Blair Cadısı'nın dönüşü
İlk filmdeki olayların devamı niteliğini taşıyan ‘Blair Cadısı’ (Blair Witch), efsaneyi araştırmak üzere ormana giden gençlerin öyküsünü anlatıyor. Film seyirciyi, daha çok sesler, belirsizlik ve karakterlerin yaşadığı panik duygusuyla korkutmayı deniyor
1999 yapımı ‘Blair Cadısı’ (The Blair Witch Project) daha çok bir pazarlama başarısı olarak geçmiştir sinema tarihine. Filmden hafızalarda birkaç resim kalsa da konsept akılda kalıcıdır. Her şey seyirciye ‘bulunmuş bir film’ seyrettiğine dair söylenen, çağdaş korku sinemasının tekrar etmekten hâlâ vazgeçemediği kurgusal bir yalanla başlar. Gençler araştırma yapmak üzere ormana gitmiş ve geri dönememişlerdir. Biz de onlardan geriye kalan ses ve görüntü kayıtlarını seyrederiz...
Yeni ‘Blair Cadısı’ (Blair Witch) aynı mantıkla çekilmiş bir devam filmi. İlk filmde kaybolan Heather’ın kardeşi James (James Allen McCune), ormana gidip üç arkadaşıyla birlikte ablasının kaybolduğu evi bulmak ister... Şüpheci, kararlı ve cesaretlidirler. GPS cihazları ve teknik teçhizatlarıyla kendilerine güvenirler. Yolda onlara bir çift daha eklenir. Bölgede yaşayan Lane ile Talia, eski usul kasetli kameraları ve cadı hikâyelerine olan inançlarıyla diğerlerinden daha farklıdır. Hepsinin ortak noktası ise meraktır.
KORKUDANBESLENENBİR FİLM
Film bir süre sonra cesaretin işlevsiz kaldığı, merakın dehşete dönüştüğü, inanç ve şüphenin hiçbir işe yaramadığı, korku duygusunun her şeyi ezip geçtiği gizemli bir coğrafyaya götürüyor seyirciyi... Bildiğimiz fizik kurallarının ötesinde bir yer burası. Kötülüğün sesini duyuyor, varlığını hissediyor ama göremiyorsunuz. Size kendisini göstermek istediğindeyse bakmamanız gerekiyor. Çünkü bakmak, ölüm anlamına geliyor.
‘Blair Cadısı’ bilinmeyene karşı duyulan korku ve cinnet getirme endişesinden beslenen bir film. İnsanlığın kibrini temsil eden ileri teknoloji, uygarlığın sona erdiği orman tarafından adeta yutuluyor... Asıl amacın seyirciyi, insanlığın ilkel dönemlerinden kalma temel korku içgüdüsüyle buluşturmak olduğu da söylenebilir.
GERİLİM FİNALE DOĞRU YÜKSELİYOR
Tüm bunlar ilk filmde olduğu gibi küçümsenemeyecek fikirler. Ama yeni değiller ve daha önemlisi, filmin büyük bölümü sesler ve yere düşen, sallanan, bozulan, darbe alan kameralarla ilgili... Bir de, karakterlerin dehşeti yaşayan yüzleri var. Aslına bakarsanız, sesi kapattığınızda korkutucu çok az şeyin kaldığı bir film bu... Korku trükleri kendini tekrar ediyor ve etkisizleşiyor. Gerilim, evin ortaya çıkmasıyla ancak finale doğru yükseliyor. En etkili sahnenin toprak altındaki dehlizde sıkışan bir genç kız üzerine olması tesadüf değil. Çünkü doğumu andıran bu sahnede ilk kez farklı bir görsel korku motifi kullanılıyor.
Korkunun görsellikle ilişkisini unutmuşa benzeyen yönetmen Adam Wingard, tek kameraya mahkûm ‘bulunmuş film’ fikrinin monutonluğunu aşmak için kamera sayısını artırmış. Her karakterin kulağına takılı olanların yanı sıra el kameraları ve bir ‘drone’un kaydettiği görüntüleri seyrediyoruz. Bu görüntü zenginliğinin gerilime katkısı olduğunu söylemek zor ama ‘Blair Cadısı’ belirsizlikten yaratılan dehşet atmosferiyle korku meraklılarının ilgisini çekecek bir film...