Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Makine, bilgisayar ve yapay zekâların bir gün bizi yöneteceği endişesi bilimkurgu romanları ve filmlerinin vazgeçemediği temalardan biri... Belli ki aklımızın bir yanında kendi doğamıza ihanet etme ve dünya üzerindeki kontrolümüzü kaybetme korkusu var... “Testere” ve “Insidious” serilerinin yazarlarından Leigh Whannell'in yazıp yönettiği “Upgrade” de bu korkular üzerine şekilleniyor.

        İlk sahne filmin meselesini en başından ortaya koyuyor: Grey Trace (Logan Marshall-Green), evinin garajında modifiye otomobiliyle uğraşırken, eşi Asha (Melanie Vallejo) işten eve sürücüsüz araçla dönüyor. Bir yanda üstün el emeği olan, insanın hükmettiği eski usul mekanik araç; diğer yanda bütün kontrolün bilgisayara bırakıldığı bir otomobil var... Gelir gelmez evi yöneten bilgisayarla iletişime geçen Asha, Grey'in garajda yaptığı işleri şakayla karışık küçümsüyor. Grey'in ise yapay zekâlarla ve dijital dünyayla arasının iyi olmadığı daha ilk andan belli...

        Sahneler peş peşe geldikçe filmin geçtiği dünya hakkında daha çok bilgi sahibi oluyoruz. Her şeyden önce, öyle çok uzak bir gelecekte değiliz. Bilgisayarların, insanların hayatını daha da kolaylaştırdığı, hatta “etle kemikle birleştiği” bir dünyadayız. Öte yandan, sokaklarda yaşayan evsizler, yoksulluğun ve işsizliğin hâlâ önemli bir sorun olduğunu gösteriyor... Polis, şehri her yerde dolaşan drone'larla kontrol etmeye çalışıyor ama suçluların kolaylıkla yakalandığı söylenemez... Üstelik polisin henüz bilmediği yeni bir teknoloji sayesinde insan bedeni silahla birleşmiş durumda... Suçlular, kollarına mermi takıp avuç içlerini namlu gibi kullanıyorlar. Bu arada, bazı sahnelerde birçok kişinin sanal dünyalarda yaşadığını da görüyoruz.

        Tüm bunlar, arka planda gördüğümüz ama en az hikâye kadar önem taşıyan veriler... Yönetmen Leigh Whannell'in, ileri teknolojinin ve bilgisayarların insanlığa mutluluk getirmeyeceğini vurgulamak istediği açık. Ana tema, insanlığın kendi zihni ve bedeni üzerindeki kontrolünü kaybetme korkusu üzerine kurulu... Zaten her şey Grey ile Asha'yı taşıyan sürücüsüz otomobilin kontrolden çıkıp kaza yapmasıyla başlamıyor mu? (Bu arada sürücüsüz otomobillerin yarattığı tehlikeli sorunları gündeme getiren filmlerin sayısının giderek arttığını belirtelim...)

        Hikâyeyi şekillendiren asıl unsur, Eron Keen (Harrison Gilbertson) adlı genç iş adamının geliştirdiği, “Stem” adındaki bir yapay zekâ implantasyonuyla ilgili... Hamam böceği boyutlarındaki bu implantasyon, kazadan sonra boynundan aşağısını kontrol edemez hale gelen Grey'e takılıyor. Grey, sağlıklı bir insan gibi bedenini kontrol etmeye başlayınca yaşadığı trajedinin intikamını almak için harekete geçiyor. İşte tam o noktada, Stem'in sadece bir implantasyon olmadığı, Grey'le iletişim kurabildiği ortaya çıkıyor. Ayrıca Grey'in bedenini dilediği gibi yönetme potansiyeli de var. Stem'in varlığının duyulmasını istemeyen Eron Keen'in devreye girmesi ve polis dedektifi Cortez'in (Betty Gabriel) kuşkularının artmasıyla olaylar giderek karışıyor...

        Filmde altı ısrarla çizilen nokta, daha ilk anlardan itibaren Grey ile Stem'in hiçbir zaman mükemmel uyumu bulamamaları... Grey, bir yanıyla Stem'e ihtiyaç duyarken bir yanıyla da bedenini ona teslim etmekten rahatsızlık duyuyor... Bazen tam bir irade savaşı veriyorlar. Böylelikle yapay zekâ, “beden - ruh ikilemi”ne üçüncü bir unsur olarak ekleniyor... Leigh Whannel, bu üçlü ilişkiyi bazı sahnelerde gerçekten iyi işliyor. Yapay zekânın vicdansızlığı ve merhametsizliğine yaptığı vurgu özellikle dikkat çekici...

        Film tüm bunları düşündürüyor düşündürmesine ama pek derinleşemiyor... Bir noktadan sonra, heyecanlı olsun diye yazılıp çekilmiş bir bilimkurgu aksiyonunun ötesine geçemiyor. Karakterlerin iyi işlendiği ve yazıldığı da söylenemez. Şehir dışında toprağın altındaki bir evde yaşayan, kendi yağmur bulutunu icat etmeye çalışan Eron Keen ilgiye değer karakter aslında. Yer altı tanrısı Hades'i hatırlatıyor ama bir yerden sonra sıradanlaşıyor. Sürprizli hikâye takıntısı da açıkçası bizi şaşırtmaktan ziyade filme zarar veriyor... Finalden geriye dönerek olup bitenleri düşündüğünüzde bazı açmazlar, anlamsızlıklar bulmanız mümkün.

        Tüm bu zayıf noktalarına rağmen, Leigh Whannell, insan bedeniyle makinelerin bütünleştiği David Cronenberg filmleriyle, siberpunk türünü hatırlatan bir filme imza atmış. Sonuç olarak, hikâyesi, anlatımı ve görsel atmosferiyle “Upgrade”in bilimkurgu sevenlere hitap edebilecek bir film olduğunu düşünüyorum.

        Filmin notu: 6

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar