Yarıyıl tatili için iki aile filmi
Doctor Dolittle, İngiliz yazar Hugh Lofting'in (1886-1947) 1920'li yıllarda yazdığı, seri çocuk kitaplarının kahramanı... Hayvanlarla konuşabilen, hayvansever ve maceraperest doktor, sinemaya ilk kez 1967 yılında “transfer” oldu... Başrolünde Rex Harrison'un oynadığı film, zaman, mekân ve karakter itibarıyla Lofting'in kitaplarına genel olarak sadıktı...
1998 tarihli “Doctor Dolittle” ise “hayvanlarla konuşan doktor” fikrini 1990'lı yıllar ABD'sine taşıyarak, matrak ve eğlenceli bir Eddie Murphy filmine dönüştürdü... Fikir tutunca Hollywood, başrolünde yine Eddie Murphy'nin oynadığı “Dr. Dolittle 2”yi (2001) çekti. İkibinli yıllarda Murphy'nin yer almadığı iki Dolittle filmi daha geldi ama düşük bütçeleri ve mütevazı kadrolarıyla pek ses getirmediler.
Başrolünde Robert Downey Jr.'ın yer aldığı 175 milyon dolarlık “Dolittle” ise bizi yeniden Hugh Lofting'in dünyasına götürüyor. Viktorya Devri İngiltere'sinde geçen film, 1922'de yayımlanan “The Voyages of Doctor Dolittle” adlı kitabı temel alıyor. Kitapta Dolittle, bir seyahatten döner ve Tommy Stubbins'in getirdiği yaralı sincabı tedavi eder... Filmde ise Dolittle, kaybettiği eşinin acısıyla kendini hayvanlarla birlikte yaşadığı evine kapatmış, saçı sakalı birbirine karışmış hayat küskünü bir meczup olarak çıkıyor karşımıza... Genç Tommy Stubbins (Harry Collett) ise sadece sincabı değil onu da hayata döndürmeye çalışıyor.
“Syriana” (2005) ve “Gold” (2016) gibi ağırbaşlı dram filmleriyle tanıdığımız filmin yönetmeni Stephen Gaghan'ın da katkıda bulunduğu senaryo, Dolittle'ın yeniden hayata bağlanma sürecini fantastik macera formatında anlatıyor. Film, Jessie Buckley'nin canlandırdığı “Uyuyan Kraliçe Victoria” fikriyle eski usul çocuk masallarını da getiriyor akla. Daha sonraki sahnelerde korsan filmlerini veya Hollywood usulü deniz macerası filmlerini hatırlamak mümkün... Yolculuk, “Karayip Korsanları”nda olduğu gibi giderek daha fantastik hale geliyor... Antonia Banderas'ın Dolittle'ın öfkeli kayınpederi Kral Rassouli olarak sahne aldığı film, finale doğru çağdaş fantezileri bile akla getiriyor... “Dolittle”, türler arasındaki geçişleri, kullandığı motifler ve temalar açısından tam bir yamalı bohça aslında... “O da olsun, bu da olsun...” gibi bir zihniyetle yapıldığı belli.
Kuşkusuz, hikâyenin de pek ciddiye alınır yanı yok... “Dolittle” altı çok dolu olmayan gösterişli bir eğlence sineması örneği... Seyrederken bir lunaparkta farklı temalı eğlence tünelleri arasında dolaşır gibi hissediyorsunuz kendinizi.
Filmin en sevdiğim yanı, havyanlarla insanları “efendi – köle ya da sahiplik ilişkileri” içinde ele almıyor oluşu... Dolittle'ın hayvanlara hükmetmeden, onlara efendilik taslamadan eşitlik içinde yaşaması şüphesiz önemli...
Ayrıca nevrotik ve öfkeli kaplan dahil olmak üzere filmde kötü bir hayvan karakteri hatırlamıyorum... Hayvanlar dünyası, insanlara oranla daha güvenilir ve sağlam temeller üzerinde kurulmuş görünüyor.
Dr. Müdfly (Michael Sheen) ve Lord Badgley (Jim Broadbent) Banderas'ın Kral Rassouli'si gibi fazlasıyla karton ve karikatürize karakterler. Robert Downey Jr.'ın da Dolittle'a çok şey kattığını söylemek mümkün değil. Oyunculukları ve star kişilikleriyle filme renk getiriyorlar ama daha ötesini verebilecekleri bir malzeme yok ellerinde.
Aslına bakarsanız, filmdeki hayvan karakterler insanlara göre daha eğlenceli... Korku sorunu olan goril Chee-Chee, gözlüklü köpek, bilge papağan Poly, ördek Dab-Dab ve sincap Kevin insan karakterlere göre filme daha çok şey katıyorlar...
Hem altyazılı hem de Türkçe dublajlı olarak gösterime girecek “Dolittle”ı basın gösterisinde Türkçe altyazılı orijinal kopyasından seyrettim. Orijinal seslendirmesinde hayvanları konuşan Emma Thompson, Rami Malek, Ralph Fiennes, Octavia Spencer, Tom Holland, Marion Cotillard, Selena Gomez gibi oyuncular da hesaba katıldığında filmin tam bir yıldızlar geçidi olduğundan söz edilebilir.
“Dolittle” özel efektleriyle öne çıkan, göz kamaştıran bir stüdyo filmi... Yönetmen Stephen Gaghan ve yazarlar dahil hiç kimsenin kişisel damgasını vurmadığı, vuramadığı bir eğlencelik... Kaldı ki, yapımcılar filmi yeterince komik bulmadıkları için ek sahneler yazdırıp farklı bir ekiple ek çekimlere bile başvurmuş.
Hikâyenin ve karakterlerin derinliği adına çok şey beklemeden giderseniz oyalayıcı ve yer yer komik bir film seyredebilirsiniz ama yine de beklentinizi çok yüksek tutmayın.
5/10
Uzaylı dostu koyunlar
İngiliz Aardman Animations stüdyosunun stop-motion tekniğiyle çektiği animasyonları öteden beri severim… Aardman'ın animatörlerinden Nick Park'ın kendine özgü görsel dünyasıyla 1990’ların sonlarına doğru Gezici Festival'de seyrettiğim “Wallace ve Gromit” serisiyle tanışmıştım.
Bu filmin öyküsünü yazan Nick Park'ın hayal gücünün eseri olan Koyun Shaun (Shaun the Sheep) karakteri ilk kez “A Close Shave”de (1995) karşımıza çıkmış, “Wallace ve Gromit” serisinin yıldızlarından biri haline gelmişti. Animasyon aleminin en fırlama koyunlarından biri olan Shaun, “solo kariyeri”ne bir TV dizisiyle başladıktan sonra 2015'te “Shaun the Sheep Movie” (Kuzular Firarda) filmiyle sinemaya geçti. Şimdi de “Kuzular Firarda: Uzay Parkı” (A Shaun the Sheep Movie: Farmageddon) ile çıkıyor karşımıza...
Richard Phelan ile Will Becher’ın yönettiği “Kuzular Firarda: Uzay Parkı”, Steven Spielberg'in yönettiği 1982 yapımı “E.T.”den esinlenen bir bilimkurgu hikâyesi... Film boyunca “E.T.”ye çok hoş, eğlenceli göndermeler yapılıyor. Koyunlar, uzaydan gelen küçük Lu-La'ya sahip çıkarken İngiliz medyasında İngiltere eski Başbakanı Theresa May'e benzetilen Agent Red ve sarı üniformalı ekibi de uzaylıyı devlet gözetimine almak için uğraşıyor... Bu arada, koyunların yaşadığı çiftliğin sahibi de uzay temalı Farmageddon Eğlence Parkı’nı kurmaya çalışıyor…
Özellikle ilk bölümde M. Night Shyamalan'ın “İşaretler” (Signs) filmine selam gönderildiğini belirtelim. Filmde, bilimkurgu severlerin hoşuna gidecek başka ayrıntılar da var... Ama açıkçası o filmleri hiç bilmeyen çocuk seyircileri de eğlendirecek, güldürecek bir film “Kuzular Firarda: Uzay Parkı”...
Malum, Aardman'ın görsel dünyasının başka bir benzeri yok... Animasyon sinemasında tek başlarına ayrı bir ekolü temsil ediyorlar. Özellikle hayvanlar yine çok şirin ve komikler. Onları izlemek bile başlı başına gerçekten büyük bir keyif...
Kaldı ki, hikâyenin ve komedi sahnelerinin iyi yazıldığı, stop-motion tekniği açısından yine harika bir iş çıkarıldığı kesin. Koyunların fast food merakı, uzaydan gelen çocuk Lu-La'nın oburluğu ve sağlıksız gıdalara olan ilgisi, hoş sahnelere vesile oluyor. Özellikle market sahnesi dikkat çekici...
Aardman ekolü, çocuklara yönelik eski usul animasyonlar kadar, sessiz film geleneğinden ve slapstick komedisinden de esinlenir. Aardman filmlerinde Charlie Chaplin ve Buster Keaton'a kadar uzanan geleneklerin izlerini görmek mümkündür... Öte yandan, diyalogsuz olsalar da tümüyle sessiz filmler değillerdir. Karakterler bir şekilde konuşur, sesler çıkarır...
“Farmageddon”un da diğer Aardman filmleri gibi “anti-stress” niteliğinde bir iş olduğunu düşünüyorum. Alt metinleriyle itibarıyla da boş bir film değil. Devletin ele geçirmek, el koymak istediği Lu-La’ya koyunların sahip çıkması ve onu evine göndermek için ellerinden geleni yapmaları önemli… Çiftçi John'un uzaylıların ziyaretini paraya çevirmek için gösterdiği çabayı da atlamamak gerekiyor. “E.T.” uzaylılarla en iyi iletişimi çocukların kurabileceğinin altını çizerek bir modern dünya eleştirisi yapıyordu. “Kuzular Firarda” ise hayvan – uzaylı dayanışmasıyla türde yeni bir sayfa açıyor…
Bence yarı yıl tatilinin bütün yaş gruplarına seslenen en iyi filmi... Çocuklarınızla birlikte seyretmenizi tavsiye ederim...
7/10