Rengarenk bir romantik komedi
Dünya prömiyerini geçtiğimiz Sundance Film Festivali’nde yapan ve genelde olumlu eleştiriler alan ‘Rye Lane’, İngiliz yönetmen Raine Allen-Miller’in ilk uzun filmi…
‘Rye Lane’, ikibinli yıllarda farklı sulara yelken açan romantik komedi türünün örneklerinden biri… Türün ana şablonunu koruyan ‘Rye Lane’, daha gerçekçi bir hikâyeye yönelirken üslubu da öne çıkarıyor. Öte yandan, büyük bölümü ‘tek gün içinde iki kişi arasında’ geçmesi itibarıyla Richard Linklater’ın üç filmlik ‘Before’ üçlemesiyle de inkâr edilemez bir akrabalık taşıyor.
‘Rye Lane’, ‘oğlan kıza rastlar’ klişesini minik bir dokunuşla ‘kız oğlana rastlar’ şeklinde değiştiriyor. Ayrılık acısını ortaokullu ergen gibi tuvalete kapanıp ağlayarak yaşayan genç muhasebeci Dom (David Jonsson), yan kabine gelen Yas’in (Vivian Oparah) dikkatini çekiyor… Unisex tuvaletten çıktıklarında, kimsenin satın almak istemeyeceği kadar itici diş ve dudak fotoğraflarının sergilendiği bir sanat galerisinde olduklarını anlıyoruz. Yas, dışarıda karşılaştığı Dom’u ayakkabısından teşhis ediyor ve ağlamasına tanık olduğunu belli etmeden ona özel ilgi gösteriyor.
Galeriden birlikte çıkıp sohbetlerine devam ediyor ve içindeki dükkanların çoğunun rengarenk kepenklerini indirdiği Rye Lane isimli pasajdan geçiyorlar. Dom, 6 yıllık ilişkinin ardından 3 ay önce sevgilisi Gia (Karene Peter) tarafından terk edildiğini anlatıyor ona. Ayrılık acısını ikiye katlayan olay ise Gia’nın kendisini en yakın arkadaşı Eric (Benjamin Sarpong-Broni) için terk etmesi…
Yas ve Dom, geç saatlere kadar birlikte takılıyorlar. Arada birkaç kez vedalaşsalar da tekrar buluşuyorlar. Bütün bu süre içinde sadece sohbet etmiyorlar. Eski sevgilileri ve onların yeni partnerleriyle yüzleşmelerine vesile olan karşılaşmalar yaşıyorlar. Bu karşılaşmaların tesadüfen değil, Yas ve Dom’un zorlamasıyla olduğunu not etmekte fayda var. Böylece sadece flört edip duygusal olarak yakınlaşmıyor, birbirlerinin önünde geçmişle de hesaplaşıyorlar. Kaldı ki, gün içinde her şey yolunda gitmiyor. Arada kırgınlıklar yaşıyor ve tartışıyorlar.
Dom ve Yas, birbirlerine pek benzemeyen karakterler. Artık ailesinin yanında yaşayan Dom, titiz, sakınımlı, detaycı ve utangaç biri… Yas ise aklına geleni anında yapabilen bir rahatlığa sahip. Ama Nathan Bryon ve Tom Melia imzası taşıyan senaryo, kişilik farklılıkları veya zıtlıklar üzerinden gelişmiyor. Her şeyin halka açık tuvalet kabinine kapanıp içli içli ağlayan bir erkekle başladığını unutmamak gerek. ‘Rye Lane’, modern Amerikan sitcom’larında sıkça gördüğümüz bir özelliğe sahip: Karakterler birbirlerinin karşısına en havalı, en iyi halleriyle çıkamıyorlar. Tam aksine, birbirlerinin karşısında utanç verici, komik anlar yaşıyor; birbirlerinin zaaflarına, zayıflıklarına tanık oluyorlar. Bu duygusal striptiz, onları birbirlerine yakınlaştırıyor. Özellikle eski sevgililerle gerçekleşen karşılaşmalarda önceki ilişkilerinde yaşadıkları kalp kırıklıkları ve duygusal yenilgileri birbirlerinden saklayamıyorlar. Belki de kasten istiyorlar bunu. Çünkü geçmişin üzerine sünger çekmek, birbirleriyle teselli bulup avunmak değil tek dertleri… Eski sevgililerle hesaplaşmak da onlar için önem taşıyor.
Özetle, birçok çiftin belki birbirlerinden ömür boyu saklayacağı, bazısı utanç verici eski ilişki sırlarının ortaya döküldüğü yoğun bir ilk tanışma günü yaşıyorlar. ‘Rye Lane’i kendi türünün ilgiye değer örneklerinden biri yapan özelliği tam da bu galiba… Utanç duygusundan kurtuldukça birbirlerine yakınlaşıyorlar. Yas ile Dom’un hayali ve gerçek karaoke sahnelerini yine utanç üzerinden değerlendirmek gerek. Yas’in hayalgücünden çıkan havalı karaoke anısı, onları duygusal olarak birleştiriyor. Biraz da zorlamayla yapılan ve çok da parlak geçmeyen gerçek karaoke deneyimi ise fiziksel olarak yakınlaştırıyor.
‘Rye Lane’, sinemasal anlamda cazibeli bir film. Raine Allen-Miller biçimci yaklaşımdan kaçınmayan, üslubuyla öne çıkan bir işe imza atıyor. Geniş perde formatında kullandığı geniş açılı lensleri, tam karşı açıdan çekilmiş orta ölçekli planları ve canlı renk kullanımıyla ilk bakışta Wes Anderson’u akla getiren bir tarzı var. Anderson gibi, geniş alana yayılan çerçeveyi rengarenk bir resim tuvali gibi kullanıyor. Malum, tele lenslerde renk öbekleri ağır basarken, geniş açılı lenslerde detaylar ve değişik renkler öne çıkar. ‘Rye Lane’de görüntü yönetmeni Olan Collardy rengarenk detaylarla dolu bir dünyayla çıkıyor karşımıza. Allen-Miller ve Collardy ikilisi film boyunca bazen sıra dışı tuhaf kadrajlar yapmaktan uzak durmuyorlar. Karakterleri çok nadiren kadrajın merkezine değil köşelerine yerleştirdikleri planlar bir yana, arka fonda balıkgözü lenslerden kaynaklanan deformasyon duygusundan da kaçınmıyorlar.
Allen-Miller’in geniş açılı lensleri tercih etmesinin en önemli nedeni, filmin geçtiği mekanlara verdiği önem. Nevi şahsına münhasır insanları, rengarenk sokakları, dükkanları, duvarları, vitrinleri ve tabelalarıyla kıpır kıpır hayat dolu bir dünyaya açılıyor filmin arka fonu. Filmi, Allen-Miller’ın büyüyüp yetiştiği güney Londra’ya, Brixton ve Peckham bölgelerine yazdığı bir aşk mektubu olarak görmek mümkün. Filmi seyrettikten sonra çekimlerin gerçekleştiği caddeleri, sokakları görmek; oralarda dolaşmak isteği geliyor içinizden. Salt bu özelliğiyle dahi İngiliz romantik komedi geleneğinde ‘Notting Hill’ filmiyle adının yan yana anılacağını tahmin edebiliriz.
Açılış ve kapanış sahnelerinin bir sanat galerisinde başlaması, tesadüf değil. Yas’in filmlerde kostüm tasarımcısı olmak istemesi, nasıl dikkatimizi filmdeki giysilere çekiyorsa hikâye anlatımındaki resimsellik de aklımızdan pek çıkmıyor. Öte yandan, hip hop ve çeşitli gruplar üzerinden film boyunca sürüp giden müzik muhabbeti de kuşkusuz ayrı bir konu... Allen-Miller, İngiltere’de yaşayan Afrika kökenlilerin alt kültürünü daha çok müzik üzerinden yansıtmayı tercih ediyor. Müzik tercihleri onları birleştirdiği gibi ayrıştırıyor da… Sözgelimi, Dom’un tek kişiyi bile tanımadığı bahçe partisinde bir anda akıllı telefonundaki ‘play-list’ ile DJ konumuna gelmesi ve sevdiği klasik şarkılarla düştüğü durum hayli eğlenceli…
Allen-Miller, daha önce başka yönetmenler tarafından kullanılan bir anlatım tekniğini filmde başarıyla uyguluyor. Dom ve Yas, önceki ilişkilerini birbirlerine anlatırlarken, dinleyici konumunda olan kişi, ‘flash-back’ sahnenin içine dahil oluyor. Mesela Dom, Yas’in anılarını bir tiyatro salonundaki seyirci gibi izliyor. Yas ise direkt olarak hatıranın içine dahil oluyor. Tatsız anılarımızı başkalarına anlatırken, geçmişe belirli bir mesafeden kendimizle dalga geçerek baktığımız bir aşamaya geliriz… Film bu mesafe duygusunu etkili şekilde yansıtıyor. Böylelikle her ikisi de önceki ilişkilerdeki acılarını paylaşarak aşıyorlar.
Filmin bir sahnesinde iki kişi İngiliz yönetmen Steve McQueen’den övgüyle söz ediyorlar. 34 yaşındaki Allen-Miller’ın McQueen’e gönderdiği anlamlı bir selam bu hiç kuşkusuz. Ama ben kendi adıma Allen-Miller’ın gelecekte Amerikalı usta yönetmen Spike Lee’ye daha yakın bir artistik rota izleyeceğini tahmin ediyorum.
Birkaç sahne hariç çok fazla güldüğümü söyleyemem; çünkü mizah duygusu biraz geride. Ama hikâye örgüsü, karakterleri ve üslubuyla ‘Rye Lane’in son dönemde seyrettiğim en hoş romantik komedilerden biri olduğunu söyleyebilirim. Son olarak, ünlü bir İngiliz oyuncunun filmde aldığı küçük rolle büyük sürpriz yaptığını belirtelim. (Disney+)
7/10