Gündemin utanç verici bir cinayete, sekiz yaşındaki Narin’in hunharca katledilmesine kilitlendiği son günlerde bazı gençler arasında pek farketmediğimiz yeni bir kamplaşma, başını alıp giden bir çılgınlık yaşanıyor: İttihadçılık merakı, İttihad ve Terakki hayranlığı...
Sadece gençler değil, olgun yaştakiler de sosyal medyada gruplar kurup İttihadçılık ile bu partinin liderleri önemli isimleri olan Enver, Talât ve Cemal Paşalar’ı göklere çıkartıyorlar, hattâ piyasada üzerinde bu üç paşanın resimleri bulunan tişörtler bile satılıyor. “Paşam, emret ölelim”, “Zulme karşı mukavemet” yahut “İttihadçı ruhu” misâli sloganların bini artık bir para!
Modanın başlamasında aslında bir yerde ben ve seneler önce Tarihin Arka Odası’nda defalarca ağırlayıp “Son İttihadçı” diye şakalaştığımız rahmetli Erol Şadi Erdinç müştereken sorumluyuz... Erol Şadi’nin programda tatlı ve etkileyici konuşması arasında yaptığı espriler bile bugün İttihadçılık modasının yayılmasında etkili oluyor.
Meselâ, Erol ağabeyin sarfettiği “Zulme karşı mukavemet” sözü bugün İttihadçı sloganı zannediliyor ve “Zulme karşı mukavemet! Kahrolsun istibdat, yaşasın Hürriyet! Selâm olsun o yiğit kahramanlara! Enverler ölmez! Talâtlar ölmez! Cemaller ölmez! İttihadçılar ölmez!” teranesi tekrar edilip duruyor...
Ama, “Zulme karşı mukavemet” sözünün İttihad ve Terakki ile alâkası yoktur! 1789’daki Fransız İhtilâli sırasında Kurucu Meclis’in kabul ettiği İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin ikinci maddesinde geçer, Fransızcası “résistance à l’oppréssion”dur ve hâlen Fransız Anayasası’nın giriş kısmında da yeralır...
Üstelik, rahmetli Erol ağabey “zulme kaşı direniş” sözünü İttihadçılar için değil, 27 Mayıs öncesinde Adnan Menderes aleyhinde gösteri yapanlara ait bir hak olarak kullanmış ama İttihad ve Terakki meraklıları rahmetlinin konuşmasını nasıl bir hayranlıkla ve nereleri ile dinlemiş olacaklar ki, Menderes muhaliflerinin faaliyetlerini İttihadçı çabası zannetmişlerdir!
TEK HEDEF: ABDÜLHAMİD’İ DEVİRMEK!
Şimdi, İttihadçılığın temelini konuşalım:
Jöntürkler’in bir yerde devamı olan İttihad ve Terakki, Sultan Abdülhamid’in istibdadına son vermek maksadıyla başlamıştı. “Memleketi batmaktan kurtarmak” için çalıştıkları söylense bile, İttihadçılar, hareketin temelinde Abdülhamid’in işbaşından uzaklaştırılması çabasının bulunduğunu açıkça ifade ediyordu.
İstanbullu bir Rifaî şeyhinin yazdığı İttihad ve Terakki Marşı’nın terennümünü teşkil eden “Bir belâdan bin belâ icad eden hain yezid / Âdemiyyet, milk ü millet düşmanı Abdülhamid” sözleri, bu nefretin boyutunu mükemmelen gösterir.
Bugün, hayranlık listesinde ilk sırayı İttihad ve Terakki’nin en güçlü ismi olan Enver Paşa alıyor.
Burada, Enver Paşa’nın hatıralarında maksatları ve Abdülhamid hakkında yazdığı bazı cümleleri aynen naklediyorum:
“...Soba başında toplandığımız istirahat zamanlarında hükümetin aczinden, idâre-i mutlakanın (mutlakiyet idaresinin), hassaten (özellikle) Sultan Hamid’in fenalığından bahsederdik. Fakat bunlar söz olarak kalır, yalnız fikirde ufak bir intibah (uyanma) hâsıl ederdi...”.
“...Bu sırada, hakikaten, zalim idarenin tesirini bütün milletin anlamaya başlamış olduğunu hissettim ve bundan sonra idâre-i zâlime-i Hamidî’ye (Abdülhamid’in zalim idaresine) karşı zihnimde hâsıl olan intibah (uyanma), derece-i kemâle (olgunluk derecesine) gelmişti (olgunlaşmıştı). ‘Bu hâin herif istese bir anda her şeyi yapar; memleketi bahtiyar eder, etrafındaki alçakları dağıtır, hem memleket, millet bahtiyar olur, hem kendisi’ diyordum. Fakat ben bu adamın senelerden beri kan içmeğe alışmış olduğunu ve insanın itiyâdından (alışkanlığından) vazgeçemeyeceğini düşündükçe, şahsına karşı fevkalâde bir adâvet (düşmanlık) [hissediyor] ve herhalde bunun vücûdunun ortadan kalkmasının en selîm (kusursuz) bir çâre olacağını düşünüyordum...”.
TURANCILIK MASALI...
Zamâne İttihadçılarına göre Enver Paşa su katılmamış bir Turancı idi!
Enver Paşa’nın sürgündeki son senelerine ait bütün yazışmaları elinden geçmiş ve hepsini yayınlamış bir kişi olarak söylüyorum: Paşa hayalperestti, romantikti ama “Orta Asya’ya Turan’ı kurmak için gidiyorum” gibisinden bir söz etmemişti ve daha da önemlisi, Turancı falan değil, İslâmcıydı!
Hayali bir “Turan Devleti” değil, bir “intikam hareketi” başlatarak İngiltere’nin emperyalist gücüne son vermek ve Orta Asya’dan Hindistan’a, hattâ Türkiye’ye uzanacak bir “İslâm İmparatorluğu” teşkil etmekti. Bu imparatorluğu temelinde İslâm’ı ortak değer kabul eden bir federasyon düşüncesi bulunacaktı.
Enver Paşa, resmî yazışmalarında ve tamamı binlerce sayfa tutan özel mektuplarında Turan hayalinden bir defa olsun bahsetmez. Yazdıklarında “Turan “ sözü gerçi birkaç yerde geçer ama kasdettiği “Turan” mâlûm ideoloji değil, İran’ın 20. asrın başında bu isimle adlandırılan doğusu ve Orta Asya’daki Türk bölgeleridir. “Turan’a gidiyorum” demek “Turan İmparatorluğu kurmaya gidiyorum” değil, “Orta Asya’ya gidiyorum” demektir.
Paşa’nın Birinci Dünya Savaşı sonrasındaki mecburî sürgünü sırasında kaleme aldığı mektuplarında geçen şu ifadeler de, düşüncesinin “Turan” değil “İslâm Devleti” olduğunu açık şekilde aksettirmektedir:
“...İngilizler dişleri sökülmüş yılan gibi sürünürken İslâm kazanacak. ...İngilizler’e karşı açtığım İslâm ihtilâl bayrağının altında bütün Müslüman memleketleri toplayarak İngiliz aleyhinde çalışacaklarla, yani Bolşeviklerle birlikte mücadeleye devam fikrinden gittikçe hoşlanıyorum. İnşaallah bu da hem Müslümanlar’a hem memleketimize çare olacaktır. ...Muvaffak olursak Türkiye, İran, Afganistan birliği vücut bulmuş olur. Bu suretle kuvvetli bir İslâm kitlesi hem İngilizler’e büyük bir darbe vurur, hem de Avrupa’nın altolması için Bolşevikler’in serbest kalmasına vesile olur. İnşaallah bunun hayata geçtiğini görerek seviniriz. ...Böyle sürüne sürüne, toprak odalarda duman içinde, maddeten ve senden uzak mânen, yalnız İslâmları kurtarmak teşebbüsüyle yaşıyorum”.
Paşa’nın bütün hatâlarına rağmen, o günün şartlarından Turan hayâline dalmayacak derecede haberdar bulunduğundan emin olun!
BİR NE OLDUĞU MEÇHUL BİR DİN EKSİKTİ
Yeni moda İttihaçılarımız sadece Enver Paşa’yı değil, önde gelen diğer İttihadçıları da yere-göğe koyamıyor ve yücelttikleri isimlere Kafdağı’ndan kar bağışlıyorlar... Üstelik bazıları “Türk dini” yahut “Tengricilik” diye bir terâne tutturmuş gidiyorlar...
Neyin nesi olduğu bilinmeyen bu yeni din, Suriyeli sığınmacı sayısının artmasının körüklediği Arap düşmanlığının neticesinde bazı gençlerde İslâmiyet inancının yerini almaya başlayan garipliklerden biridir...
Ve, düşülen bir başka büyük hatâ Enver Paşa ile Mustafa Kemal’in mukayesesi...
Senelerdir yazıp söylüyorum ve sırası gelmişken yine tekrar edeceğim:
Elimden sadece Enver Paşa’nın değil, İttihad ve Terakki’nin önde gelen birçok liderinin evrakı da geçti...
Bu evrakı okumuş olmanın sağladığı ayrıcalığa dayanarak ifade edeyim: İstiklâl Harbi’nin başında Mustafa Kemal değil de Enver Paşa yahut İttihad ve Terakki’nin bir başka hayalperest mensubu bulunsa idi, perişan olmuştuk! Millî Mücadele hayal uğruna girişilen bir savaşa döner ve neticede Sevr’den de beter hâle gelirdik!
Dolayısı ile Yeni İttihadçı gençlerin, Enver Paşa’dan bahsederken kullandıkları “Sen hayal kur, biz ölelim Paşam” sloganı tuhaftan da öte bir saçmalıktır! Ölmek, hele boş hayaller uğruna can vermek hem bu kadar ucuz olmamalıdır, hem de geçmişte yine o hayaller uğruna Sarıkamış’ta, Gazze çöllerinde, Galiçya’da ve daha nice yerlerde yüzbinlerce gencin nasıl can verdiklerini hatırlamak gerekir!
Her zaman ve her vesile ile ortaya konan bazı gerçekleri tekrar edeceğim: İttihadçılar kötü niyetli insanlar değillerdi, yaptıkları herşeyin gerisinde memleketin iyiliği arzusu vardı; hırsızlık yahut yolsuzluk gibi şaibelerin altında kalmamışlardı ama tecrübesiz ve fazla atak idiler.
İmparatorluğun sonunu da işte bu tecrübesizlikleri getirdi! Abdülhamid’in 33 senede 1,5 milyon kilometrekare toprak kaybetmesinin ardından İttihad ve Terakki 1909’dan sonraki on sene içerisinde imparatorluğun tamamını elinden çıkardı ve öyle ki payitaht, yani İstanbul bile işgale uğradı!
SENELER ÖNCE VERİLEN BİR DERS...
Bu kafada olanlara en güzel cevabı, rahmetli Alparslan Türkeş, seneler önce yaptığı bir konuşmada veriyor:
“İttihad ve Terakki Fırkası var yakın tarihimizde. Enver Paşalar var, Talât Paşalar var, Cemal Paşalar var. Birçokları bunları çok beğendiler. ...’Efendim çok dürüst adamlardı, doğru adamlardı, şöyle adamlardı. Bak, Enver Paşa gitti Türkistan’da şehid oldu. Ama koca Osmanlı Devleti’ni yıktıktan sonra neye yarar? 1908’de geldi İttihad ve Terakki, iktidar oldu. Onlar iktidar olduğu zaman Arnavutluk Osmanlı Devleti’ne bağlıydı. Osmanlı Devleti’nin sınırları Adriyatik Denizi’ndedir. Rumeli, bizim elimizdedir. Selânik, efendim Manastır, Niş, Kosova hepsi bizim idaremizdedir. Libya ve Çad bizdedir, yani sınırımızın bir ucu Afrika’nın ortasında, ekvator çizgisindedir. Arabistan, Yemen bizdedir. Yani, Osmanlı Devleti’nin bir ucu Hint Okyanusu’ndadır 1908’de. On sene sonra, 1918’de hepsi gitmiştir, Anadolu da işgale uğramıştır, Anadolu da tehlikededir. İşte İttihad ve Terakki, işte Enver Paşa, işte Talât Paşa, işte Cemal Paşa. ‘Efendim çok vatanseverdiler, çok dürüsttüler. Hırsız değillerdi, bilmemne değillerdi’. Ama, komitacıydılar. Komitacılıkla devlet adamlığı farklı şeylerdir. Bize akıllı, ileriyi gören devlet adamı lâzım. Milletini tanıyan, tarihini bilen kudretli devlet adamı lâzım”.
Türkeş’in konuşmasının tamamını internetten bulabilirsiniz...
Tarihimizin bu son derece önemli siyasî hareketi, yani İttihadçılık doğrularıyla da, yanlışları ile de bize aittir ama hatalarıyla yahut sevaplarıyla artık tarihe mâlolmuştur ve yeni İttihadçılık, başımıza gelen bütün felâketleri unutup yüz küsur sene önceki hatalarımızı tekrar etmekten başka birşey değildir!