Raks
Birinci Dünya Harbi senelerinde politikanın içerisinde bulunmuş yahut gazetecilik yapmış olanların sonradan yayınladıkları hatıralarında sık sık rastlanan bazı ifadeler vardır:
“Enver’e (Enver Paşa’ya) çok söyledim ama dinletemedim!”, yahut “Talât’a bunu böyle yapmaması için az mı dil döktüm? Ama kendi bildiğinden şaşmadı ve netice işte böyle felâket oldu!” derler...
Bu sözleri söyleyenler, kendileri de İttihadçı olan yahut İttihad ve Terakki’ye yakın durmuş kişilerdir; Enver ve Talât Paşalar’ın ardından konuşmaya, İttihadçı liderlerin 1918 Kasım’ının başında Türkiye’den ayrılmalarından hemen sonra başlamışlardır. Falih Rıfkı, eski efendileri hakkında ilk atıp tutanların, devrik liderlerden memleketi terketmelerinden hemen önce “susmaları” için para alanlar olduğunu yazar...
Benzer ifadeleri, çocukluk ve gençlik senelerimde eski Demokrat gazetecilerden de sık sık işitirdim: “Adnan’a (Adnan Menderes’e) çok söyledim ama kulak vermedi” diye başlar, “Âââh âh! Celâl Beyefendi (Bayar) uyarılarımı dinlese idi iş böyle mi olurdu?” diye yakınırlardı. Onlara sorarsanız Bayar ve Menderes hata üstüne hata yapmışlar ama eleştiriye kulaklarını kapatmışlardı ve uğradıkları fecî âkıbetin sebebi, etraflarındaki sağduyu sahiplerinin uyarılarını dinlememeleriydi!
Ama, 27 Mayıs darbesinden hemen sonra “Ben demiştim, söylemiştim, uyarmıştım, dikkatlerini çekmiştim fakat kulak asmadılar” diye konuşanlar, Bayar ile Menderes’in ikbal günlerinde “Sizden büyüğü mü var beyefendi?”, “Emrettiğiniz takdirde olmaması mümkün mü?” yahut “Böyle sözler etmek muhalefetin ne haddine? Şöyle bir yan bakışınızla bile silinip giderler” gibisinden pohpohlayıcılar ve kâselîzler idi!
RAKSIN DA RACONU VARDIR!
Benzer sözler, AK Parti’nin 7 Haziran seçimlerinde Meclis çoğunluğunu kaybetmesinin hemen ardından şimdi yeniden işitiliyor. Senelerce silâhşorluk, kalemşorluk, vesairelik yapan köşe sahiplerinin yahut mevsimlik TV yüzlerinin bazıları, birkaç günden buyana eskilerin yaptığı gibi “Biz demiştik, söylemiştik, uyarmıştık ama dinletemedik” edebiyatının derinliklerinde kulaç atmaya başladılar bile...
Eski zamanların eğlence kitapları rakkaslığın ve rakkaseliğin bir usûlü olduğunu, raks meydanına çıkar çıkmaz hemen oynanmadığını, önce bir “endâm gösterildiğini”, yani ısınma turları yapıldığını yazarlar...
Anlaşıldığı kadarı ile artık bu işin raconu da nihayet bulmuş; lokmalar henüz boğazda dururken istikbal hevesi ile raks ve nankörlük etmek, âciliyet kazanmış! “Ben demiştim” edebiyatını şimdilik çok değil, sadece bir-iki kişi yapıyor ama sayılarının nasıl artacağına, yani eski âdetimizi yılmadan devam ettirdiğimize zamanla hep beraber şahit olacağız!
BU ÖRNEĞİ UNUTMAYALIM!
Siyasî raksın, tersine de olsa en güzel örneğini bundan tam iki asır önce Fransız basını vermişti:
Napolyon, Avrupalı müttefik ordular karşısında yenilmesi üzerine 6 Nisan 1814’te tahtından feragat etmiş ve İtalya sahillerindeki Elbe Adası’na sürgüne yollanmıştı. 1815’in 26 Şubat’ında adadan kaçtı, Fransa’ya döndü, karşısındaki müttefik Avrupa’ya karşı yeniden bir savaş başlattı ama iktidarı sadece 100 gün devam edebildi. Aslen Korsikalı olan Napolyon’u, Waterloo’da 18 Haziran’da uğradığı yenilgiden sonra Güney Atlantik’teki Saint Helena Adası’na sürdüler ve sâbık imparator, hayata altı sene sonra bu adada veda etti.
Sâbık imparatorun Elbe Adası’ndan kaçıp Paris’e ilerleyişi sırasında Fransız gazetelerinin attıkları manşetler, dünya basın tarihinin eşine-emsâline bir daha rastlanmayacak olan utanmazlık vesikaları idi.
İşte, bu manşetlerden bazıları:
28 ŞUBAT 1815: Korsikalı canavar, Elbe Adası’nda kapatıldığı ininden kaçıp Antibes’te karaya çıktı.
4 MART 1815: Napolyon, topraklarımızı çiğneyerek ilerliyor.
9 MART 1815: General Bonapart, Grenoble’a ulaştı.
19 MART 1815: Paris halkı, sadık bendesi oldukları imparator hazretlerini hasret içerisinde bekliyor!