Mahallesinin katiliyle yüzleşmek
BAZEN kıyamete çok yakın olduğumuzu düşünmüyor değilim. İnsanların kolayca aşağılandığı, kıymetsizleştirildiği ve hatta öldürüldüğü bir çağda yaşıyoruz. Dünyanın her tarafında kan akıyor. Kan akmasın diye çaba sarf etmek ise büyük cesaret gerektiriyor.
İşte bu cesareti gösterenlerden birisi de Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez oldu. Dünya İslam Bilginleri Barış, İtidal ve Sağduyu İnisiyatifi Toplantısı’nda yaptığı açıklama takdire şayan ve insanın bamteline dokunuyor.
Tam İsrail karşısında haklı olarak yükselen sesimiz neden kendi içimizde neşet eden en vahşi örgütlere karşı bu kadar cılız ve kısık çıkıyor derken başkan imdada yetişti. Diyanet İşleri Başkanı konuşmasında şunları söyledi:
“Yapılan bazı araştırmalara göre son yıllarda günde ortalama bin Müslüman katlediliyor. Bunun yüzde 90’ı Müslüman tarafından, kardeşi tarafından katlediliyor. Sadece Suriye’de, Irak’ta değil. Libya’da, Pakistan’da, Afrika’da, Myanmar’da... Buralarda ortaya çıkan hareketler var. Şebap’lar, IŞİD’ler, Boko Haram’lar var. Bütün bunlar nasıl türedi? Müslüman kamuoyunda nasıl ortaya çıktı? Üzerinde durmamız gereken en önemli husus, bütün bu yapılar nasıl ortaya çıktı? Yanlış yapılar nasıl oluştu? Asıl gaye ise temelinde mezhepçilik ya da fitne ateşini nasıl söndürebiliriz?”
Bu açıklama kalbime bir ferahlık verdi. Bu açıklamada iyiliği emredip kötülüğün karşısında duran bir Diyanet İşleri Başkanı var. Kendi mahallesindeki vahşeti seyretmeyen, buna göz yummayan, ama ve fakatların ardına sığınmayan bir tutum bu. Bu açıklama kendi sokağımızdaki katillerle yüzleşmemiz açısından büyük önem taşıyor. Üstelik bunun New York’taki bazı Yahudilerin İsrail saldırılarını protesto ettiği bir döneme denk gelmesi de açıklamaya ayrı bir ağırlık katıyor.
Açıklamadaki en can alıcı tespit, Müslümanların yüzde 90’ını sözde kardeşlerinin (!) katletmesi. Doğru söze ne denir? Ancak yüreklendirilir ve arkasında durulur. İsrail’in zulmü kadar Eş-Şebab’ından Boko Haram’ına, El-Kaide’sinden IŞİD’ine kadar farklı grupların katliamlarına hayır diyemiyorsak tutarlılığımızı ve vicdanımızı tekrar tekrar sorgulamak zorundayız.
Müslüman elinden dilinden kimsenin zarar görmediği kişidir. O zaman her Müslüman’ın bu kafa kesmeler, çoluk çocuk demeden yapılan katliamlar karşısında mutlaka sesini yükseltme sorumluluğu vardır.
Gazze sahilinde bir bebeğin öldürülmesi ne kadar vahşetse Telafer’de, İdlib’de, Musul’daki bir bebeğin öldürülmesi de o derece vahşettir ve aynı insani duruşu ve gözyaşını hak eder.
Bu katliamlar karşısında bunları kınamamak gibi bir tercihimizin olmadığını bilmek zorundayız. İsrail’e gösterilen tepkinin benzerlerini İslam coğrafyasındaki diğer katliam sevdalılarına göstermezsek sadece tutarsız ve ikircikli olmakla kalmayız, aynı zamanda yeni katliamlara göz yummanın vicdani sorumluluğunu da yüklenmiş oluruz.
Kendi sokağının katiliyle yüzleşmek zordur. Ancak başka mahallenin katili kadar kendi katilimize de karşı çıktığımız ölçüde dünyayı daha yaşanılır bir hale getirebiliriz. Eğer topluca bir cinnet halinden geçmiyorsak katilin ve katliamın kaynağına bakmadan karşısında durmak zorundayız. Yoksa kıyametimiz pek yakındadır demektir.