Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Günlük güneşlik, huzur verici görüntülerle açılıyor ‘I See You’… İnsanlar nehir kenarında yürüyerek, küçük şelaleleri seyrederek vakit geçirirken, kamera bisiklet kullanan bir çocuğun peşine takılıyor. Tüm bu sahne boyunca, görüntülerle tezat teşkil eden ürpertici müzik, bizi gerçekleşecek kötü olaylara hazırlıyor. 10 yaşındaki çocuk bisikletiyle parkta dolaşırken adeta gizemli bir güç tarafından aniden havada yakalanıyor… Huzurun tekinsizliğe dönüşmesi açısından David Lynch’in ‘Mavi Kadife’sinin (Blue Velvet) açılışını andırıyor sahne… Filmin geri kalanının da tıpkı ‘Mavi Kadife’de olduğu gibi banliyö hayatının altındaki derin karanlıkla ilgili olduğu söylenebilir.

        Sonraki sahnede kamera, gecenin karanlığında hayalet misali büyük bir evin içinde geziniyor. Sabah göl kenarında büyük ve güzel bir evde olduğumuzu görüyoruz… Önce kahvaltı masasında Jackie (Helen Hunt) ve ergen oğlu Connor’ı (Judah Lewis) tanıyoruz. Geceyi kanapede geçiren babanın parkta kaybolan çocuk vakasını araştıracak polis dedektifi Greg Harper (Jon Tenney) olduğunu anladığımızda, her şey yerli yerine oturur gibi oluyor. Peşinden gelen sahnelerde kayıp çocukların sayısının iki olduğunu ve olayın bazı ipuçları itibarıyla yıllar önce yaşanmış başka bir vakayı andırdığını öğreniyoruz. Kayıp çocukların başlarına gelenleri merak ediyoruz ama seyretmeyi beklediğimiz o ‘dedektif filmi’ başlamakta gecikiyor.

        REKLAM

        Bunun yerine, dedektif Greg Harper’ın evinde geçen ağır bir aile dramının içine düşüyoruz. Mesleği psikologluk olan Jackie’nin, yaşadığı evlilik dışı ilişki nedeniyle oğlu Connor’dan çok ağır tepki gördüğünü, eşi tarafından da hâlâ affedilmediğini anlıyoruz. Annenin günah keçisi haline geldiği bu kasvetli aile dramının nereye varacağını merak ederken bu kez de bir hayaletli ev filmi başlıyor…

        Aslında alışmadığımız tarzda bir hayaletli ev filmi olduğu kesin. Harper’ların evinde bir sürü tuhaf şey olup bitiyor ama üçü de ‘hayaletler’den kuşkulanmıyor. Aralarında olağandışı bir gerilim olduğu ve doğru dürüst bir iletişim kuramadıkları için, evde yaşanan tuhaflıkların bazen oğulları Connor’ın marifeti olduğunu düşünüyor bazen de üstünde durmuyorlar…

        Tam da burada, iletişimsiz ve sorunlu ailelerin evinde her tür anormalliğin görmezlikten gelinmesiyle ilgili bir alt metinden söz etmek mümkün. Ki bu alt metnin filmin sonuna kadar gerçekten iyi geliştirildiğini söylemek istiyorum… Ama tüm bunlar ancak film bittikten sonra düşünebildiğiniz şeyler. Çünkü hikâyenin öyle bir yapısı var ki seyrederken bunları düşünmeniz mümkün değil. Sözgelimi, ilk bir saatin sonunda olaylara çok farklı bir açıdan bakmamızı sağlayan nerdeyse ‘yeni bir film’ başlıyor. Hem filmin ekseni değişiyor, hem karakterler… Korku türü gerilime dönüşüyor; gerilim bir yerden sonra suç dramına, hatta bir çeşit ‘vigilante’ öyküsüne doğru evriliyor… Bu arada, sonlara doğru sürprizlerin sayısı artıyor ve final sahnesinde ‘büyük resmi’ gördüğümüzde her şey yerli yerine oturuyor.

        Finalde kamera yukarıya doğru çıkarken film boyunca karakterler ve hikâyeyle olan ilişkimizi önyargılarımızın belirlediğini fark ediyoruz. Önyargılarımız yıkıldıkça film de hiç tahmin edemediğimiz yerlere doğru gidiyor.

        1980 Londra doğumlu yönetmen Adam Randall, hikâyenin değişken yapısını çok iyi kullanan, farklı türler arasında gidip gelse de estetik bütünlüğünü hiç kaybetmeyen bir filme imza atıyor. ‘Level Up’ (2016), ‘iBoy’ (2017) gibi filmleriyle çok ses getiremeyen Randall, ‘I See You’ ile bence hedefine ulaşıyor. İlk yarıda korku gerilimin gereklerini yerine getirirken, ikinci yarıda ilk kez gördüğümüz iki yeni karakterle farklı bir anlatıma yöneliyor… Kaldı ki, alışageldiğimiz anlamda bir ana karakter yok filmde… Buna karşılık, sürekli olarak karakterlerin marazi yanlarıyla yüzleşiyoruz. Belirli bir süre sonra iyilerle kötüler arasındaki sınırlar iyice bulanıklaşıyor… Tüm bunlar bir yönetmen için filmin tonunu belirleme konusunda zorluk çıkaran konular ama Randall, hepsiyle gayet iyi baş ediyor.

        REKLAM

        Tam da burada, senaryonun hakkını teslim etmek gerek. Senaryo 2006’dan bu yana oyunculuk yapan Devon Graye’e ait… Graye, ilk senaryosunda belki karakterler açısından psikolojik derinlik yakalayamıyor ama sürprizli akışıyla baştan sona ilgiyle takip edilen özgün bir hikâyeye imza atıyor. Daha önce altını çizdiğim gibi alt metinler açısından dolu bir film ‘I See You’… Bir kere, gerçek kötülüğün en iyi nerede ve nasıl saklanabileceğine dair anlamlı bir cümlesi var. Film bittiğinde başlangıçtaki aile dramı olmak üzere her şeye bakışımız değişiyor. Filmin başlarında dedektif Spitzky’nin (Gregory Alan Williams) sözünü ettiği ‘mükemmel Amerikan ailesi’ kavramını da sorguluyoruz.

        Görüntü yönetmeni, Philipp Blaubach’ın özellikle ev içindeki sahnelerde korku gerilim açısından yetkin bir iş ortaya koyduğunu düşünüyorum. Karanlığın içindeki ayrıntılar üzerinden gerilimin resimsel olarak kurulduğu birçok sahne var. Açıkçası, birçok sahnede keşke sinema salonunda büyük perdede izleseydim dediğim oldu…

        Yönetmen Randall, filmin estetik bütünlüğünü hem görüntü yönetimi hem de müzikle kuruyor. William Arcane imzalı müzik baştan sona değişmeyen bir tarzı ve dili yansıtıyor. Ne görürsek görelim, hikâye bizi nereye yönlendirirse yönlendirsin, müzik baştan sona tekinsiz ve karanlık bir filmde olduğumuzu hissettiriyor.

        Helen Hunt, ikinci yarıda geri planda kalsa da filmin ilk bölümüne damgasını vuruyor. ‘True Detective’in üçüncü sezonundan hatırlayacağımız Jon Tenney de iyi… Ama filmin gizli yıldızları ikinci yarıda filme dahil olan genç oyuncular Owen Teague (Alec) ve Libe Barer (Mindy)

        Dünya prömiyerini 2019 yılında South by Southwest Film Festivali’nde yapan ve yıl boyunca festivalleri dolaşan ‘I See You’, kısıtlı sayıda salonda gösterime girdiği ABD dışında vizyon şansı bulamasa da genelde olumlu tepkiler aldı. Hikâyesi, alt metinleri, anlatımı ve görüntü yönetmenliğiyle benim de sevdiğim bir film oldu. Korku öğelerinden ziyade gerilim ve suç dramının daha ağır bastığını söyleyelim. Sürprizli, oyunlu filmleri sevenlere özellikle öneririm. BeinConnect’te seyredebilirsiniz.

        7/10

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar