Bir milisaniye için...
Bir milisaniyelik fark, çoğumuz için hiçbir şey ifade etmeyebilir. Ama finans ve ticaret dünyası için bazen milyonlarca dolar anlamına gelebilir.
2012 yapımı ‘Rebelle’ (Savaş Cadısı) filminden hatırladığımız Kanadalı yönetmen Kim Nguyen’in yazıp yönettiği ‘Kod Adı: Hummingbird’ (The Hummingbird Project), işte o birkaç milisaniyelik fark için mücadele eden bir grup insanın hikâyesini anlatıyor.
Filmin ana karakteri Vincent Zaleski (Jesse Eisenberg), kendi geliştirdiği fiber optik kablo hattı projesiyle Kansas ve New Jersey borsalarını birbirine bağlamak istiyor. Amacı milisaniyelik bir fark yaratmak… Bu, onun hayatının projesi ve uygulamak için büyük paraya ihtiyacı var. Niyeti, projeyi sattığı şirketten aldığı parayla hattı gerçekleştirip teslim etmek… Özetle, her şeyi başkalarının parasıyla yapacak. O sadece fikrini ve emeğini koyacak ortaya…
Açılış sahnesinde projesini satmaya çalıştığı iş adamına anlattığı gençlik anısında vurguladığı gibi Vincent yegâne sermayesinin çalışkanlığı ve iş disiplini olduğunu biliyor. Projenin ya da fikrin arkasındaki asıl deha ise kuzeni Anton Zaleski (Alexander Skarsgard)…
Çalıştıkları şirketten istifa edip ayrıldıklarında patronu Eva Torres (Salma Hayek), onun değil Anton’un peşinden koşuyor. Vincent’ı göstererek ‘Senin hatrına onu bile işe aldım’ diyor hatta.
Geliştirdiği projede Vincent’ın üstüne düşen, kablo hattını toprağın altına döşemek... Kuşkusuz zor iş. Zaten film de o zorluklar üzerinden gelişiyor. Ama sonuç olarak projeyi değerli kılan asıl iş, Anton’un üzerinde. Anton’un görevi hızı 1 milisaniye artırmak. Aksi halde, projenin hiçbir değeri kalmayacak.
Vincent, yeraltı tünelini açmak için anlaştığı Mark Vega’ya (Michael Mando) yaptığı motivasyon konuşmasında ona İncil’deki Davud ile Golyat’ın hikâyesinden söz ediyor. Mark ‘Biz Davut mu oluyoruz?’ diye soruyor. Bağlantıyı anlayamıyor çünkü Davut ve Golyat sonuçta bir savaş hikâyesi... Golyat rakiplerinin gözünü korkutan usta bir savaşçı, bir tür zorba... Davut ise onu cesareti ve zekâsıyla haklayan sıradan biri…
Kendisini Davut olarak gören Vincent’ın projesine bir tür savaş olarak baktığı kesin. Peki ama bu hikâyenin kötü adamı ya da Golyat’ı kim?
Eva Torres mi? Bir rakip olduğu kesin ama onun da sonuçta kendisine karşı geliştirilen projeye karşı bir şeyler yapması gerekiyor. Vincent ve Anton, zor duruma düşüreceklerini bile bile Eva Torres’e değil, rakip şirkete gidiyorlar. Hatta neredeyse ihanet ettikleri dahi söylenebilir. Kaldı ki, Eva Torres’in müşterilerle önemli bir toplantıyı bırakıp peşlerinden koştuğunu ve dönmeleri için onlara ısrar ettiğini unutmamak gerek. Vincent, projeyi Eva Torres’e satsa ve boyunu aşan derin sulara hiç girmese başına hiçbir bela gelmeyecek aslında…
Sonuçta, Eva Torres’e Golyat demek zor. Savaşı o değil, Vincent başlatıyor çünkü... Hikâyede ille de bir kötü adam ararsak, Vincent’ın içindeki para kazanma hırsını adres gösterebiliriz.
Peki, Vincent’ın savaştığı Golyat kim? Rakip şirketin sinyal vericisi kulesine elektrikli testereyle saldırırken hâlâ ‘Golyat’ı yenmekten’ söz ettiğini unutmayalım...
Vicent için Golyat, ‘1 milisaniyede bazı insanlara milyonlarca dolar kazandıran sistem’ aslında... Vincent, Eva Torres’in şirketinde, karşısındaki ekranlara bakarak çalışan orta sınıftan, sıradan biri. Para gözlerinin önünde akıp gidiyor ve o, çarklarında sadece bir dişli olduğu bütün sistemi hayali bir Golyat olarak görüyor ve onu yenmek istiyor.
Vincent’ın sorunu, Golyat ya da sisteme karşı savaşırken hiç hesaba katmadığı engellerle karşılaşması… Dağlar, nehirler bir yana hayatın hesaba katmadığı başka dinamikleri de çıkıyor karşısına… Amish halkının lideri, çok yüksek para teklif etmesine karşın kablo hattını topraklarının altından kesinlikle geçirmek istemiyor mesela…
Milisaniyelerin milyonlarca dolar anlamına geldiği bir dünyada topraklarının altından geçecek minik bir tünel için birkaç yüz bin doları reddeden Amish’leri hiç anlayamadığını düşünüyoruz önce. Ama ‘hızın insanlara mutsuzluk getirdiğini’ düşünen teknoloji karşıtı Amish’leri hiç unutmadığını daha sonra anlıyoruz.
Vincent, filmin sonunda bir tür iç aydınlanma yaşıyor. Peki, kuzeni Anton? Anton iki kız sahibi bir aile babası olarak hayatın özünü Vincent’dan daha iyi görebilen biri aslında... Ama onun da kendini rekabet döngüsüne kaptırdığı kesin. Anton, ‘herkesten daha iyi olma arzusu’na kapılmasa, belki ne işinden ayrılmak zorunda kalacak ne de ailesini bırakıp gidecek… Vincent dışarıda coğrafya ve insanlarla savaşırken o otelde tek başına milisaniyelerle cebelleşiyor. Kazanma hırsı ikisini de içten içe yiyip bitiriyor.
‘Kod Adı: Hummingbird’, başarının her şeyin üstünde tutulduğu Amerikan popüler kültüründe akıntıya karşı yüzmeyi deneyen bir film… Bugünün dünyasında hız para anlamına gelebilir. Sistem yenemeyeceğiniz kadar büyük bir dev olabilir ama tüm bu oyunların dışında kalmanız da sizi çok mutlu edebilir. Final sahnesinde olduğu gibi, bazen hiçbir şey yapmadan oturmak ve yağmuru seyretmek insana iyi gelebilir.
Finalde Amish’lerin çuvallarını taşırken ve yağmuru seyrederken Vincent ve Anton’un kendilerine dışarıdan bakıp bakmadığını kestirmek zor ama sonuçta filmler seyirciler için çekiliyor. Yönetmen Kim Nyugen’in amacı öncelikle bizim kendimize bakmamız…
Film hayatın özünü görebilmemiz için çağımızı bir hastalık gibi kaplayan bu ‘hız – para döngüsü’nden çıkmamız gerektiğinin altını çiziyor, Golyatları kafamızda yarattığımızı söylüyor.
‘Kod Adı: Hummingbird’, Vahşi Batı’ya tren rayları döşerken türlü engellerle karşılaşan insanları hikâyesini de getirdi aklıma… Tren rayları, o filmlerde uygarlığın bir simgesidir. Burada yeraltına döşenen kablo, uygarlığı değil kâr ve para hırsını temsil ediyor. Üstelik, onca emek ve paraya karşı çok kısa sürede ekonomik ömrünü tamamlayabilen bir proje…
‘Kod Adı: Hummingbird’, teknolojinin çağımızda uygarlıkla ya da hümanizmle değil parayla, sermayeyle kol kola ilerlediğinin altını incelikle çiziyor. Anton yaptığı işin insanlara ne yararı olacağını soran garson kızla konuşurken keşfediyor bunu… Garson kız bir milisaniyenin limon üreticilerine ne faydası olacağını merak ediyor. Anton o an, yaptığı işin üreticilere hiçbir faydası olmadığını keşfederek şaşırıyor. Çünkü peşinde olduğu hız, sadece aracılar ve global sermayenin işine yarıyor…
‘Kod Adı: Hummingbird’i yalnızca tüm bu düşündürdükleri için değil, aynı zamanda iyi yazılmış, iyi çekilmiş bir film olduğu için de sevdim. Eisenberg, Skarsgard ve Hayek gerçekten çok iyiler… Eisenberg, alıştığımız bir rolde ama diğer ikisi açıkçası kendilerini aşıyorlar.
‘Kod Adı: Hummingbird’, yetersiz bir tanıtımla, eleştirmenlere basın gösterisi dahi yapılmadan sessiz sedasız gösterime girdi. Yurt dışında eleştirmenleri ikiye bölen filmlerden biri olduğu için öyle çok dikkat çektiği söylenemez. Ama bence haftanın en iyi filmi…
7.5/10