Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        AK Parti, yeni partiler tam kuruluşlarını tamamlamadan ilkbaharda seçime gidebilir mi?

        Aslında bu soru AK Parti’den çok Millet İttifakı’nın iki başat üyesi CHP ve İYİ Parti içinden geliyor.

        Beklentinin bu denli yüksek olduğunu bilmiyordum, ancak önceki gün Ahmet Davutoğlu’nun Gelecek Partisi’ni kurmasıyla birlikte daha da alevlendiğine tanıklık ettim.

        Beklenti daha çok yönetim kadrolarında mevcut…

        Nitekim İYİ Parti lideri Meral Akşener’in önceki gün bir TV programında, “Davutoğlu veya Babacan bir erken genel seçim durumunda sizden milletvekili istese verir misiniz” sorusuna tereddüt göstermeden, “Evet…” yanıtını vermesi de bundanmış.

        AK Parti’ye, “Aklınızda olanı biliyorum, erken genel seçime gidecekseniz, nasıl ki bizde Sayın Kılıçdaroğlu’nun desteği ile işlemedi, aynısını bu kez de ben işletmem” mesajının verilmesi hedeflenmiş.

        Hemen belirteyim, TBMM’deki CHP yönetiminde de baskın genel seçim beklentisi yüksek.

        İSTANBUL’UN MUHASEBESİ

        Tam da bu noktada bütçe görüşmeleri devam eden TBMM’nin AK Parti Meclis kulisinde bir seçimin muhasebesi yapılmadan, bir yenisini nasıl gerçekleştireceklerinin tartışması yaşanıyor.

        Sözünü ettikleri de yenilenen İstanbul seçiminin muhasebesinin yapılmamış olması.

        AK Parti propaganda taktiğinden, seçim stratejisine kadar her bir uygulayıcısını sorgulamadı.

        Yoksa ‘sorguladı da biz mi duymadık?’ diye partinin etkin isimlerine de sordum, “Konuştuk. Ama nedenleri üzerinde detaylı bir irdeleme ve çalışma yapmadık” yanıtını aldım.

        ERDOĞAN’I ÇEKMENİN AĞIR BEDELİ

        Aslında sorgulamakta da haklılar.

        Çünkü 31 Mart seçimine giderken sahada Cumhurbaşkanı Erdoğan vardı ve seçim akşamı aradaki fark 13 bin 729 idi.

        Yenilenen seçime giderken AK Parti İstanbul’da en önemli ismi, propaganda işlerini yürüten medya ve tanıtım başkanını görevlendirdi, etkili aktörlerin de devreye girmesi sonucu en iyi oyuncusu Recep Tayyip Erdoğan’ı sahadan çekti.

        Bir günde 5-6 ilçede miting yapma başarısı gösteren Erdoğan’ın seçmenle kurduğu feragatli bağı kesti.

        Yarattığı dalgayla ivmeyi yükselten Erdoğan efektini, bir anda sıfırlayıp boşluğa düşürdü.

        Aradaki fark da 800 bine yükselmekle kalmadı; AK Parti adayı Binali Yıldırım öncekine göre tam 220 bin seçmen kaybetti...

        Özetle, bu denli yüksek seçmen kitlesinin elini bir sonraki seçimde ötekine gitmeye alıştırdı.

        1 KASIM KURALI ÇALIŞMADI

        AK Parti 7 Haziran 2015 seçimine giderken de benzer hatayı yapıp, Erdoğan gibi önemli oyuncusunu sahadan çekmenin sıkıntısını yaşamıştı.

        Erdoğan inisiyatif alıp sahaya dönerken, hatalı propagandanın müsebbiplerine de ağır siyasi bedel ödetirken, seçmenine “Seni anladım, gereğini de yaptım; merak etme bir daha olmayacak” mesajını da verdi.

        Kasım’da başarıya ulaşmasının geresinde de bu mesajın yeri büyüktü.

        Ancak İstanbul seçimi sorgulamadı, ilgisiz kalındı.

        Yenilgiyi yenecek, kaybetme sendromu aşacak 1 Kasım mekanizmasının hiçbiri çalıştırılmadı.

        Bu da muhasebesi yapılmamış yenilginin sürekli askıda kalması ve sendroma dönüşmesinin yolunu açtı...

        Ortada muhasebesi yapılmamış seçim varken, yenisinin kararını almak ne denli kolay olur?

        Ayrıca, milletvekillerinin özlük hakları düşünüldüğünde gelecek Haziran’a erken genel seçim de pek olası gözükmüyor.

        Bunlara karşın, “zam, tezkere, seçim” konuşulmaya başlandığında Ankara’nın gerisini mutlaka getirme geleneği de ortada duruyor…

        *

        “Gelecek” ile gelenler

        Her yeni kurulan parti, kurucu profiline uygun olarak ötekinin sosyolojik tabanından bir parça getirir.

        Peki, Ahmet Davutoğlu’nun önceki gün kurduğu “Gelecek Partisi” beraberinde kimden ne getirdi?

        Bunu anlamak için partinin kurucu profiline bakmak yeterli…

        Bazılarını tanımadığımı baştan belirteyim, ama başat oyunculuğa soyunan isimlerden yola çıkarsak ağırlıklı bölümünün muhafazakar gelenekten gelmiş isimler olduğunu söylememiz olası.

        SIRTINI AK PARTİ’YE DAYAMIŞ

        Partinin kuruluş çalışmasında bulunanlar da bunu reddetmiyor; sırtını AK Parti’ye dayayıp yelpazeyi diğer kesimlere açtıklarını belirtiyor.

        Dolayısıyla önde olan AK Parti’den kopup gelenlerin ağırlıklı bölümü, “milli görüş” cümlesiyle tanımlanan İslami gelenekten…

        Sözünü ettiğim, AK Parti’nin kuruluşunda etkin rol oynamış, hatta en sağlam çapasını oluşturan sosyolojik taban...

        Böyle bir durumda AK Parti’nin bu kesime söylemlerinin daha etkili olması beklenir.

        Oysa daha farklı bir politika sürdürdü, milliyetçilik yelpazesini genişleten söylem siyasetine yöneldi.

        Bir paradoksu da beraberinde üretti…

        Kapatma davası sürecinde etkili olmuş, 28 Şubat’ın en önemli aktörleri eleştiri oklarını Gelecek Partisi’ni kuran Ahmet Davutoğlu’na çevirirken, AK Parti yönetimiyle aynı kulvarda, hatta yan yana yürüyen politika sergilemeye başladı.

        AK Parti bu kesimle yan yana gözükmesi ister istemez muhafazakar kesimi de etkileyecek.

        Daha önemlisi, uzun süredir laik olması nedeniyle CHP lideri Kılıçdaroğlu ve laik kadın olması dolayısıyla da İYİ Parti lideri Akşener’in ulaşmakta zorluk çektiği seçmen kitlesi Davutoğlu ile birlikte zorlanmadan gelmiş olacak.

        Bu AK Parti açısından en dayanaklı çapasından bir parçanın kopması demek.

        Bakalım AK Parti bu yeni duruma karşı nasıl politika geliştirecek…

        *

        Ankara’nın doktoru…

        Başkentte hiç aksamayan bir gelenek vardır.

        Siyaset, medya, akademi ve üst bürokrasinin neredeyse tamamının gittiği hastanelerle birlikte, bir de hemen hepsinin ortak doktoru vardır.

        Bu kişiler içinde on yıllardır değişmez olanı, herkesin şifa dağıtıcısı, hocaların hocası, dünyaca ünlü bilim insanı Prof. Dr. Mehmet Haberal…

        Bir de kendisi doktor olmamakla birlikte babası Doktor Ahmet Küçükel’den gelen sağlık mirasını sürdüren Nüket Küçükel’i de bu kapsam içine koyabiliriz.

        Bunun yanı sıra Prof. Dr. Yaşar Eryılmaz, Prof. Dr. Ülkü Güney, Prof. Dr. Taner Demirer gibi siyasetten gelip, alanında sağlık dağıtan ama herkesin de tanıdığı önemli tıp bilim insanları da vardır.

        OSMAN MÜFTÜOĞLU SONRASI

        Yanı sıra gözüne çöp ya da ayağına diken de batsa her daim kapısı çalınıp, eksiksiz sağlık hizmetinden eksik bırakmayan bir de doktor geleneği hiç eksilmez.

        Numune Hastanesi Başhekimliği döneminde bu görevi Prof. Dr. Osman Müftüoğlu yürüttü.

        Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in de doktorluğunu yapan Prof. Dr. Müftüoğlu, İstanbul’a taşınınca bir süredir bu görev farklı isimler tarafından dağınık yürütülmüştü

        Ancak son dönem Ankara’da Osman Müftüoğlu’nun yürüttüğüne neredeyse birebir benzeyen yeni bir isim var.

        Ne zaman yanına gitsem hükümetin etkin bir ismini veya bürokratıyla kesin karşılaşıyorum.

        Hemen hepimizin ortaklaştığımız nokta ise sorunların çözümüne yardımcı olması.

        Sözünü ettiğim kişi 2008’den bu yana poroloterapi alanında çalışan, Gülhane Hastanesi’nde kurucusu olduğu Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Uygulama Merkezi’nin başında bulunan Doktor Öğretim Üyesi İlker Solmaz…

        Dr. Solmaz ile tanışmamız ciddi ağrılı geçen omuz yırtığı problemiyle başladı.

        Uyguladığı yöntemle kısa sürede sorunu ortadan kaldırdı.

        PROLOTERAPİ YÖNTEMİ

        Aslında tedavi yöntemi 1930’lardan bu yana dünyada uygulanan ve Türkiye’de ise yeni duyulan proloterapi Dr. İlker Solmaz’ın deyimizle, “Ameliyathaneye giden yoldaki son çıkış…”

        Bir anlamda bedenin, bedenle iyileştirilmesi…

        Modern tıbbın bir noktada yetmediği anda devreye girip, vücudun zili olarak nitelendirilen ağrıyı takip ederek kas iskelet sisteminde oluşan sorunu bedene tedavi ettiren yöntemi uygulamak.

        Bunun için yapılan da basit bir yöntem, şekerli serum ve özel içerikle ağrı çekilen noktaya serumun enjektesi sonucu mikropsuz iltihaplanma yaratılarak, vücudun bu bölgeyi tamir için atağa kalkmasını sağlamak.

        VÜCUDUN ALARM ZİLİ

        İlker Solmaz hoca buna, “Vücudun bir alarm zilinin çaldığı kas iskelet sistemindeki hasar görmüş bağın tamiri” diyor.

        Şu kadarını söylemeliyim ki korumasından, bakanına, genel müdüründen özerk kuruluşların başkanlarına, doktorundan belediye başkanına, gazetecisinden rektörüne kadar herkesin bir numaralı tedavicisi haline dönüşmüş.

        Sonuç almayanına da rastlamadım…

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar