Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Geçen yıl Netflix'te seyrettiğim, Mike Flanagan imzasını taşıyan “The Haunting of Hill House” dizisi, son yıllarda seyrettiğim en iyi korku – gerilimlerden biriydi... Flanagan işin dram yanını çok sağlam tutmakla kalmıyor, korku filmlerindeki her tür numaraya şerbetli seyircileri bile ürpertmesini biliyordu. Tadı damağımda kalan öylesine bir işten sonra Flanagan'ın Stanley Kubrick klasiği “The Shining”in devamı niteliğini taşıyan “Doctor Sleep”i çekeceğini açıklaması, gerçekten heyecan vericiydi... Tüm bunlar Stephen King'in 2013'te yayınlanan aynı adlı romanını temel alan “Doctor Sleep”i yılın en çok merak ettiğim filmlerinden biri haline getiriyordu.

        Kuşkusuz, bir filmden beklentileriniz ne kadar yüksekse o filmi beğenmeniz de o denli zorlaşır... Ama “Doktor Uyku”da yaşadığım hayal kırıklığını sadece beklentilerimin yüksekliğiyle açıklamam zor...

        “Doktor Uyku” öncelikle hikâyesi itibarıyla bir hayal kırıklığı oldu benim için...

        “The Shining”in çekildiği yılda, 1980'de açılıyor film... Küçük şirin bir kız, göl kenarında Şapkalı Rose (Rebecca Ferguson) ve tekinsiz arkadaşlarıyla karşılaşıyor...

        Masumiyetle kötülüğün karşılaşmasını anlatan açılış sahnesinin ardından film, aşağı yukarı aynı minval üzre ilerliyor... Bütün film iyiyle kötünün savaşını anlatıyor...

        Kötüler cephesinde Rose ve çetesi var... Avlanarak yaşıyorlar. Vampirleri andırıyorlar... Yaşamak için insan öldürmeleri gerekiyor. Kurbanların verdikleri son nefeste çıkan enerjiyi içlerine çekerek hayatta kalıyorlar. Özellikle “pırıltı”sı yüksek olan çocukların enerjisini solumak ya da bir muhafaza içinde saklamak onlar için hayati önem taşıyor... Vampirlerle olan bu benzerliğin hikâyeyi sıradanlaştırıp, özgünlükten uzaklaştırdığını düşünüyorum...

        İyiler cephesinde “The Shining”de “pırıltı”lı küçük bir çocuk olarak karşımıza gelen Dan Torrance (Evan McGregor) var... Çocukken yeteneğini keşfeden ve onu korumak isterken hayatını kaybeden Dick Hallorann'dan (Carl Lumbly) öğrendiği acaip numara sayesinde kötü hayaletlerle başetmesini beceriyor ama açıkçası kendine dahi hayrı yok; çünkü yalnız ve mutsuz bir alkolik... Filmin ilk bölümü, onun bağımlılıktan kurtulmak için yeni bir hayata başlamasıyla bitiyor zaten...

        İyiler cephesindeki asıl yıldız isim ise önce çocuk, sonra ergen olarak tanıdığımız Abra (Kyliegh Curran)... Ergenlik çağında da pırıltısını koruyor. Öyle bir yetenek ki, aralarında kilometrelerce mesafe olmasına karşın Rose ve avanesinin yaptıklarından haberdar olabiliyor. Gerektiğinde Dan Torrance ile iletişim kurmasını da biliyor... Abra, büyüdükçe gücü artıyor... Bir noktadan sonra Rose'a meydan okumakta sakınca görmüyor.

        Hikâye, Rose'un kötülükleri ve Abra ile Dan Torrance'ın onu engelleme çabaları üzerine kurulu... Rose, Dan Torrance ve Abra üzerinden gelişen üç odaklı bir film seyrediyoruz... Aralarında kilometrelerce mesafe olmasına rağmen Abra'nın Rose ve Dan Torrance kurduğu sürekli bir bağ var...

        Flanagan, “The Haunting of Hill House”da yaptığı gibi işin dram kısmını sade bir üslupta geliştirirken korku gerilim sahnelerinde özel efekt desteğiyle gerekeni yapmasını biliyor... Ama bu kez işin dram tarafının derinlikli ve ilgiye değer olduğunu söylemem çok zor.

        Kuşkusuz öykü oyalayıcı ama alt metin ve derinlik yok... İyiler iyi, kötüler kötü ve her şey iyi ile kötü arasındaki savaşla ilgili... Her açıdan, son derece düz bir film seyrediyoruz...

        Oysa 1980 yapımı “The Shining”de iyi ile kötü arasındaki savaşın çok ötesinde meseleler vardır. Anne, baba, oğul arasındaki çatışma ve çelişkiler mükemmel şekilde kurulur... Alt metinler farklı okumalara açık bir zenginlik taşır... Babanın oğluna ve eşine olan giderek artan delimsirek nefreti incelikle işlenir. Filmdeki bütün doğaüstü olaylar, Kubrick tarafından zengin anlamlar taşıyan metaforlara dönüştürülür.

        Flanagan'ın yazıp yönettiği “The Haunting of Hill House” dizisindeki anne, baba ve beş çocuktan oluşan ailenin arasındaki ilişkiler de ilmek ilmek geliştirilmiştir. Korku türüyle aile dramı, harika bir buluşma yaşarlar...

        “Doktor Uyku”da ise her şey, filmin büyük bölümünde birbirini görmeyen üç insan üzerine kurulu... Aralarındaki bağlar belki ilgiye değer ama filmlerdeki dramatik çatışmalar “ilgiye değer” olmanın ötesinde insanlar arasında daha güçlü ve kalıcı bağlar gerektirir. Oysa burada kötü bir karaktere karşı işbirliği yapan birbiriyle ilgisiz iki karakter var sadece...

        Kaldı ki, son bölümde daha etkileyici ve çarpıcı bir film seyretmemizin tek nedeni Overlook Oteli'ne ve orijinal “The Shining” dünyasına dönmemiz değil. Dan Torrance'ın babası ve otelle kurduğu ilişkiler, filme bir anda sınıf atlatıyor çünkü... İyi kötü savaşının ötesinde daha başka dramatik çatışmalar çıkıyor karşımıza.

        Stephen King'in hayal ettiği, Stanley Kubrick'in görselleştirdiği Overlook Oteli'ne dönüş, bizim için de nostaljik bir ziyaret anlamına geliyor... Özellikle, Kubrick'in o unutulmaz imgeleriyle yeniden buluşmak, gerçekten heyecan verici... Boş koridorlar, kapıların ardındaki tekinsiz karanlık, tenha bar, ikizler, bahçedeki labirent ve otelin içinde sürekli tekerrür eden geçmiş... Overlook Oteli 39 yıl sonra bile hâlâ ürpertici bir yer olmayı sürdürüyor.

        Özetle, “The Shining” filminin ikonografisinin devreye girmesiyle “Doktor Uyku” son bölümünde daha güzel, etkileyici bir film haline geliyor... Flanagan'ı burada “The Shining” filminin dünyasını tutku dolu bir özenle kurduğu için övmemiz gerekiyor belki ama kendine özgü bir şey getiremediği için eleştirmemiz de mümkün...

        Kubrick'in “The Shining”i metafizik inanışları olmayan seyirciler için de ilgiye değer bir filmdir... “Doktor Uyku” içinse aynı şeyi söylemek çok zor.. Metafizik olaylar, alt metinlerle hiçbir yere bağlanmıyor. Dolayısıyla, filmi ciddiye almanızın tek yolu olup biteni her şeyi inandırıcı bulmak...

        Öte yandan, bir korku filmi, kurduğu dünya ve “seyirciyi korkutma stratejisi” itibarıyla sağlam ve güçlüyse o zaman alt metinlerin çok büyük bir önemi kalmaz...

        “Şeytan” (The Exorcist) mesela... Alt metinleri itibarıyla kadın düşmanı tutucu yanları vardır ama biçimsel açıdan tıkır tıkır işleyen bir korku filmidir...

        Bazı seyirciler “Doktor Uyku” için de aynı şeyleri düşünebilirler. Sonuçta, iyi çekilmiş bir film bu... Ama kendi adıma, “Doctor Sleep”in son bölümü hariç sağlam ve çarpıcı bir korku filmi olduğunu pek düşünmüyorum.

        Sonuç olarak, sadece korku gerilim sevenlere önerebilirim... Korku gerilim türünde son yıllarda o kadar ucuz ve kötü film seyrediyoruz ki “Doktor Uyku”nun oyunculuk, çekim ve görsel kalitesiyle onların hepsine fark attığını söylemem gerek.

        5.5/10

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar