Eskimeyen bir yazı
12 Haziran Genel Seçimlerinin sonucu alındıktan sonra, "düzen değişikliği, reform,yeni bir sistem: ileri demokrasi" vbg. tartışmalar yapılırken, eski ama geçerliliğini yitirmemiş bir yazımı anımsadım.
Ocak 1979'da Dünya gazetesinde "İnsan Ögesi ve Sistem" başlığı altında yayınlanan bu yazımın günümüzde de hem iktidara hem muhalefete bazı mesajlar içerdiğini düşünmekteyim. Bu nedenle, sizleri aşağıda 32 yıl öncesinden alıntılanmış ve gerçekleşmesi halâ sağlanamamış, bir "olması gerekenler" ve "beklentiler" dizisi ile baş başa bırakıyorum.
Az gelişmiş toplumlarda insan ögesi ve sistem (düzen) sorunu , çözülmesi gereken bir ikilem olarak karşımıza çıkar. Hiç kuşku yok ki işlemeyen sistemlerin değiştirilmesi gerekir. Ama, önce işlememe nedenlerinin araştırılması ve sistemi işletmek sorumluluğunu taşıyan kimselerin bu konudaki yeteneklerinin saptanması da önem taşır.
Eğer eleştirilen düzen veya sistem, hem kendi eksiklikleri hem de yöneticilerin beceriksizlikleri nedeniyle çarpıtılmış,yozlaşmış ve artık işe yaramaz hale gelmişse,yalnız sistemi değiştirmek hiçbir yarar sağlamaz. Çünkü, o sistemi çalıştıramayanlar, bizim "en iyisi", "toplum için en yararlısı" diye umut bağladığımız ve yücelttiğimiz "yeni" düzeni de çok kısa bir sürede yozlaştıracaklardır.
Bu nedenle, yeni bir düzen önerilirken bu sistemi çalıştıracak, yönetecek olan "yeni insan" ögesi büyük bir sorun olarak karşımıza çıkar. Çünkü, sistem veya düzen değişse bile, onu çalıştırıp işlevsel kılacak olan insan ögesi aynı nitelikte kaldığı sürece, tıpkı masallardaki gibi, "az gideriz,uz gideriz; bir de geri dönüp bakarız ki bir arpa boyu yol almışız". Buradaki durumu en iyi yansıtan atasözü, belki de "Eski kumaştan yeni elbise dikilemez" diyendir.
Bireylerin gerçekte özgür olmadıkları;bir koşullandırma ve güdümlenme içinde bulundukları; kişisel çıkarların ideallerin yerini aldığı; üretimin insan gereksinim ve yeteneklerinin özgür gelişmesini baltaladığı bir toplum düzeni ,kuşkusuz kimse tarafından savunulamaz. Kendilerini bütün insansal değerlerin yitirilmiş olduğu ve kendilerine zorla kabul ettirilmeye çalışılan bir toplumsal düzen içinde bulan ; çevrelerine duvarların örülmüş olduğunu varsayan kimseler, bir yazgıya boyun eğmişliğin suskunluğu içinde kalacak yerde, etkin duruma geçmelidirler. Yani, yazgılarını değiştirmeye, duvarlarını yıkıp aşmaya, değerlerini yeniden yaşatmaya çalışmalıdırlar.
Emerson, "Her duvar bir kapıdır" diyordu. Kapıları ve çıkış yollarını önümüzdeki duvarda aramamız gerekir. Zaten gerçek "ilericiler", yaşamları hep ileriye doğru, engelleri aşmak için sürekli bir devinim ve savaşım olan kişilerdir. Onlar için dur durak yoktur. Ancak savaşımların tam ortasında dinlenirler.
Gerçek "ilerici" ya da aydınlar, yalnız dışsal duvarları aşıp yeni kapılar açan kişiler değildir. Onlar aynı zamanda kendi zaaflarını aşıp ,içlerindeki engelleri ve çatışmaları da yenebilen kimselerdir.
Şimdi bu noktada, toplumumuza ilişkin bir özeleştiri yapalım ve "ülkemizdeki düzeni doğru çalıştıracak insan ögesi olarak,gerçekten çağdaş,uygar ve aydın kuşaklar yetiştirebildik mi?" sorusunu soralım. Hatta biraz daha alçak gönüllü davranıp "uygar kuşaklar" yerine "uygar kadrolar" deyimini kullanalım.
Uygar olmak, bir anlamda uyumlu bir bütün olup aklı,duyguları, içgüdüleri ve bedensel yaşantıları eşgüdüm altında tutabilmek demektir. Toplumumuz bireyleri ruhlarındaki ve kafalarındaki duvarları yıkıp bu eşgüdümü kurabildikleri ; uyumlu bir bütün oluşturdukları; özgür,yaratıcı,tümüyle gelişmiş ve toplumsallaşmış kişilikler oldukları zaman, düzen veya sistem sorunu da kendiliğinden çözümlenecektir.