15 Temmuz'un asırlar sonra da hatırlanması için marşının yahut türküsünün olması şarttır!
İsmi o meş’um geceden sonra “15 Temmuz Şehitler Köprüsü” yapılan sâbık “Boğaziçi Köprüsü” evimin hayli uzağındadır ama pencereden bakınca rahat şekilde görünür.
O akşam olup bitenlerden ilk anlarda çok kişi gibi maalesef ben de habersizdim. “Köprüde birşeyler oluyor” söylentisinin çıkması üzerine dürbünle baktım ve köprüdeki kalabalığın üzerine tüfeklerle, sonra da tanklarla ateş açıldığını görünce ne yalan söyleyeyim, bir macera filmi çevrildiğini zannettim; hattâ “Ne kadar gerçekçi çekiyorlar, helâl olsun’” bile dedim…
Sadece ben değil, evdeki iki misafir de böyle düşünmüştü, zira böylesine mel’un bir harekete kalkışılabileceğini hayal edemediğimiz için televizyonu açmak bile aklımıza gelmemişti…
Masum insanların memleketin istikbalini, sizin ve bizim geleceğimizi korumak için can verdiklerini aradan yarım saat kadar geçtiktikten sonra öğrenebildik…
Bugün bu hadisenin, yani tarihimizde eşi-örneğine rastlanmayan 15 Temmuz mel’anetinin ikinci yıldönümü…
15 Temmuz akşamından 16 Temmuz sabahına kadar yaşanan mel’anet hemen her vesile ile gündeme getiriliyor. Şehidlerinin unutulmaması için isimleri okullara, mekânlara, caddelere ve hattâ duraklara veriliyor; kitaplar yazılıyor ve hadise devam eden yargılamalar sebebi ile hemen her gün haberlere de konu oluyor.
Bugün, Ankara’da ve İstanbul’da cinayetlere sahne olan mekânlarda anma toplantıları yapılacak…
YAYINLANMAYAN FOTOĞRAFLAR
Ama “Böylesine önemli ve bu kadar hayata mâlolan bir mel’anet hakkında hemen herşeyi biliyor muyuz?” diye sorulacak olsa “Evet”cevabını verebilmek maalesef mümkün değildir!
Başkaldırının yakalanan ve şimdi yargılanan elebaşıları ile mensupları konuşmuyorlar, bu yüzden girişimin bazı önemli noktaları hâlâ karanlıklar içerisinde. Hattâ üzerinden iki sene geçmiş olmasına rağmen o meş’um gecede şehid düşenlerin sayısı bile kesin şekilde açıklanmış değil! “251” deniyor, “249” olduğu söyleniyor, dolayısı ile şehidlerin “250 civarında” olduğu anlaşılıyor ama tarihe ve hafızalara nakşolunması gereken bu çok önemli malûmat iki seneden buyana meçhul!
15 Temmuz sadece darbe geçmişimiz değil, askerî tarihimiz bakımından da bir dönüm noktası oldu. Zira o güne kadar meydana gelen darbe girişimlerinde, ihtilâllerde, başkaldırma vesaire gibi gayrımeşru kalkışmalarda halka tek bir el olsun kurşun atılmamış, millete ait binalar ve hele Meclis bombalanmamıştı! Halk, yine o gece tarihte ilk defa olarak darbeye fiilî olarak karşı koydu, bu uğurda canını verdi. Ama bazı fotoğraflar, özellikle de Ankara’da, Genelkurmay’ı işgale yeltenenlere karşı verilen mücadelede şehid düşen, canlarını mâruz kaldıkları tank ateşi ile kaybeden vatandaşların şehadet görüntüleri, daha fazla infiale sebep olmaması için yayınlanmadı.
Tam bir vahşet timsali olan bu resimler görülse idi, milletin tepkisi muhakkak çok daha ağır olurdu!
UNUTTURMAMANIN ŞARTLARI
Bu yıldönümünün, bir başka tarafı daha var…
Eski âdetimizdir: Önemli hadiseleri hatırlarız, yıldönümlerinde kutlamalar yaparız ama olanların şokunu atlatmaya başlayınca başımıza gelenleri zamanla unuturuz, kahramanların isimleri ve belâların defedilmesinde oynadıkları önemli roller hafızamızdan uçup gider, sadece olayın günü ile ismini hatırlar, aradan uzun zaman geçtikten sonra da tamamı hafızamızdan sileriz.
Örnek mi? Meselâ seneler boyunca tarihimizin en büyük dönüm noktası kabul edip yeri-göğü inlettiğimiz ama şimdilerde sadece bir-iki kişinin bildiği 23 Temmuz Bayramı!..
23 Temmuz 1908’de, İkinci Meşrutiyet ilân edilmiş, Sultan Abdülhamid’in otuz kusur sene devam eden mutlak idaresi o gün son bulmuş, 1878’in 13 Şubat’ından itibaren kapalı olan Meclis yeniden açılmış ve Türkiye’nin tarihinde yeni bir dönem başlamıştı.
Resmî bayram yapılan ama şimdilerde artık hiç hatırlamadığımız 23 Temmuz hakkında o günlerde şiirler yazıldı, şarkılar ve marşlar bestelendi, yıldönümleri dillere destan şenliklerle kutlandı fakat bunların hepsi zamanla unutuldu! Kutlamalar 1930’lu senelere kadar devam etti ise de coşku gittikçe azaldı, Sarayburnu Parkı’nda verilen bir-iki küçük konser ile sınırlı kaldı, derken Lozan Andlaşması’nın yıldönümü kutlamaları ile birleştirildi ve sonra hafızalardan tamamen silinip gitti!
Şimdi ıztırap, acı ve nefretle hatırlanan 15 Temmuz’un üzerinden uzun seneler geçtikten sonra bu “unutma” âdetimizin neticesinde o günün de böyle bir âkıbete uğramaması için kalıcı işler yapılması şarttır ve yapılması gerekenlerin başında ciddî araştırmalar neticesinde ortaya konacak, hadiseyi her yönü ile anlatıp târihe mâledecek belgeye dayalı eserlerin yayınlanması gelir.
BASİT AMA ŞIK BİR MARŞ LÂZIM
Ve, mutlaka bir marş, yahut şarkı veya türkü, yani sözleri 15 Temmuz’u terennüm eden güzel, hoş ve hafızalarda kalması kolay bir melodi!
Dikkat edecek olursanız, geçmişte yaşanmış ve bugün hâlâ hatırlanan bütün önemli hadiselerin mutlaka bir musikilerinin olduğunu farkedersiniz…
Meselâ, tarihe “93 Harbi” diye geçen ve büyük mağlûbiyetimizle neticelenen 1876’daki Rus Savaşı’nın ayrıntılarını pek malûmumuz değildir ama bu harbin çok önemli bir safhasını teşkil eden Plevne Müdafaası ile Gazi Osman Paşa’yı bilmeyenimiz yoktur. Hadisenin unutulmamasını “Tuna Nehri akmam diyor” sözleri ile başlayan Plevne Marşı sağlamıştır.
Aynı şekilde, Birinci Dünya Savaşı’nın ıztırabı Muş’taki “ahz-ı asker şubesi”nden, yani “askerlik dairesi”nden Yemen’e sevkedilen ve orada şehid düşen gençlerin hatırasına yakılan “Yemen Türküsü” ve eski tarihle 1315’te, yani 1899’da dünyaya gelmiş delikanlıların cepheye sevkini anlatan “Hey onbeşli onbeşli” isimli Tokat türküsü ile hissedilir. Genç Cumhuriyet’in terennümü ise “Onuncu Yıl Marşı”dır…
Bütün bu eserlerin ortak özelliği “basit” ve Onuncu Yıl Marşı hariç tamamının resmî yarışmalarla, jürilerle, ödüllerle, vesairelerle değil halkın yaratıcılığının neticesinde ortaya çıkmış olmalarıdır. Onuncu Yıl Marşı gerçi Cemal Reşid’e siparişle yaptırılmıştır ama bestekâr operetler devrinin zevkini yansıtan kulakta kalıcı hoş ve basit nağmeler kullandığı için rağbet görmüştür, hattâ icrası zor olan İstiklâl Marşı’ndan bile rahat okunur.
Devir değişip de heyecanın azalmaması; faciaların, ıztırapların ve yaşanan acıların unutulmaması için işte böyle kalıcı ama “samimî” eserlere ihtiyacımız var!