Anneler Günü
Dün şahsım da dahil olmak üzere annesiyle ilgili paylaşım yapmayan, annelerin hayatımızdaki yerleriyle ilgili duygusal sözler söylemeyen sanırım çok az kişi vardı. Farkındaysanız son bir haftadır annemize veya tanıdığımız annelere uygun hediye aramak için dükkan dükkan dolaştık, yaptığımız harcamalarla da esnafı ve uluslararası şirketleri sevindirdik. Sadece ABD’de Anneler Günü’nde kart, çiçek ve hediye için 23 milyar doların üzerinde para harcanmış, bizde ise milli harcamalar 3-4 milyar TL civarında. Anlayacağınız Anneler Günü sadece duygusal bir gün olmaktan çıkıp ticari bir uğraş haline gelmiş durumda. Anneler Günü’ne sadece bu tek boyutlu ve anne olmayı kutlayan tarafıyla bakmayıp, böyle bir güne neden ihtiyaç duyulduğuyla ilgili tarihi bir araştırma yapacak olursak, aslında altında çok daha anlamlı ve günümüzdeki kutlamalara ters düşecek bir amaç olduğunu görürüz.
Kadınlar 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başında seçme seçilme, çalışma ve velayet hakkı gibi yasal haklar için önemli mücadeleler vermeye başladılar. Bu mücadelelerin bir kısmını 8 Mart’ta anmaktayız.
BARIŞ HAREKETİ
Böyle bir dönemde annelerin ve genel olarak kadınların savaş karşıtı görüşlerini yaygınlaştırmak için Anna Jarvis ve Julia Ward Howe “Annelerin Barış Günü” diye bir gün düzenleyerek bir barış hareketi başlattılar. 1914 yılında ABD’de Anneler Günü resmi tatil günü ilan edildi ama barıştan çok uzak amaçlarla. Kadınların kutsal annelik rolüne vurgu yapılırken farklı ticari işletmeler kendilerine bol bol para kazanabilecekleri bir gün yarattılar.
İşte bu sebeplerden dolayı kadınlara seçme seçilme hakkı çok uzun sürede verilirken, anneler için özel bir gün daha kısa sürede kabul gördü. Bunun altında hem ticari sebepler, hem de anneliğin kadınların doğal rolü olarak görülmesinden dolayı mevcut sistemi sarsmamasıydı. Anneler Günü’nü kutlarken bu yüzden anneliği kutsallaştırmamalı, doğuran ve doğurmayan kadın arasında kutuplaşma yaratmamalıyız.
Üstelik anneliği konuşurken de farklı kadınların yaşadığı annelik deneyimlerinin de aynı olmadığını hatırlayalım. Her kadın aynı koşullar altında mı anne oluyor yoksa farklı etnik, dini ve sosyo-ekonomik statüdeki kadınlar farklı annelikler mi yaşıyor? Annelik aslında bir kimlik mücadelesi, ama bir kadının kimliğinin tek boyutu değil ve de olmamalı. Annelik bir kadının sahip olabileceği kimliklerden sadece biri ama çoğu zaman en baskını haline geliyor. Bir kadın anne olduğu için diğer kadınlardan üstün değildir, her anne eşit koşullarda anne olmaz ve anne olan her kadın da olmayanlardan daha mutlu olmak zorunda değildir. Bir annelik tarikatı yaratıp onu kutsallaştırmadan önce bunları iyice düşünmemiz gerektiğini vurgulamak istedim. Annelik, annelerimizi hapsetmeden önceki kadın kimse, işte onu kutlayalım.