Kadınların haysiyet mücadelesi marjinal bir mevzu değildir
Sevgili okurlarım, hem Ayşe Tuba Arslan hem de Ceren Damar cinayeti medyada çok daha büyük gürültü koparmalıydı.
Maalesef 2020 Türkiye’sine girerken hâlâ kadına karşı şiddete yönelik medya bilinci yerlerde sürünüyor. Biz kadınlar, medyadaki erkek tahakkümü düzeni tarafından her defasında bir kez daha ezilmek isteniyoruz.
Geçen yılın sonunda Sıla olayında aynısı yaşanmış ve ben yine bu sütunda ve ekranda isyan etmiştim.
Özellikle biz kadın gazeteciler hangi siyasi görüşte olursak olalım bir bütün olup iki olayı en az ‘Beştepe’ye giden CHP’li’ saçmalığı kadar popüler hale getirebilmeliydik.
Aynı şekilde daha birkaç gün önce kadın yürüyüşünün karşılaştığı kamusal şiddetin kabul edilebilir tarafı yok. Bu hadiseye karşı tüm kadınlar haykırmalıydık.
Kadın hakları meselesi asla marjinal bir konu olamaz. Toplumun yüzde 50.6 yani çoğunluğu biziz. Yanlış bir dille kadın meselesini marjinalize eden hemcinslerimiz erkek tahakkümüne hizmet ediyorlar.
Lütfen şu kadın meselesine erkek-egemen dünyanın siyasi ayrışmalarını karıştırmayalım. Her siyasi görüşten kadınlar eziliyor bu ülkede. Hepimizin derdi ortak.
Bakın işte kadınları ev içi şiddet ya da cinsel fantezi diye meşrulaştırılmak istenen erkek şiddetine karşı koruyan İstanbul Sözleşmesi konusunda bütün kadınlar hemfikir.
Bu ülkenin kadınları toplumsal cinsiyet adaleti istiyorlar. AK Partilisi, CHP’lisi, MHP’lisi, HDP’lisi ve diğerleri… Fark etmez. Hepsi faşizan tahakkümün kalkmasını istiyor. Çünkü hepimiz kadınız.
AK Parti’nin muhalifi olabilirsiniz ama KADEM’in ve özellikle Sümeyye Erdoğan’ın kadın hakları yönündeki mücadelesini her aydın kadın desteklemeli.
Sümeyye Hanım her kesimden gelen cinsiyetçi erkek saldırılarına karşı dimdik durdu ve İstanbul Sözleşmesi’nin kadınlar için büyük önemini her platformda savundu.
ERKEK SÖMÜRGECİLİĞİ BİZLERİ BİRBİRİMİZE DÜŞÜRMEK İSTİYOR
Nasıl ki, beyaz ırkın sömürgeci rejimi, siyah derili Afrika insanlarını birbirine kırdırarak senelerce ayakta kaldıysa, Türkiye’deki erkek sömürgeciliği de biz kadınları birbirimize düşürerek bu bozuk düzeni sürdürmek istiyor.
Kadınlar olarak bu oyuna gelmemeliyiz. En çok istedikleri şey bizlerin erkeklerin ideolojik çıkarları doğrultusunda kavga etmesi.
Halbuki kadın medya mensupları, sadece birbirimizi iyi niyetle kadın hakları bilincini artırma yönünde uyarmalıyız en çok. Ötesinde erkek medyanın istediği kadın kavgaları ve polemikleri iğrenç ataerkil fantezilerden başka bir şey değil.
GERÇEK DEVRİM BÖYLE OLUR
Keşke haber merkezlerini, kadın ağırlıklı ekipler yönetebilse. Keşke sadece prompter okuyanlar kadın olmayıp, haber diline, yazımına ve üslubuna kadın damgası vurulabilse. İşte zaten bunu yapabilsek gerçek bir devrim olacaktır.
Yeniden yazıyorum: Türkiye’deki mevcut hakim erkek sömürgeciliği, ‘kadın kimliğini boyunduruk altına alma operasyonu’nu biz kadınları birbirimize düşürerek ve sonra da kışkırttıkları kadın kavgalarını keyifle izleyerek hayata geçirmek istiyor.
Bilinç sahibi hiçbir kadın bu tezgaha gelmemeli. Hangi siyasi görüşten olursa olsun tüm kadınlar kardeştir.
Kadın dayanışması, erkek şiddetine karşı mücadele sürecinde en büyük kozumuz. Hatta şunu söyleyeyim: Şuursuzluktan erkek şiddetinin safında duran hemcinslerimiz bile kardeşimiz. Kadınlar olarak ayrım yapmaksızın birbirimizi kazanmak ve bilinçlendirmek zorundayız. Yoksa kadın mücadelesi başarıya ulaşamaz.
*
Habertürk fark yaratıyor
Şu an Türkiye’de herkes Habertürk’ün anaakım medyanın yani her kesime ulaşabilen medyanın amiral gemisi olduğunu kabul ediyor.
İktidar ve muhalefet medyalarının ayrı ayrı amiral gemileri olabilir. Mesela Kemal Kılıçdaroğlu, Sözcü’yü amiral gemisi olarak niteliyor ama muhalefetin amiral gemisi. Toplumun çok büyük kısmının Sözcü’yü eline henüz bir kere bile almadığını unutmayalım. O yüzden anaakım değil bir kesimin yayın organı.
Ciner Grubu bu handikapı aşan ve her sosyal kesimden insanın kayıtsız kalamadığı tek merkez medya grubu. Olabildiğince nesnel olmaya çalışan yegane adres. İşte öyle olduğu için son 1 hafta içinde üç kritik TV röportajına da Habertürk imza attı.
Önce gündemdeki Muharrem İnce, Didem Arslan Yılmaz’a konuştu ve flaş açıklamalar yaptı. Didem sorulması gereken tüm soruları sordu. 24 Haziran 2018’den evvel yarıştan çekilmeyi düşündüğünü ilk kez Habertürk’te açıkladı İnce.
Sonra yeni siyasi hareketin lideri Ali Babacan ile Fatih Altaylı bir röportaj yaptı. Hemen ertesi gün Altaylı üstüne bir de Ekrem İmamoğlu’nu da ağırladı. Yani moda tabirle combo yaptı.
Bu sütunlarda Altaylı ile epey polemik yapmışızdır. Hele bir ara yazılarında bana sık sık dokunduruyordu. Ben de en son sert bir yazı yayınladım kendisi hakkında. Farklı hatta belki zıt dünya görüşlerine sahibiz. Fakat bu durum objektif olmamı engellemiyor.
Ben her iki yayında da Fatih Altaylı’nın performansını beklediğimin çok üzerinde iyi buldum. Tam yerinde sorular sordu.
Mesela Ali Babacan’ın ne kadar özgürlükçü olduğunu test eden ve o açıdan Babacan’ı zorlayan sualler yöneltti. Oysa tam aksini yapabilirdi ve epey alkış alırdı. Geçmişte çok yapıldığı gibi sol ya da sağ popülist otoriter bakış açısıyla moderatörlük yanlışına düşmedi.
Atatürkçülük sorgulamasına dair suali bile maillerden gelen ısrarlar üzerine bence gönülsüz olarak sordu ama konuyu uzatmadı. Bu programla ilgili Fatih Altaylı’ya yapılan eleştirilerin son derece haksız ve yanlış olduğunu düşünüyorum.
Altaylı Babacan’ın performansını ‘Batılı muhafazakar’ bulmuş. Ben de kendisini ‘Evrensel değerler ekseninde soru soran moderatör’ olarak gördüm o yayınlarda. Tebrik ediyorum.