Bayrak
BEYTÜŞŞEBAP'ta birkaç PKK'lının cenazesi taşınırken, askerlerin askerî lojmanların birinin balkonunda asılı duran Türk bayrağını indirdikleri iddiası ortaya atıldı ve tartışma devam ediyor...
Şırnak'ın bu ilçesinde günlerden buyana nelerin olup bittiği muammasını, bayrak indirme hadisesinin doğru olup olmadığını yahut indirilmesi hususunda askerlere bir talimat verilip verilmediği konularını bir tarafa bırakıp bundan 150 sene kadar önce yaşanmış bir başka "bayrak" tartışmasını hatırlatacağım...
Yazacağım hadise, 19. asrın büyük âlimi Cevdet Paşa'nın Sultan Abdülhamid'in talebi ile, 1839'daki ilk Tanzimat'ın ilânı günlerinden itibaren yaşanan siyasî hadiseleri anlattığı "Tezâkir" isimli eserinde geçer.
ÇANAKKALE'DEKİ KAZA
1860'lı senelerde, Sultan Abdülâziz'in tahtta bulunduğu günlerde, bir İngiliz savaş gemisi Çanakkale açıklarında bir Türk çatanasına çarpıp batırır ve çatanada ne kadar denizcimiz varsa, hepsi hayatını kaybeder...
Şimdinin "karasuları" kavramı o günlerde henüz tam olarak ortada yoktur ama deniz kazasının meydana geldiği sular Çanakkale'nin hemen açıklarıdır ve Türkiye'ye aittir.
Yine o günler imparatorluğun çatırdadığı, gücünü neredeyse tamamen kaybettiği ve Avrupalı elçilerin İstanbul sarayı ile Bâbıâlî'ye canlarının istediği herşeyi kabul ettirdikleri bir devirdir. İstanbul'daki İngiliz, Fransız ve Rus elçileri tayinler yaptırmakta, kararnameler ve fermanlar çıkarttırmakta, hâsılı koskoca imparatorluğu parmaklarının ucunda oynatmaktadırlar...
Kazadan haber alınmasından sonra İngiliz sefiri saraya gidip Sultan Aziz'in huzuruna çıkar... Allem eder, kallem eder ve hükümdarı ölen Türk denizcilerin ailelerine İngiliz hükümetinin üçer kuruş tazminat ödemesi karşılığında kazanın örtbas edilmesi ve diplomatik mesele hâline getirilmemesi konusunda iknayı başarır...
Zamanın sadrazamı Keçecizâde Fuad Paşa, İngiliz elçisinin padişahla görüşmesini haber alır almaz hemen saraya gider ve Sultan Aziz'e "İngiliz'in teklifini kabul edemezsiniz" der...
Padişah "Amaaaan Paşa! Batan gemi dedikleri şey küçücük bir çatana imiş! Aramızı güç-belâ düzelttiğimiz koskoca İngiltere ile bu çatana yüzünden mesele çıkartmaya ne lüzum var? Aileler de alacakları tazminatlarla hayatlarını hâle-yola koyarlar" diyecek olur...
ÖNCE ÖZÜR GEREKİR!
Ama, sadrazam "Tazminatı kabul etmeniz mümkün değildir efendimiz!" diye ısrar eder. "Edemezsiniz, zira denizde bir Türk gemisi batmıştır ama asıl batan, geminin üzerindeki Türk bayrağıdır... İngilizler önce harp gemilerinin bize ait sularda ne aradıklarını izah edip özür dilesinler, tazminat meselesini ondan sonra telâffuz edelim... Aksi takdirde, istifamı kabul buyurunuz!"
Sultan Abdülaziz, artık diyecek bir-şey bulamaz, İngiliz elçisine verdiği sözden dönmek zorunda kalır ve sadrazamın söylediğini kendi talebi imiş gibi nakleder. İngiltere, neticede savaş gemisi Türk karasularına izinsiz girdiği için Bâbıâlî'den resmen özür diler ve hayatını kaybeden denizcilerimizin ailelerine de tazminatlar bu özürden sonra ödenir...
O zamanın güçsüz ve nerede ise âciz kalmış Osmanlı hükümeti, bayrağı sulara kaza ile de batmış olsa zamanın en güçlü memleketi sayılan İngiltere ye batan bayrak konusunda resmen özür diletebilmiştir...