Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ayasofya’da Kadir Gecesi sabah ezanı okunması Yunanistan’ı hiddetlendirdi, ardından UNESCO da “Ayasofya’nın dünya mirası olarak kalması gerektiğini” söyledi. Sanki dünya mirası olan Vatikan ile Saint Pierre Kilisesi’nde hiç âyin yapılmıyormuş gibi... İşte, bize şimdi bu tavsiyelerde bulunanların büyük dedeleri olan Haçlı askerlerinin geçmiş asırlarda Ayasofya’da

        Bugün güzel bir bayramı idrak ettiğimiz sırada, komşumuz Yunanistan’da, özellikle de Yunan Hükümeti’nde sinirler hayli gergin... Sebep, Ayasofya Camii’nde Kadir Gecesi münasebeti ile dualar edilip selâtin camii usulü çifte ezan okunmasının getirdiği rahatsızlık...

        İlk tepkiyi Yunan Dışişleri Bakan Yardımcısı Yannis Amanatidis verdi ve Ayasofya’da ezan okunmasını kınadı. Amanatidis daha sonra Birleşmiş Milletler Bilim, Eğitim ve Kültür Teşkilâtı’ndan (UNESCO) destek istedi; UNESCO’nun kültür işlerinden sorumlu direktör yardımcısı Francesco Bandarin ile beraberce bir basın toplantısı yaptılar ve Bandarin, “Türk Hükümeti’ne Ayasofya’nın dünya mirası olarak kalması gerektiğini daha önce de söyledik ve bunu tekrarlayacağız” dedi.

        Ayasofya’da 19. yüzyıl sonunda bir kandil gecesi yapılan zikir.

        REKLAM

        Açıklamadaki tuhaflığı bilmem farkettiniz mi? Ayasofya’nın dünya kültür mirası olduğu hatırlatılıyor ve bu yüzden mekânda ezan okunmasına karşı çıkılıyor, yani “UNESCO’nun Dünya Kültür Mirası listesinde yeralan yerlerde ibadet yapılmaması, sadece kültürel mekân olarak kalmaları gerektiğinin” söylenmesine çalışılıyor.

        Ayasofya’nın etrafı, 20. yüzyılın ilk dönemlerine kadar ahşap evlerle doluydu.

        VATİKAN’DA AYİN MESELESİ

        Şimdi basit bir fikir yürütelim: UNESCO, Vatikan’ın tamamını Dünya Kültür Mirası ilân etmiştir; Vatikan’daki binalar, müzeler ve kiliseler; hattâ Hristiyan dünyasının en önemli dinî merkezlerinden olan Saint Pierre Kilisesi de bu kültür mirasının parçasıdır ama her Papa, önemli günlerdeki büyük âyinleri daima Saint Pirre Kilisesi’nde yapar.

        Francesco Bandarin’in sözlerinden hareketle, bir “kültür mirası” olan Saint Pierre’de de âyin yapılmaması, dua edilmemesi, hattâ mum bile dikilmemesi gerekir!

        İtalyan mimar ve şehir plânlamacısı Francesco Bandarin memleketinde bu meâlde bir söz edecek olsa kimse karşı çıkmaz, sadece “Galiba aklından zoru var” derler, o kadar!

        REKLAM

        Ayasofya’nın ibadete açılmasından yana olduğumu söyledikten sonra, size Ayasofya’da bundan sekiz asır önce, 1204’te yaşanan, üstelik Hristiyanlar’ın sebep oldukları ve ayrıntılarının az bilindiği bir rezaleti anlatayım: Katolik Haçlı askerlerinin Ayasofya’nın kürsüsüne çıkarttıkları fahişelere şarkılar söyletip raksettirmelerini, Hazreti İsa’nın mozaiklerinin önünde katır kesmelerini ve mâbedi bir güzel yağmalamalarını...

        İşte, Ayasofya dışında başka hiçbir mâbedin başına gelmeyen bu rezaletin kısa öyküsü...

        Haçlı Seferleri başlayalı neredeyse bir asır olmuş, 1200’lerin başında da zamanın Papa’sı Üçüncü Innocent yeni bir Haçlı ordusu toplamış ve Dördüncü Haçlı Seferi’ni hazırlamıştı...

        Delacroix’nın İstanbul’un 1204’te uğradığı Haçlı işgali tablosu.

        GÖRÜLMEMİŞ BİR YAĞMA

        Kudüs’e gitmek üzere yola çıkan askerler Venedik gemileriyle Avrupa’dan ayrıldılar ama İstanbul’a vardıklarında şehrin zenginliği o zamanın fakir Avrupası’nın dört bir tarafından gelmiş olan askerlerin gözlerini kamaştırdı ve Kudüs yerine Bizans’ı almayı tercih ettiler! Taht mücadeleleri yüzünden zaten bitkin halde bulunan Bizans saldı- rılara dayanamadı, 1204’ün 12 Temmuz’unda Haçlı- lar’ın eline geçti, İstanbul’da yarım asır boyunca devam edecek olan bir Lâtin hâkimiyeti kuruldu ve şehir, tarihinin en büyük yağmasını yaşadı.

        REKLAM

        Haçlılar, işe evleri soymakla başladılar. Yağmaya şahit olan Villehardouinli Geoffrey isimli tarihçi, “Askerler elbiselerinin üzerine işlenmiş olan haçın mânâsını unuttular, kasaplığa ve kundakçılığa giriştiler. Evler ateşe verildi, saraylar ile resmi binalar tamamen soyuldu. Erkekler öldürüldü, kadınlar tecavüzeuğradı, en kıymetsiz eşyalar, hattâ köylülerin gömlekleri bile yağmalandı” diye yazacaktı.

        Önemli bir hattat olan İkinci Mahmud’un Ayasofya’daki yazılarından biri.

        Derken, sıra zamanın en büyük mâbedi olan Ayasofya’ya geldi ve Ayasofya sadece yağmalanmakla kalmadı, tam bir rezalete sahne oldu. Askerler kiliseye katırlarla ve Fransız bir fahişeyle beraber girdiler. Katırlar yağ- malanacak kıymetli kutsal eşyaları taşımak, fahişe de âlem yapmak içindi.

        Yağma, sadece birkaç dakika sürdü. İşe duvarlardaki kaplamalardan başlandı, Hazreti İsa’nın havarileriyle Hazreti Meryem’e ait olduğuna inanılan eşyalar, Hazreti İsa’nın çarmıha gerilmesinde kullanıldığı söylenen kutsal çivilerden biri ile peygamberin başına takılan dikenli taç, altın ve gümüş haçlar ve kıymetli madenlerden yapılmış ne varsa katırlara yüklendi. Kilisede bir taraflara saklanmış olan rahiplerin karınları deşilirken rahibeler de tecavüze uğradı. Talana yetişemeyen Katolik askerler ise Ayasofya’nın şifalı olduğu, böbrek ve göğüs ağrılarına iyi geldiği söylenen sütunlarından parçalar kopartmaya giriştiler. Yüklenen eşyaların ağırlığı altında hareket edemez hale gelip oldukları yere yıkılan katırlar da kılıçlarla parça parça edildi.

        REKLAM

        AVRUPA’DA SATTILAR

        Kilisede ne var ne yok götürüldükten sonra, sıra eğlenceye geldi ve Papa’nın askerlerinin beraberinde getirdikleri Fransız fahişe, Ortodoks Patriği’nin birkaç gün öncesine kadar vaaz verdiği kürsüye çıkıp açık saçık şarkılar okumaya ve müstehcen bir raksa başladı. Askerler de o sırada fıçılar dolusu şarap içmekle meşguldüler.

        İstanbul, bu yağmadan sonra Bizans’ın yerini alan “Latin İmparatorluğu”nun başkenti oldu ve şehrin üzerine çöken kâbus tam 57 sene devam etti. Bizans İmparatoru Sekizinci Mihail Paleolog, İstanbul’u 1261’de geri aldığı zaman baştan aşağı yağmalanmış bir şehirle karşılaştı. Haçlılar herşeyi toparlayıp götürmüş, İtalya’da ve Fransa’da satmışlardı.

        Hazreti İsa’ya ait olduğuna inanılan ve bugün Torino’da muhafaza edilen kefen ile Venedik’teki San Marko Meydanı’ndaki kilisede bulunan dört adet at heykeli yağmalanan eserlerden sadece birkaçıydı ve Bizanslılar’ın sonraki “Ayasofya’da kardinal külâhını görmektense, Müslüman sarığını tercih ederiz” demelerinin sebebi de 1204’te yaşadıkları bu felâket idi...

        REKLAM

        UNESCO’nun kültür işlerinden sorumlu direktör yardımcısı Francesco Bandarin asırlar önceki bu rezaleti bilmemesi mümkün olmamasına rağmen konuşmuş işte!

        Müttefik İşgal Kuvvetleri subayları, 1920’de Ayasofya’nın önünde.

        AYASOFYA'YI İŞGAL SENELERİNDE DE CANLA BAŞLA MUHAFAZAYA ÇALIŞMIŞTIK

        Bugün müze olarak kullanılan ve sabah ezanı okunduğunda Yunanistan’ın kıyametler koparttığı Ayasofya, 20. yüzyılın başında, özellikle de Birinci Dünya Savaşı’ndan mağlûp olarak ayrılmamız üzerine uğradığımız işgal sırasında da sıkıntılara sebep olmuş, devlet gayrımüslimlerin mâbede girip de hiç olmayan birşeyler yapmalarını önlemek için büyük çaba göstermişti.

        Arşivlerdeki belgeler, Osmanlı vatandaşı olmayan gayrımüslimlerin yanısıra Rumlar ile Ermeniler’in, özellikle de yabancı pasaport taşıyanlarının toplu halde Ayasofya’ya girmeye uğraştıklarını ve İçişleri Bakanlığı’nın camideki emniyet kuvvetlerine sık sık “Sakın içeriye girmesinler” diye talimat gönderdiğini gösteriyor.

        BİTMEYEN DİLEKÇELER

        Gayrımüslümler, Ayasofya’ya alınmamaları üzerine işgal kuvvetlerinden izin kâğıtları getiriyorlar ama bu belgeler de işe yaramayınca başka bir yola başvuruyorlardı: Türk makamlarına “Turist rehberi oldukları, ekmek paralarını Ayasofya’yı yabancılara gezdirmek sayesinde kazandıkları ama yasaklar yüzünden aç kaldıkları” şeklinde dilekçeler veriyorlar fakat İçişleri Bakanlığı’ndan ardarda gelen bu taleplere rağmen izin çıkmıyordu.

        Aynı senelerde şehirde işgal kuvvetlerinin desteği ile Ayasofya’ya çan takılacağı yolunda bir söylentinin yayılması üzerine direniş gruplarının camiin içine gizlice dinamitler yerleştirdikleri ve herhangi bir teşebbüs karşısında Ayasofya’nın kilise olmasını görmek yerine havaya uçurmayı tercih edecekleri de anlatılıyordu.

        Burada sözünü ettiğim ve şimdi Osmanlı Arşivleri’nde bulunan yasaklardan birinin belgesini, zamanın başbakanlığı olan Sadaret’ten İçişleri Bakanlığı’na gayrımüslimlerin Ayasofya’ya girmelerinin önlenmesi için gönderilen bir talimatı yayınlıyorum. İstanbul’un uğradığı işgal hakkında ciddî bir araştırma yapıldığı takdirde, arşivlerde böyle daha birçok evrak bulunabilecektir.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar