Nasıl büyüdük?
Türkiye’nin 2017’de yüzde 7.4 oranında büyümesi; aslında bir “başarı hikayesi” olarak değerlendirilebilir. Ancak; 2013 yılından bu yana yakalanan en yüksek büyüme, ekonominin “makro” dengelerindeki “bozulma” algısını ortadan kaldırmıyor.
Bu arada; sade yurttaş gözüyle baktığımızda büyümenin, insanımızın günlük yaşamına, sofrasına yansımadığını görüyoruz.
Enflasyon ve işsizlik “çift haneli” rakamlara saplanmış duruyor. Her 100 işsiz vatandaştan 27’si üniversite mezunu, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde işsizlik oranı yüzde 17, kayıt dışı istihdamda artış sürüyor.
Bu arada; Türk-İş’in Mart ayı “açlık ve yoksulluk sınırı” araştırmasının sonuçlarına göre, 4 kişilik bir ailenin “açlık sınırı” bin 662 TL, “yoksulluk sınırı” ise 4 bin 415 TL oldu.
Öte yandan; kurlardaki artış TL’yi eritiyor. Dolar 4 TL, Euro 5 TL, benzinin litresi de 6 TL sınırına yaklaşıyor. Cari açık büyüyor, ihracatın ithalatı karşılama oranı azalıyor, iç ve dış borcun milli gelire oranı da yükseliş eğilimini sürdürüyor.
İktisatçılar büyüyen cari açığı finanse edebilecek “döviz girişi”nin yavaşladığını, dolar fiyatındaki artışı durdurabilmek için cari açık ve enflasyondaki yükselişi durdurmak, bunun yanında üretim ve sanayi yatırımlarını da artırmak gerektiğini belirtiyorlar.
BÜROKRATİK KOLAYLIKLAR
Hükümet; yatırım ortamını kolaylaştıracak “bürokratik iyileştirme” adımlarının ve 128 milyar TL’lik yeni yatırım teşviki ile “krediye erişim”i kolaylaştırmak için alınacak önlemlerin yakında açıklanacağını duyurdu.
Teşvikler yoluyla pompalanacak para, yatırımları canlandırabildiği, üretim artışına yol açabildiği ve ekonominin “makro” dengelerini olumsuz etkilemediği ölçüde piyasayı rahatlatacaktır.
Başbakan Binali Yıldırım, yaptığı açıklamada, 15 yıllık AK Parti İktidarı döneminde “191 milyar dolarlık doğrudan küresel sermayenin geldiğini, bunun da Türkiye’ye olan güveni gösterdiğini” söyledi, doğrudur. Küresel sermayenin Türkiye’ye yöneldiği dönem; mali ve parasal disiplinin sürdürebilir olduğu dönemdir.
Türkiye’nin “başarı hikayesi”nin devamı; AB ile ilişkilerinin yeniden canlandırılmasına, hukuk ve demokrasi düzeninin güçlendirilmesine, içeride ve dışarıda güven ikliminin oluşturulmasına bağlıdır.
Sonuç olarak: Başarıyı sürdürülebilir kılmada bugün, düne göre geç; yarına göre ise erkendir.