Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Stil Resmi İlanlar

Her şey 1987 yılında Jim Thomas ve John Thomas'ın yazdığı, John McTiernan'ın yönettiği “Predator” filmiyle başladı. Arnold Schwarzenegger başroldeydi. Yaratığın tasarımını ise Stan Winston yapmıştı... Sonuç öylesine başarılıydı ki sonraki yıllarda iki devam filminin yanı sıra kitap, video oyunu ve resimli romanlar geldi. Hatta “Alien vs. Predator” adlı yeni bir seri daha başladı...

Serinin Shane Black ve Fred Dekker tarafından yazılan yeni halkası “The Predator”, önceki filmlerin devamı niteliğinde olsa da birçok açıdan önemli farklılıklar ve yenilikler içeriyor... Evet, tür aynı. Gerilim ve korku soslu bir bilimkurgu - aksiyon filmi seyrediyoruz. Alt tür olarak da “canavar filmi” topraklarındayız ama hikâye farklı şekilde gelişiyor: Uzay operası kıvamında kısa bir sahnenin ardından, Meksika'da geçen bir kartel filminin orta yerine düşüyoruz ve tetikçi Quinn McKenna (Boyd Hollbrook), gizli bir operasyon sırasında uzaydan gelen yaratıklarla karşılaşıyor. McKenna, yaşanan sıcak çatışmanın ardından uzaylı yaratığın kolluk, başlık gibi bazı ekipmanlarını ele geçiriyor ve yetkililerin eline geçmemesi için postayla evine gönderiyor.

ABD'ye gelmemizle birlikte, çocuk karakteriyle biraz “E.T.”yi hatırlatan “uzaylı ziyaretçileri konu alan filmleri” andıran bir bilimkurgu öyküsü başlıyor. McKenna'nın 11 yaşındaki Asperger sendromlu süper zeki oğlu Rory (Jacob Tremblay), babasının postayla gönderdiği ileri teknoloji ekipmanlarla oynarken uzaylı yaratıkları farkında olmadan kendine doğru çekiyor... Yetkililerin göreve çağırdığı biyolog Casey Bracket (Olivia Munn), laboratuvarda yaratığı incelerken, McKenna sorgudan sonra gözlem altına alınıyor ve Predator'ın uyanmasıyla birlikte film, finale kadar süren bir kaçıp kovalamaca aksiyonuna dönüşüyor...

1987 yapımı ilk filmde yardımcı rollerden birinde oynayan Shane Black'in, yazar olarak seriye getirdiği tek yenilik, hikâyeyi çok yönlü, çok karakterli bir hale büründürmesi değil. Predator adı verilen yaratıkların Yeryüzü'ne neden geldikleri, neyi amaçladıkları gibi sorulara açık yanıtlar da veriyor... Serinin önceki iki filmi, orman gibi sınırlı alanlarda, kısıtlı sürelerde, az sayıda karakterin yer aldığı silahlı çatışmalara dayanan “canavara karşı ölüm kalım savaşı” öyküleriydi. Shane Black ise bilimkurguyu öne çıkararak öyküye yeni bir güzergâh çiziyor, seriye yeni bir ruh getiriyor.

Bu yeni ruhun ilk anahtar kelimesi, karakter zenginliği.. Black, küçük ve usta dokunuşlarla eğlenceli karakterler çizmesini, hepsini birbirinden ayırmasını biliyor. İkinci anahtar kelime ise mizah. Zaten Shane Black'i Hollywood'da başarıya ulaştıran, aksiyon filmlerine psikolojik öyküsü basit ama iyi anlatılmış karakterler getirmesi ve onların arasındaki dramatik çatışmalardan nitelikli mizah çıkarmasıydı. Aynısını burada da yapıyor...

Açıkçası ciddi bir şiddet ve kıyım var filmde ama Shane Black mizahı pek ihmal etmiyor ve altan alta “Olup bitenleri çok da ciddiye almayın” demeye getiriyor. Bu tavır, öyküyü hafifletiyor, basitleştiriyor ama filmi çekici kılıyor. En gergin anlarda bile diyaloglar gülümsetebiliyor. Kişisel olarak en sevdiğim bölüm, karakterlerin uzaylı yaratıklara “predator” isminin verilmesini eleştirdiği sahneler oldu...

Öte yandan filmde çok derinlikli olmasa da belirli ölçülerde politik bir alt metinden söz edilebilir. Filmdeki “derin devlet” teşkilatı, gerçekleri halktan gizlemek için masum insanları öldürmekten hiç kaçınmıyor... Yıllarca ABD için savaştıktan sonra kafayı sıyıran askerlere yapılan muamele de parlak değil. Kendilerine “deliler” diyen bu grup, bir noktadan sonra McKenna'nın önderliğinde sadece yaratıklara karşı değil, üniformalı askerlere karşı da savaşıyor. Kaldı ki, filmin önemli bölümünde insanlar kendi aralarında çatışıyor. Tüm bunlar filmi ABD milliyetçiliğinden uzak tuttuğu gibi güçlü erkekleri “yarı deli kahramanlara” dönüştürmesi itibarıyla filme farklı bir hava da veriyor... Bu yaklaşım filmi, 80'lerin güçlü erkek kahramanlarını eksen alan benzer filmlerden uzaklaştırıyor. Olivia Munn ve Jacob Tremblay'in varlığı ise filmdeki testosteron oranını düşürüyor.

“Predator “ belki çok önemli bir film değil ama baştan sona hiç sıkılmadan seyrediliyor.

Filmin notu: 6

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar