Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar İyi ki sinemayı bırakmamış
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Japon animasyon sinemasının efsane ustası Hayao Miyazaki, 2013 yılında artık emekli olduğunu söyleyerek hayranlarını üzmüştü. Ama çok şükür 3 yıl sonra yeni uzun filmi ‘Çocuk ve Balıkçıl’ (Kimitachi wa Dō Ikiru ka) üzerine çalışmaya başladı. Miyazaki’nin 60 kişilik ekibiyle, eski usul el çizimi tekniğini kullanarak 7 yılda hazırladığı animasyon, kariyerinin en iyi filmlerinden biri.

        Türkiye’de bu hafta vizyona giren ‘Çocuk ve Balıkçıl’, II. Dünya Savaşı sırasında Japonya’da geçiyor. İlk sahnede, 12 yaşındaki erkek çocuğu Mahito Maki, gece yarısı başlayan bombardıman sırasında uyanıyor ve evinden baktığında annesinin bulunduğu hastaneyi alevler içinde görüyor. O gece annesini kaybediyor Mahito. Sonraki sahnede, yaklaşık 1 yıl sonra savaş uçakları yapan fabrikanın sahibi babasıyla taşraya geliyor ve hamile üvey annesi Natsuko ile büyük kır evinde yaşamaya başlıyor. Daha ilk anlardan, Mahito’nun ortama ve ‘babamın yeni sevgilisi’ olarak adlandırmayı tercih ettiği Natsuko’ya uyum sağlayamadığını görüyoruz. Ama evin yakınlarındaki terk edilmiş boş kule ve etrafta uçup duran gri balıkçıl, hemen ilgisini çekiyor.

        Okulun ilk gününde de işler yolunda gitmiyor. Dönüş yolunda tarlada çalışan yaşıtlarından biriyle kavga ediyor. Bizi asıl şaşırtan ise eve gelmeden önce yerden aldığı taşla kendi kafasını yarması oluyor. Evde tedavi gördüğü ve odasında tek başına yattığı günlerde pencereden gelen gri balıkçıl kuşu, esrarengiz kuleye çağırıyor onu. Natsuko ve Yedi Cüceler’i hatırlatan yaşlı teyzeler, Mahito’nun kuleye girmesini istemiyorlar. Gün gelip kuleye girdiğinde ise sürprizlerle dolu fantastik bir dünyada buluyor kendini.

        ‘Çocuk ve Balıkçıl’, tıpkı ‘Alice Harikalar Diyarında’ veya Miyazaki’nin en iyi filmi olarak kabul edilen ‘Ruhların Kaçışı’nda olduğu gibi ‘gizli geçitten başka aleme geçen çocuğun’ serüvenleri üzerine kurulu… Annesini kaybetmesinin şokunu atlatamayan ve savaşın gerçekliğiyle baş edemeyen Mahito, girdiği fantastik alemde karşısına çıkan sorunları çözmeye çalışırken önemli kararlar vermek ve sorumluluklar almak zorunda kalıyor. Daha önce birçok filmde karşımıza çıkan bir öykü formatı bu: Çocuk kahraman, karşısına çıkan engelleri aşarak hedefine ulaşmaya çalışıyor. Burada da ilk bakışta durum farklı değil ama başka filmlerde asla göremeyeceğimiz, Miyazaki’ye özgü masalsı, gizemli bir alem bekliyor bizi.

        Miyazaki’nin, filmin Japonya’daki ilk deneme gösteriminin ardından seyirciye okunan notunda ‘Belki filmi anlamadınız. Ben kendim de anlamıyorum’ demesi önemli geliyor bana. Sadece seyircilere sınırsız yorum yapma özgürlüğü veren bir yaklaşım değil bu. Miyazaki bence filme çözümlenecek bir bulmacadan ziyade görsel / duygusal bir deneyim olarak bakmamızdan yana.

        Miyazaki ile Mahito arasındaki benzerlikleri, yani hikâyedeki özyaşamsal etkileri hesaba kattığımızda, bu açıklama daha anlamlı hale geliyor. Annesini savaş sırasında kaybetmiyor Miyazaki ama bombardımanlar nedeniyle ailesiyle taşraya yerleşiyor. Babası filmde olduğu gibi aileye ait savaş uçağı fabrikasında çalışıyor. Babasıyla arası hiçbir zaman çok iyi olmuyor. Güçlü bir bağ kurduğu annesi ise tüm hayatını olumlu yönde etkiliyor. Mahito’nun kuleye girmeden önce yaşadıklarının bazılarını kendi çocukluğundan aldığı belli... Kuledeki serüvenler ise hayal gücünü veya bilinç dışını temsil ediyor.

        Bütün serüven, öncelikle Mahito’nun kaybettiği annesine kavuşma özleminin bir yansıması gibi geliyor bana. Büyüme, olgunlaşma teması kadar kendi iç dünyasında annesini arayan; onunla en azından ruhani bağlar kurmak isteyen bir çocuğun öyküsünü seyrediyoruz. Öte yandan, annesiz bir yaşama veya annesiz bir geleceğe adapte olma çabasının altını çizmek gerekiyor. Annesinin kulede yaşadığını söyleyen gri balıkçıla başlangıçta inanmıyor Mahito. Ama Natsuko’yu bulmak için içeri girmekte tereddüt etmiyor. İlk gördüğünde annesine çok benzettiği Natsuko’nun teyzesi olduğunu anladığımızda zaten her şey yerli yerine oturuyor. Mahito, annesiyle metafizik bağ kurmaya çalışırken Natsuko’nun ona içtenlikle sunduğu anne sevgisini kaybetmek istemiyor.

        Film ilerledikçe, özellikle son bölümlere doğru kulenin, Mahito’nun aile geçmişine doğru açılan metafizik bir mekân olduğu netleşiyor. Bir sahnede Mahito, annesinin de genç yaşlarında kuleye girdiğini ve orada bir süre kaldığını öğreniyor. Kuleyi inşa eden mimar büyük amcayı unutmamak gerek. Kulenin tarihinde Stanley Kubrick’in ‘2001: Uzay Macerası’nı hatırlatan, uzaydan gelen ve yerçekimine meydan okuyan bir taş da var. Kulenin geçmişle şimdinin birbirine karıştığı bir çeşit zaman tüneli olduğunu düşünmek mümkün.

        Kule, sadece aileyle değil, aynı zamanda, Japonya’yla da ilgili bir yer… Orada Kral Muhabbet Kuşu ve askerleri üzerinden ülkenin tarihini, kaderini belirleyen Japon militarizminin açık izlerini görüyoruz. Sonuçta, Mahito savaşın sürdüğü, Japonya için her şeyin kötüye gittiği bir dönemde giriyor kuleye. Yaşlı büyük amcanın kulenin dengelerini sağlama görevini Mahito’ya vermek istemesi, Mahito’nun bir bahane bularak sorumluluğu kabul etmekten kaçınması ve Kral Muhabbet Kuşu’nun kuleye hâkim olmaya çalışması gibi olayları göz önüne aldığımızda, orada olup biten her şeyin Japonya’nın geçmişiyle ilgili olduğunu öne sürebiliriz. Mahito, yaklaşan yenilgiler ve yaşanan iki atom bombası felaketinin öncesinde Japon militarizminin çıkmazını net şekilde görüyor. Nazileri andıran askerlerin kule dışında şirin muhabbet kuşlarına dönüşmesi akılda kalıcı...

        Mahito’nun kulede karşı karşıya kaldığı ikilem, Japonya’daki yeni kuşakların savaş sonrasında yaşadıkları ikilemden farksız aslında. Büyük amcanın verdiği taşları dengede tutma görevi yerine Himi’yi kurtarmaya odaklanması, Mahito’nun kulede aldığı en önemli karar… Ataerkil aile iktidarı ve geleneğini bir yana bırakıp önceliklerini doğru saptıyor; insani olanı ve yaşamı tercih ediyor.

        Himi ile kapının önünde, kule ile dış dünyanın eşiğinde dururken Mahito’nun yaşamını sürdürebilmek için annesinin ölümü kabullendiği bir an var. Ölüm - yaşam döngüsünü çok iyi anlatan, benim için filmin kalbi niteliğini taşıyan bir sahne bu… Öte yandan, Mahito’nun kulede yaşadığı tüm serüvenin sorumluluk duygusuyla ilgili olduğu öne sürülebilir. Büyük amca ve Kral Muhabbet Kuşu önceliklerini doğru tespit edemeyen eril karakterler. Mahito, onların statik ve soyut düzenine karşı kuledeki fantastik coğrafyaya hükmeden kadınların yaşam enerjisini tercih ediyor. Gerçek dünyada babanın savaş için silah ürettiğini akılda tutmak gerekiyor. Babayla militarizm arasında açık bir bağ var.

        Miyazaki’nin önceki filmlerinde olduğu gibi hikâyenin bir bilgesi yok. Mahito, doğru olanı kendi başına buluyor. Gri balıkçılın içinde yaşayan küçük adam da onun için bir rehber veya güvenilir yol arkadaşı olamıyor. Mahito genellikle sezgileri ve sağduyusuyla karar veriyor.

        Açıkçası, burada hepsini ele alamayacağımız kadar çok imge var filmde: Warawara’lar, kurbağalar, bebeğe dönüşen ‘koruyucu’ teyzeler, geçmişi temsil eden okla yay, babanın kılıcı, muhabbet kuşları gibi içerde ve dışarda farklı olan pelikanlar ve daha neler neler… Ateş ve su da filmin önemli imgeleri arasında. Himi, ateş; Natsuko ise suyla yan yana geliyor. Tek seyredişte hepsini anlamak, detaylı anımsamak, sindirmek ve yerli yerine oturtmak pek kolay değil. Kulenin kendisi dahil filmdeki eril ve dişil imgelerin kullanımı üzerine herhalde bir tez yazılır.

        Fantastik boyut, gerçek dünyada Mahito’nun annesinin ilk sahnede alevlerin içinde yükselişiyle başlıyor aslında. Dolayısıyla, ilk sahneden itibaren Mahito’nun hayal gücünün içindeyiz. Kule ile gerçeklik, yani fantastik ve gerçek dünya arasında birçok bağ var. Mahito’nun taşraya geldiğinde babanın Natsuko’ya verdiği ağır çantanın içinde ne olduğunu haliyle çok merak ediyoruz. Eve geldiğimizde ‘Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’i akla getiren ‘Natsuko ve 7 koruyucu yaşlı kadınla’ birlikte adeta masal dünyasına giriyoruz ama gizemli çantanın içinden çıkanlar savaşın somut gerçekliğini temsil ediyorlar.

        Film, orijinal adını Japon yazar Genzaburō Yoshino’nun 1937’de yayımlanan, Türkçe’ye ‘Nasıl Yaşamalı?’ diye çevirebileceğimiz romanından alıyor. Bazı tematik akrabalıklar dışında film ile romanın öyküsü arasında bağ olmadığı söyleniyor. Ama söz konusu roman, filmde bir kez karşımıza çıkıyor. Mahito, kuleye girmeden önce evde annesinin, kitabı kendisine bir not yazarak bıraktığını görüyor. Özetle o kitap annesiyle kuracağı ruhani bağın simgesi ve başlıktaki soru, onun için kritik önem taşıyor. Hayal gücünü tetikleyen kitap ve kule arasında açık bir bağ var.

        Genelde ana karakter olarak kız çocuklarını tercih eden Miyazaki sinemasında ayrı bir yerde dursa da ‘Çocuk ve Balıkçıl’, yönetmenin önceki filmleriyle tematik olarak güçlü bağlar taşıyor. İlk seyredişimde ‘Komşum Totorro’ kadar sıcak, ‘Ruhların Kaçışı’ kadar büyüleyici bulmadım belki ama Miyazaki filmografisinin en önemli parçalarından biri olduğuna eminim. İyi ki sinemayı bırakmamış Miyazaki. Yoksa bu güzel filmden mahrum kalacaktık.

        8 /10