Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Anasayfa Özel İçerikler Mehmet Açar 'The Marvels': Hafif ve eğlenceli
        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00

        Sinematik Evreni’nin 33. filmi olan ‘The Marvels’ 2019’da seyrettiğimiz ‘Captain Marvel’ın hikâyesini sürdürüyor: Carol Danvers / Captain Marvel (Brie Larson), Yüce Zekâ’nın (Supreme Intelligence) egemenliğinden kurtardığı Hala gezegenini farkında olmadan yok oluşun eşiğine getirmiştir. Kree halkının yeni ve genç lideri Dar-Benn (Zawe Ashton), ona karşı öfkeyle doludur. Filmin hemen başında ele geçirdiği Kuantum Bilekliği’nin verdiği süper güçleri sadece halkını kurtarmak için değil, Captain Marvel’ın sevdiklerine saldırmak için de kullanmaya kararlıdır. Amacı intikamdır. Dar-Benn’in bilekliğiyle uzay-zamanda açtığı sıçrama noktaları ya da geçitler, savunma amaçlı bir kuruluş olan S.W.O.R.D.’un (Sentient Weapon Observation and Response Division) dikkatini çeker. İnsanlarla Skrull’ların birlikte kurduğu S.A.B.E.R. (Strategic Aerospace Biophysics and Exolinguistic Response) adlı uzay istasyonunda çalışan Nick Fury (Samuel L. Jackson), sıçrama noktalarını araştırmak üzere, aynı istasyonda çalışan astronot Monica Rambeau’nun (Teyonah Parris) yanı sıra Captain Marvel’ı göreve çağırır. İkisi birbirlerini yıllar öncesinden tanırlar. Monica’nın annesi S.W.O.R.D.’un kurucusu ve Carol Danvers’in arkadaşı Maria Rambeau’dur (Lashana Lynch). Monica küçükken aileden biri olarak gördüğü ve duygusal olarak bağlandığı Carol Danvers’in kendisinden yıllarca uzak kalmasının kırgınlığını hâlâ üstünden atamamıştır. O yüzden soğuk davranır.

        Asıl sorun ise sıçrama noktaları üzerinde çalışırken kontrolleri dışında yer değiştirmeleriyle ortaya çıkar. Aniden birbirlerinin yerine geçmeye başlarlar. Üstelik ‘dolanıklık’ olarak adlandırılan bu durumdan etkilenen sadece ikisi değildir. Jersey City’de ailesiyle yaşayan süper güçlere sahip liseli genç kız Kamala Khan / Ms. Marvel (Iman Vellani) da kontrol edemediği şekilde diğer ikisiyle yer değiştirmektedir. ‘Ms. Marvel’ adlı TV dizisini seyredenlerin yakından tanıdığı Kamala Khan, Dar-Benn’in peşinde olduğu ikinci Kuantum Bilekliği’nin de sahibidir.

        ‘Dolanıklık’ süreci kaotik sonuçlara yol açsa da Captain Marvel, Monica Rambeau ve Ms. Marvel, güçlerini ne zaman kullanmaya çalışsalar birbirlerinin yerine geçtiklerini anlamakta çok gecikmezler. Dolayısıyla, mecburen yan yana olmak ve Dar-Benn’in saldırılarına karşı birlikte mücadele etmek zorundadırlar.

        ‘The Marvels’ı Captain Marvel’ın ikinci solo filmi olarak görmek mümkün değil. Evet, ilk filmin sonunda Captain Marvel olarak adlandırılan ve daha sonra Avengers ekibine katılan Carol Danvers’in hikâyesi sürüyor ama burada asıl olarak yeni bir ekibin doğuşuna tanık oluyoruz. Süper kahramanların ekip olma hikayelerini anlatan ‘Avengers’ (2012) ve ‘Galaksinin Koruyucuları’ (Guardians of the Galaxy - 2014) gibi filmlerin Marvel Sinematik Evreni’nde ayrı bir yeri olduğunu düşünürüm. Ama ‘The Marvels’da aynı havayı bulduğumu söyleyemem. Önceki filmlerde karakterlerin arasındaki iktidar mücadelesi, ego ve güç çatışmaları hayli eğlencelidir. Uzun süre zoraki bir ekip psikolojisiyle birbirlerine katlanırlar. Burada ise çabuk kaynaşan ve anlaşan bir ekip var. Aralarında önemli sorunlar, çatışmalar ve çelişkiler yaşamadan ekip halinde savaşmaya başlıyorlar. Sözgelimi, Captain Marvel ve Monica Rambeau arasındaki ‘aile meselesi’ kayda değer bir yan öykü olamıyor. Ms. Marvel / Kamala Khan’ın bir Captain Marvel hayranıyken kendini bir anda onunla aynı ekipte bulması, filmin başında komik sahnelere vesile oluyor ama gerisi gelmiyor. Captain Marvel’ın her ikisinden büyük olması, onu kısa sürede koruyucu, sahiplenici ‘örnek abla’ haline getiriyor. Bu ‘örnek abla’ muhabbeti nedeniyle ‘Avengers’ ile ‘Galaksinin Koruyucuları’ serilerindeki o eğlenceli ekip içi çatışmalar, kıskançlıklar, çekişmelerin hiçbirini göremiyoruz. Daha kötüsü, karakterler kendi iç dünyalarında da kayda değer sorunlar yaşamıyor.

        Oysa Marvel Sinematik Evreni (MSE), karakterlerin ruhsal sorunları, zayıflıkları ve zaaflarıyla ilgili filmler konusunda hayli zengindir. MSE’nin en iyi filmlerinde süper kahramanlar sadece kötülere karşı mücadele etmezler. Hem kendi aralarında hem kendi iç dünyalarında psikolojik mücadeleler verirler.

        ‘The Marvels’ ise maalesef dümdüz bir film. Üç süper kahraman bir araya gelip Dar-Benn’i engellemeye ve onun saldırdığı gezegenleri korumaya çalışıyorlar. Dar-Benn de ne yazık ki çok düz ve tek boyutlu bir kötü karakter. The Marvels ekibinin aralarında geçen her şeyi unutup halkını kurtarmak için Dar-Benn’e yardım etmeye, bir kadın dayanışması göstermeye hazır olduğunu biliyoruz. Ama karşılarında cinsiyet dayanışmasından falan anlamayan esneklikten çok uzak, aşırı öfkeli, vasat bir kötü karakter var.

        Antagonistin psikolojik derinliği, filmin dramatik kalitesini yükselten bir unsurdur. Burada ise sadece Dar-Benn’de değil ana karakterlerimizde dahi psikolojik derinlikten söz etmek mümkün değil.

        Öte yandan, yönetmen Nia DaCosta’nın Megan McDonnell ve Elissa Karasik’le birlikte yazdığı senaryonun böyle bir hedefinin olmadığı belli. Asıl hedef, ‘camp’ diyebileceğimiz bir yaklaşımla sığlığını saklamayan hafif ve eğlenceli bir filme imza atmak. Hikâyede dişe dokunur, kayda değer alt metinler, temalar bulan ve bunları ciddiye alanlar çıkar mı, bilemem. Bana sorarsanız, hikâyenin en ilgiye değer yanı birbirinden çok uzak ve farklı şeyleri yan yana getirmesi… Başlangıçta çok farklı hayatları olan ve birbirlerinden çok uzakta yaşayan üç ana karakterin ‘birbirlerine dolanması’ ile şekillenen mizahi bir yaklaşım bu. Kaldı ki, filmin ilk 30 dakikası Oscarlı ‘Her Şey Her Yerde Aynı Zamanda’(Everything Everywhere All At Once) hatırlatan bir tempoyla ilerliyor.

        Captain Marvel ile ‘kedi görünümlü’ evcil hayvanı Goose’un kendilerini aniden Pakistan kökenli Khan ailesinin oturma odasında bulmasıyla devam eden kaotik kuantum dolanıklığı hayli eğlenceli sahnelere vesile oluyor. Sözgelimi Khan ailesinin iki uzaylıyla evin salonunda verdiği mücadele ya da Captain Marvel’ın Kamala Khan’ın genç kız odasında kendi posterleriyle karşılaşması…

        Filmde uzay operası havası da var hiç kuşkusuz. Hatta yönetmen Nia DaCosta’nın görsel anlamdaki önceliğinin uzay operası yapmak olduğu dahi söylenebilir. Sıçrama noktaları, uzay araçları, farklı canlı türleri ve farklı gezegenlerde geçen sahneleriyle kaotik, renkli, dinamik bir uzay operası seyrediyoruz. Bir yanda, sosyal gerçekçi filmleri andıran mülteci dramı var; diğer yanda ise herkesin şarkı söyleyerek anlaştığı, hiç bitmeyen bir Bollywood müzikalinin yaşandığı Aladna gezegeni. Filmin beni en çok güldüren ‘Çift dilli’ esprisi de orada geliyor zaten. Aladna gezegenindeki sahnelerde senaryo yazarları ve yönetmenin asıl derdini hissedebiliyorsunuz. Hiçbir derinlik kaygısı gütmeden seyirciyi eğlendirmek… Peki, hedeflerine ulaşıyorlar mı? Khan ailesinin dahil olduğu sahnelerde, Ms.Marvel / Kamala Khan’ın tüm filme ayrı bir hava getiren genç kız hallerinde ve yavru kedilerin, daha doğrusu yavru frenkellerin uzay istasyonuna dağıldığı anlarda, ‘The Marvels’ kendi havasını ve mizahını buluyor, eğlenceli hale geliyor. Ama ne yazık ki, bunların ötesine geçemiyor, süper kahraman filmlerini aşağılayanları haklı çıkaran bir sığlığa saplanıp kalıyor.

        5/10