Uzaylı canavarların dönüşü
2013 yılında seyrettiğimiz “Pasifik Savaşı”nın devamı niteliğindeki “Pasifik Savaşı: İsyan” (Pacific Rim: Uprising), insanların yönettiği dev makineler ve uzaylı yaratıkların savaşını gösterişli bir özel efekt sinemasıyla anlatıyor
İLKI için “Dev ölçekli bir dövüş filmi” diye yazmıştım. Yeni filmde de durum değişmiyor. Dev metal yığınları uzak mesafeden ateşli silahlarla çarpıştıktan sonra kılıçlar, zincirler ve kırbaçların kullanıldığı yakın dövüşe geçiyor. Gerektiğinde yumruk ve tekmeden sakınmıyorlar. Filmin böyük bölümü yine dövüş sahnelerinden oluşuyor. Dövüşlere eşlik eden en önemli unsursa tahribat... “Jaeger” denen insanların yönettiği dev makineler ve “kaiju” adlı uzaylı canavarlar, açık alanlarda değil, şehirlerin caddelerinde savaşıyorlar. Dolayısıyla, bütün dövüşler büyük yıkımlara neden oluyor.
TAHRİBAT SİNEMASI
Yıkım ya da tahribat, çağdaş aksiyon sinemasının özünü oluşturan en önemli görsel öğelerden biri bence. Bu tür filmlerde özellikle büyük şehirlerin, binaların yıkılıp darmadağın olması, grafik şiddetin doğal eşlikçisi olarak kabul ediliyor. Kuşkusuz geçmişte de insanlar “Godzilla”nın, “King Kong”un şehirleri yıkıp dağıtmasını seyretmeyi severdi. Günümüzdeyse bilgisayar kökenli görüntülerle birlikte “tahribat sineması” altın çağını yaşıyor.
GÖSTERİŞLİ AKSİYON
Dövüş ve tahribatın birbirine eşlik ettiği “Pasifik Savaşı: İsyan”, seyircinin beklediğini vermeyi başarıyor. Dövüş çekimlerinin ardı arkası kesilmiyor ve diyaloglu sahneler aksiyonun hızını kesmiyor. Ancak hikâye açısından kayda değer bir numarası yok. Dünyayı kurtaran efsane Pentecost’un oğlu Jake (John Boyega), barış döneminde kayıt dışı ekonomik faaliyetlerle yolunu bulmaya çalışan bir genç olarak çıkıyor karşımıza. Amara Namani (Cailee Spaeny) ise kafayı “jaeger”lara takmış marifetli bir genç kız... İkisi, yasadışı minik bir jaeger kullandıkları için tutuklanıyor ve orduya gönderiliyorlar. Sonra da kendilerini dünyanın sonunu getirebilecek bir savaşın orta yerinde buluyorlar.
“Transformers” serisiyle “Godzilla” filmlerinin uzaylı istilası öyküleriyle buluştuğu yapım, ilk filmde olduğu gibi farklı etnik kökenlerden gelen karakterlerin buluştuğu, alt metinleri itibarıyla dünya halklarının kardeşliği fikri üzerinden ilerleyen, mizah ve duygusallık da içeren gösterişli bir aksiyon.
Yönetmen Steven S. DeKnight’ın da teknik açıdan iyi bir iş çıkardığı kesin. Ama daha fazlasını beklemeyin...
Filmin Notu: 6
***********
‘VELAYET’ GERİLİMİ
BOŞANMIŞ bir çiftin katıldığı duruşma sahnesiyle açılıyor “Velayet” (Jusqu’a la garde). Sahneden en çok aklımızda kalan, iki çocuğunun da Antoine’ı (Denis Menochet) görmek istememesi... Antoine mahzun bakışlı bir adam. Sessiz ve gergin Miriam’ın (Lea Drucker) ise inatçı bir görünümü var. Antoine’ı taciz, tehdit ve şiddetle suçluyor ama kanıtı yok. Antoine en azından hafta sonları oğlunu görmek için ısrar ediyor. Tüm bunlar yargıç gibi bizim de kafamızı karıştırıyor.
Babayla oğlun ilk görüşmesi ve peşinden gelen sahnelerde belirsizlik sürdüğü için “Velayet”in ebeveynlerinin çatışmasında ortada kalan bir çocuğun dramıyla ilgili olduğunu düşünmek mümkün. Ama bir noktadan sonra “asıl mesele” netleşiyor.
Özellikle son yarım saatinde Fransız yönetmen Xavier Legrand’ın gerilim konusunda sağlam bir iş çıkardığını inkâr edemem. Çocuk oyuncular dahil tüm karakterlerin iyi yazılıp oynandığı da kesin. Ancak finale kadar gereksiz birçok çekim var. Baştaki belirsizliğin filme önemli bir katkıda bulunduğunu düşünmediğim gibi, asıl mesele ya da ana temanın korku filmindeki sürpriz unsuruna dönüştürülmesini de sevmedim. Yönetmen finale kadar, “Çok kötü bir şey olacak ama ne?” diye düşünmemizi istiyor ve bunu başarıyor. Ama ne işe yaradığı tartışılır. Belki daha çok gerilim yaşamamıza... Özetle, sadece iyi bir gerilim...
Filmin Notu: 6