Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        ‘The Old Guard’ aksiyon sinemasının farklı motiflerini buluşturan bir film… Açılış bölümü ‘Görevimiz Tehlike’ filmlerini andırıyor. Fas’ta karşımıza çıkan ve ‘paralı asker’ timi diye düşündüğümüz Andy (Charlize Theron) ile ekibi, Copley (Chiwetel Ejiofor) adlı eski CIA ajanından gelen teklifi kabul edip, Güney Sudan’da rehin tutulan bir grup genci kurtarmak için harekete geçiyor.

        Andy ve arkadaşlarının önce ölüp sonra canlandıklarını gördüğümüzde, aklımıza androidler, robotlar geliyor. Bilimkurgu motifleri taşıyan bir aksiyon filmi seyrettiğimizi düşünüyoruz. Ama kanlı canlı insanlar oldukları gerçeğini anlamakta gecikmiyoruz.

        Afganistan’daki bir ABD operasyonunda benzer bir ölüm-dirim deneyimi yaşayan Amerikan deniz piyadesi genç Nile’ın (Kiki Layne), Andy tarafından zorla ekibe dahil edilmesinin ardından bu kez vampir filmlerini hatırlıyoruz. Özellikle de yüzlerce yıl birlikte aile gibi yaşayan vampirleri konu edinen ‘Vampirle Görüşme’yi (Interview with the Vampire-1994)

        Andy, o filmde Tom Cruise’un canlandırdığı vampir Lestat gibi kökleri çok eskilere giden bir karakter. Gerçek adı İskitli Andromache. İnsanların ona Tanrı olarak taptığı dönemlerden bile geçtiğini söylüyor…

        REKLAM

        Joe (Marwan Kenzari) ve Nicky (Luca Marinelli), ilk kez Haçlı Seferleri sırasında ölüp dirilmişler. Booker (Matthias Schoenaerts) ise Napolyon’un ordusunda askerlik yapmış.

        Vampirler gibi toplumla aralarına mesafe koymak, ölümsüzlüklerini saklamak zorundalar. Ama vampirlere göre normal bir hayatları var. Çünkü yaşlanmamak ve ölmemek dışında, onları sıradan insanlardan ayırmak mümkün değil.

        Bir noktadan sonra, Andy ile arkadaşlarının, süper kahramanlardan çok farklı olmadıklarını anlıyoruz. ‘The Old Guard’ özünde bir süper kahraman filmi aslında… Ama Marvel ve DC’nin son dönemde yaptığı hiçbir süper kahraman filmine benzemiyor.

        Andy ve arkadaşları, doğru bildikleri değerler uğruna savaşan süper kahramanlar… Ama Batman, Superman gibi isimleri ve kendilerine özgü kostümleri, maskeleri yok.

        Malum, çoğu süper kahraman gerçek kimliğini gizler, ikili bir hayat sürdürür. Onlar ise tümüyle gizli ve kimliksiz bir hayatı sürdürmekten yanalar.

        ‘The Old Guard’ı süper kahraman filmleriyle kıyasladığımızda, türe getirilen yeni bir yorumdan söz etmek mümkün… Kaldı ki, senaryo süper kahramanlar dünyasını iyi tanıyan Greg Rucka’nın imzasını taşıyor… DC ve Marvel için farklı projelerde çalışan Rucka, kendi yazdığı aynı adlı resimli romandan uyarlamış filmi.

        Wolverine ve Deadpool gibi kahramanları akla getiren süper güçler taşıyan ama süper kahraman gibi görünme fikrini reddeden karakterlerin her açıdan ilgiye değer oldukları kesin. Wolverine’i dışarda tutarsak, onların yanında diğer bütün süper kahramanların ergenlik çağından çıkamamış toy gençler gibi durdukları söylenebilir…

        Özellikle Andy’de bir bilgelik seziliyor ama tuzaklara kolayca düşmesi, duygularına kolayca kapılan biri olduğunu gösteriyor… Joe ve Nicky’de ise sürekli âşık olma halinin verdiği bir sonsuz gençlik hali var… En zor durumlarda dahi yeise kapılmıyorlar.

        REKLAM

        Bir köşede sakladıkları Rodin heykelinden sanatı sevdiklerini hissetmek mümkün ama açıkçası felsefeyle pek işleri yok. Asker kökenleri nedeniyle yıllar boyunca kendilerini savaşmakla, fiziksel mücadeleyle ifade etmişler. İlk sahnede Andy’nin insanlıktan ümidi kestiğini ve savaşmanın yararsızlığına inanmış olduğunu görüyoruz. Ama özellikle Joe ile Nicky, doğru bildikleri değerler uğruna savaşmaktan yanalar…

        Tam da bu noktada, çaylak Nile’ın varlığı ayrı bir önem kazanıyor. Süper gücünü keşfeden Nile’ın, hayatına nasıl bir yön vereceğine karar vermeye çalışması, filmin öyküsünü şekillendiren öğelerden biri... Afganistan’daki köy baskını sırasında azılı bir teröristi öldürmekten dahi rahatsız olan Nile için ‘ölüm makinesi’ olmak öyle kolay bir şey değil…

        Öyküyü şekillendiren asıl mesele ise ölümsüzlük fikri… Sadece, Andy ve ekibini yakalayıp ölümsüzlüğün sırrını bulmak isteyen ilaç şirketi sahibi Merrick’ten (Harry Melling) söz etmiyorum. Başta Andy olmak üzere hepsinin içten içe ölümsüzlüğün iyi bir şey olup olmadığını sorguladıklarını anlıyoruz. Üstelik sonsuz bir yaşamları yok. Geçmişte yaşadıkları bazı tecrübeler nedeniyle süper güçlerinin bir gün devre dışı kalacağını biliyorlar. Savaş konusunda çok iyiler ama fiziksel güçlerinin sınırları var. Yakalandıkları zaman diğer insanlardan farkları kalmıyor. Quynh’un (Van Veronica Ngo) öyküsünde olduğu gibi sürekli ölüp dirilmek, işkence görmek en büyük kâbusları… Dolayısıyla, hayat onlar için risklerle dolu… Yıllar önce ‘cadı avı’na hedef olurken, 21. Yüzyıl’da ilaç şirketleri ve devletler koşuyor peşlerinden. Herkes onları yakalamak, hapsetmek ve üzerlerinde deneyler yapmak istiyor.

        Onları daha ilgiye değer kılan yanları kırılganlıkları ve yalnızlıkları… Ama birkaç diyalog ve sahne dışında konunun bu yönde derinleştiğini söylemem mümkün değil. ‘The Old Guard’ öncelikle heyecanlı bir aksiyon filmi olmaya çalışıyor. Ele aldığı konunun potansiyelini hakkıyla kullanamıyor. Film de tıpkı karakterleri gibi, düşüncelerden ziyade eylemi tercih ediyor.

        REKLAM

        Hikâyenin de iyi geliştirildiğini düşünmüyorum. Copley ve Booker’ın olay örgüsündeki kırılma noktalarını belirleyen bazı kritik seçimleri var. Her ikisinin de sonuçları baştan belli o kararları alacağına ikna olduğumu söyleyemem. Sırf hikâye belirli bir yöne gitsin diye öyle davrandıkları o kadar belli ki, bu da filmi sığlaştırıyor. Ayrıca Merrick’in çok düz ve sıradan bir kötü adam karakteri olarak filme katkısı olmadığını düşünüyorum.

        Savaşmakla savaşmamak arasında kalan Nile’ın çelişkisi ve insanlık tarihinin önemli bir bölümünü kapsayan hayat tecrübesine rağmen yanlış kararlar alabilen Andy’nin acıları, öykünün artıları…

        Bu arada, öyküyü Anadolu’ya bağlayan ‘cevizli baklava testi’nin Andy’nin kişiliğini belirleyen kayda değer bir metafor olduğunu düşünüyorum. Andy’nin gurmeliği kadar yaşamın keyfini çıkarmasını bilen biri olduğunun da altı çiziliyor. Doğu kökenli bir tatlı olması, şaşırtıcı değil. İskitliler Doğulu bir halk. İsmi ise Yunan mitolojisinde iki farklı karakteri düşündürüyor. İlki Hektor’un eşi… Bazı kaynaklarda söz edilen ikinci Andromache ise onu Wonder Woman’ın da kavmi olan Amazon’lara kadar bağlıyor. Mitolojinin ötesinde, bazı arkeolojik çalışmaların İskitlilerin yaşadıkları bölgelerde kadın savaşçıların varlığına dair bazı kanıtlar sunduğunu belirtelim.

        Charlize Theron oynadığı her karaktere samimiyet, sahicilik katmasını bilen bir oyuncu. Diyalogların ötesinde yüz ifadeleriyle çok şey anlatabiliyor. Sözgelimi, o güne kadar yaptığı her şeyin işe yaradığını hissettiren eczane sahnesinde çok iyi...

        ‘If Beale Street Could Talk’ (2018) ile tanıdığımız KiKi Layne, tecrübeli Matthias Schoenaerts, Marwan Kenzari ve Luca Marinelli de performanslarıyla filme ellerinden gelen katkıyı yapıyorlar.

        2014 yapımı ‘Işıkların Ardında’ (Beyond the Lights) ile dikkat çeken yönetmen Gina Prince-Bythewood’un profesyonel anlamda temiz, düzgün bir iş çıkardığı söylenebilir.

        ‘The Old Guard’ hareket ve gerilimden ziyade çatışma ve dövüş sahneleriyle aksiyon kuran bir film… Son yıllarda grafik olarak video oyun estetiğinin izinden giden birçok filmde olduğu gibi kahramanlarımız, kötü adam adına çalışan yüzünü görmediğimiz bir sürü insan öldürüyor... Belki kan görmüyoruz. Dövüş ve çatışma sahneleri sonuçta koreografik bir nitelik taşıyor. Ama yine de ‘Bütün aksiyon filmlerinde ille de bu kadar çok insanın ölmesi şart mıdır?’ diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Öykünün inandırıcılıktan uzak olduğu, stilin öne çıktığı ve grafik şiddetin şovun bir parçası olduğu ‘John Wick’ gibi işlerde çok rahatsız edici olmuyor bu ‘zorunlu kıyım’lar… Ama ‘The Old Guard’ gibi ölüm, ölümsüzlük, hayatın değeri gibi konulara giren nispeten gerçekçi filmlerde, insan yaşamını değersizleştiren bir unsura dönüşüyor.

        ‘The Old Guard’ özellikle dram sahneleri itibarıyla yer yer ilgiyle seyrettiğim bir film oldu. Netflix’in önceki aksiyon filmlerinden ‘Extraction’a göre daha iyi olduğu kesin. Ama yine de kendi adıma çok etkileyici bulduğumu söyleyemem

        6/10

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar