Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Keşfet

Fransız yönetmen Olivier Assayas’ın yazıp yönettiği “Sils Maria ve Perde” (Clouds of Sils Maria), bir tiyatro oyununa hazırlanan Avrupalı ünlü bir yıldızla (Juliette Binoche) genç asistanı (Kristen Stewart) arasındaki ilişkiyi konu alan seyre değer bir film

ARTIK yeni öyküler bulmak mümkün değil, diyenlere kısmen hak veririm. Zordur. Öte yandan birkaç küçük dokunuşla bildik temaları, öykü kalıplarını yenileyen, taze bir bakış açısı getiren yönetmenler de var. “Yaz Saati” ve “Direniş Günlerinde Aşk” gibi kalburüstü filmlerinden hatırladığımız Olivier Assayas gibi... “Sils Maria ve Perde”, sinemada “Perde Açılıyor”a (All About Eve – 1950) kadar uzanan bir “damar”ın uzantısı. Öykünün merkezinde yaşı ilerleyen bir yıldız, Maria Enders (Juliette Binoche) var. “Perde Açılıyor”dan farkı ise öyküde hırslı, sinsi ve fırsatçı bir genç kız olmaması. Onun yerine, gençliğin keyfini çıkaran iki kız görüyoruz. Biri Maria’nın asistanı Valentine (Kristen Stewart), diğeri de önce internetteki skandal videolarını sonra da kendisini gördüğümüz genç Hollywood yıldızı Jo-Ann Ellis (Chloe Grace Moretz).

Karakterler arasındaki çatışmayı, gerilimi tırmandıran ve Maria’nın ruhunda kopan fırtınaları tetikleyen ana unsur ise bir tiyatro metni. Genç yaşta kendisine büyük şöhret getiren oyunda 20 yaşındaki Sigrid’i canlandıran Maria, yeni prodüksiyonda ise Sigrid’in intihara sürüklediği patronu Helena rolünü alıyor. Ne var ki, Maria bir süre sonra Helena’yı oynamak istemediğini fark ediyor. Sigrid’i oynarken çok sevdiği metin onu rahatsız etmeye başlıyor.

SEYİRCİ DİLEDİĞİ TARAFI TUTABİLİR

“Sils Maria ve Perde”nin en ilginç yanlarından biri, karakterlerin film boyunca hiç seyretmediğimiz bir oyun üzerine konuşup metin ve karakter analizi yapması. Bir süre sonra özellikle Valentine ve Maria’nın oyun aracılığıyla aslında kendilerini ve ilişkilerini konuştuklarını fark ediyorsunuz. Hatta bazı sahnelerde Valentine ile Maria’nın prova yapıp yapmadığını anlamakta dahi zorlanıyorsunuz. Aralarındaki bir başka anlaşmazlık konusu da Sigrid’i oynayacak Jo-Ann Ellis. Onun üzerine konuşurken de, aslında yine kendilerinden ve dünyaya bakışlarındaki farklılıklardan söz ediyorlar. Maria, “sanat filmi” yanlısı bir Avrupalı; özel efektli bütün Hollywood filmlerine gülüp geçiyor. Valentine ise “X-Men”in de bir sanat eseri olduğuna inanıyor. Assayas, öyle bir senaryo yazmış ki, seyirci dilediği tarafı tutabiliyor. Bence aralarındaki en önemli fark, Maria’nın kendini “yüksek sanat”la tanımlaması Valentine’in ise “yüksek sanat-popüler kültür” ayrımı yapmayan bir jenerasyona ait olması. Zaten Maria’nın tek sıkıntısı yaşlanmak değil, “yeni kuşakların yeni dünyası”nda nasıl bir yeri olduğunu kestirememek. Maria genç kuşaktan onay ve hayranlık bekliyor sadece. Valentine ise kendini onun eşiti olarak görüyor ve dürüstçe tartışıyor... Maria-Valentine ilişkisinin bir başka yönü ise aralarındaki adı konmayan, fiiliyata geçmeyen cinsel gerilim... Filmin en zor analiz edilecek sahnesi ise galiba Binoche’un (50) göle anadan doğma, Stewart’ın (24) ise iç çamaşırlarıyla girmesi. Bu, oyuncuların tercihi mi, yoksa yönetmenin mi? Şaka bir yana, Assayas ilişkinin niteliğini her durumda seyircinin yorumuna ve analizine bırakıyor. Kaldı ki “Sils Maria ve Perde”, filmden sonra arkadaşlarınızla yapacağınız sohbetlerle gerçek anlamını bulabilecek bir film. Skandallarıyla tanınan genç Hollywood starı Kristen Stewart ile Avrupa sanat sinemasının ikonik ismi Juliette Binoche’un bir araya gelmesi de kuşkusuz tesadüf değil.

Zoraki öğretmen

“ÇAPKIN Profesör”ün (The Rewrite) ana karakteri Keith Michaels (Hugh Grant), Hollywood’da artık hiç kimsenin iş vermediği bir senaryo yazarı. Herkes onu Oscar kazandığı “Paradise Misplaced” filmiyle tanıyıp seviyor ama hayatının geri kalanı tam bir başarısızlık. Parasal sorunları nedeniyle menajerinin teklifini kabul ederek bir taşra üniversitesinde senaryo dersleri vermeyi kabul ediyor. Ama öğretmenliği küçümsediği için okul yönetimi ve öğrencileriyle başlangıçta bir sürü sorun yaşıyor. Sonra işler değişmeye başlıyor. Aslına bakarsanız. “Çapkın Profesör”ün belki tek sorunlu yanı, bu “değişim”. Keith Michaels filmin ilk bölümünde öylesine olumsuz, itici ve yıkıcı bir karakter ki kısa sürede olumlu yönde değişmesi beni pek ikna edemedi. Ama bunu idare ederseniz, sizi eğlenceli, duygusal ve seyri keyifli bir film bekliyor.

2007’de yine Hugh Grant’in oynadığı “Söz ve Müzik”ten (Music and Lyrics) hatırladığımız Marc Lawrence, Hollywood’un ünlü senaryo gurusu Syd Field’in hayat öyküsünden de biraz esinlenmişe benziyor. Field de, senaryo dersleri verirken içindeki öğretmeni keşfeden ve yazdığı kitaplarla Hollywood’un senaryo yazarlarına hâlâ rehberlik eden bir isim. Mesleğe senaryo yazarı olarak başlayan Lawrence, filmi tam da Syd Field’in “üç perdeli ideal senaryo yapısı”na göre inşa ediyor. Sonuç olarak, “Çapkın Profesör” bir insanın kendini keşfetmesini, yeni bir başlangıç yapmasını anlatan hoş bir film. Başta Marisa Tomei’nin canlandırdığı Holly olmak üzere diğer bütün karakterlerin de iyi yazıldığı ve iyi oynandığını söyleyebilirim.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar