuma rağmen) aslında mutsuz bir insanım” demiştir.
Son söz: Bu hafta bu yazıyı yazmak istememin bir sebebi daha var: Bugün her ne konuda olursa olsun duyduklarımıza ve tek bir kaynaktan okuduklarımıza çok kolay inanır olduk. Sorgulama yeteneğimizi yitirdik. İnternet ve kitapçılar, hayatımızı aydınlatan kaynakların yanı sıra “kendi planlarına hizmet etsin” diye yazılan yanlış bilgilerle de dolu. Einstein’ın hayatı ile yazılan yazılar da buna güzel bir örnek. Birileri tarafından dini ve politik sebeplerden dolayı “Einstein dâhiydi ama sevilmeyen bir kişiliği vardı” cümlesi yazıldı ve yıllarca da öyle kaldı. Her dile aynen çevrildi. Ölümünden 20 yıl sonra mektupları okunup gerçekler su yüzüne çıksa bile bu sefer o mektuplar manipüle edilerek yeniden yorumlandı, filmler yapıldı. Sonuç? Einstein yine problemli bir kişilik olarak tanıtıldı. Tarihçilere bakarsanız, besteci Mozart da problemli bir deliydi. Hani sormadan edemiyor insan... Sahiden mi? Nereden biliyorsunuz? Ters davrandığı için mi insanlara “Problematik kişilik” diyorsunuz? Bugün Mozart gibi davranan, Einstein gibi çenesi durmayan çok insan var. Artık günümüzde tanınmış insanların fotoğraflarını çekenler “O kadar da ciddi bakmayın” diye takıldığında fotoğrafçıya Einstein gibi dilini çıkaranlara “Deli” değil “Karizmatik, şeker adam” diyorlar. Bugünkü dünya politikacılarının tümünü toplayıp zaman makinesiyle eski zamana götürün bakalım, tarihçiler neler yazardı haklarında? Bugün alkışlayıp başımıza taç ediyoruz ama...