Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Sahte bir kanser ilacının fahiş fiyatla Türkiye’de SGK’ya satışı ile ilgili haberlere karşı Bakanlığın sessiz kalmasını eleştirdim dün.

        Yazım yayınlanır yayınlanmaz, Sağlık Bakanlığı’ndan önce bir bilgi notu geldi.

        Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu’nun “Bu ilacın sahte olduğu biz tespit ettik ve biz savcılığa suç duyurusunda bulunduk” şeklindeki açıklaması.

        Hemen ardından da Sağlık Bakanı Koca konu ile ilgili bir açıklama yaptı.

        Bakan Koca 2019’da bu ilaçla ilgili soruşturma yapmış ve ilacın sahte olduğu belirlenir belirlenmez ilgili tüm belgeler savcılığa suç duyurusu ile iletilmiş.

        Bu durumda iş bambaşka bir boyuta taşınmış oluyor.

        Ortada büyük bir sahtekarlık, bir halk sağlığı sorunu ve bir büyük yolsuzluk var.

        2019'dan bu yana, üstelik Sağlık Bakanlığı’nın suç duyurusuna rağmen ilgili savcılık niye harekete geçmemiş?

        Sorumlular hakkında niye bir işlem yapılmamış?

        Bu sahte ilacı Türkiye’de hastalara satanlar kim ve Bakanlığın suç duyurusuna rağmen bunları kim koruyor?

        Muhtemelen bu sorunun yanıtını asla alamayacağız.

        Ama yine sormakta fayda var.

        Bakın dün başka bir şey sorduk anında yanıtını aldık.

        Yanıt yeni soruyu doğurdu.

        Gün gelir belki ona da yanıt alırız.

        Kim bilir!

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        AK Parti ve dokunulmazlık hikayesi

        AK Parti ve dokunulmazlık hikayesi
        0:00 / 0:00

        AK Parti yine dokunulmazlık dedi, CHP lideri Kılıçdaroğlu resti yine gördü.

        Son hatırladığım benzer restleşme, CHP milletvekili Enis Berberoğlu’nun mahkumiyeti ile sonuçlanmıştı.

        Bakalım bu kez ne çıkacak.

        Tabii iktidar partisi ne zaman “dokunulmazlık” dese ben hemen iktidar partisinin henüz iktidar olmadığı 2002 yılını hatırlar, 2002 yılındaki iki konuşmaya dönerim.

        Milliyetçi Hareket Partisi lideri Bahçeli, DSP ve ANAP’ın kendilerine komplo kurduğu iddiasıyla ortağı olduğu koalisyonu bozarak erken seçim istemesiyle birlikte 2001 krizinin etkilerinin sürdüğü bir ortamda seçime gidiyor.

        Seçim öncesi anketler o sırada yeni kurulmuş bir parti olan AK Parti'nin seçimden 1. çıkacağını, o sırada Meclis’te temsil edilemeyen CHP’nin ise ana muhalefet partisi olacağını gösteriyor.

        Mevcut koalisyon ortakları DSP, MHP ve ANAP’ın baraj altı kalma ihtimalinin çok yüksek, Doğru Yol Partisi’nin ise zor bela barajı aşabilecek durumda olduğunu gösteriyor.

        İki de sürpriz parti var.

        Bunlardan biri İsmail Cem’in Kemal Derviş ve Hüsamettin Özkan’la birlikte kurduğu Yeni Türkiye Partisi, diğeri ise ailesi ve şirketleri hakkındaki soruşturmalarda iyice köşeye sıkışan Cem Uzan’ın kurtuluşu siyasette görerek kurduğu Genç Parti.

        Kemal Derviş’in İsmail Cem’i son anda satarak CHP’ye geçmesi ile YTP gündemden düşerken, Genç Parti, Uzan’ın milyar dolarları ve medya gücü ile şarkılı, türkülü, dönerli, çiğ köfteli İbrahim Tatlısesli mitingleri ile anketlerde yükseliyordu.(Evet, İbrahim Tatlıses o dönemde konserlerine büyük paralar akıtan Genç Parti lideri Cem Uzan’ı destekliyordu.)

        Ben de o sıralarda Teke Tek’i Kanal D’de yapıyordum.

        Milletvekili adayı olamayan ve yeni kurulmuş AK Parti’nin Genel Başkanı olan Recep Tayyip Erdoğan da seçim kampanyası sırasında Teke Tek’e konuk olmuştu.

        Ben de kendisine iktidar olmaları halinde milletvekili dokunulmazlıklarını kaldırıp kaldırmayacaklarını sormuştum.

        Erdoğan’ın yanıtı çok netti.

        “Biz milletvekillerinin dokunulmazlık zırhı arkasına saklanmalarına karşıyız. Milletvekili de hesap verebilir olmalıdır. Sıradan bir vatandaş suç işlediği zaman nasıl yargıya hesap veriyorsa, milletvekili de dokunulmazlığın arkasına saklanıp hesap vermekten kaçmamalıdır. İktidar olduğumuz anda milletvekilliği dokunulmazlığını kaldıracağız” demişti.

        Birkaç hafta sonra ise yine Teke Tek’te bu kez AK Parti’nin seçimi kazanması halinde Başbakanlık koltuğuna oturacak olan partinin 2. adamı Abdullah Gül konuk oldu.

        Aynı soruyu ona yönelttim, “İktidar olursanız dokunulmazlıkları kaldıracak mısınız?”

        Gül’ün yanıtı şaşırtıcı oldu.

        “Dokunulmazlıkları kaldırmak gibi bir niyetimiz yok. Bugünün koşullarında dokunulmazlıkları kaldırmamız doğru olmaz. Çünkü bugün yargı bağımsız değil ve bu bağımlı yargı ile yargı gücü aleyhimize bir silah olarak kullanılabilir. Biz yargının siyasete karşı bir silah olarak kullanılabileceği bu dönemde dokunulmazlıkları kaldırırsak, TBMM’yi yargıyı kontrol eden güçlerin vesayetine ve etkisine açık hale getiririz. Bu yüzden en azından başlangıçta dokunulmazlıkları kaldırmayı düşünmüyoruz” dedi.

        Benim "Genel Başkanınız böyle söylemiyor ama…” dediğim zaman da “Partimizin fikri bu. Ama Sayın Erdoğan'ın bu fikri değiştiyse benim haberim olmamış olabilir. Onun dediği doğrudur” diyordu. Gülerek.

        Sonrasında AK Parti çok büyük çoğunlukla iktidar oldu ve Abdullah Gül’ün dediği gibi dokunulmazlıkları asla kaldırmadı.

        Ne zaman dokunulmazlıkların kaldırılması söz konusu olsa aklıma hep iki AK Parti kurucusu ile yaptığım bu iki diyalog geliyor.

        Sancar: Altılı Masa yavaş ve çekingen

        Sancar: Altılı Masa yavaş ve çekingen
        0:00 / 0:00

        HDP Eş Genel Başkanı Prof. Mithat Sancar Teke Tek’te konuğum oldu.

        Mithat Bey’i Habertürk TV’de program yaptığı günlerden tanır, çok daha eskiden bilirim.

        Herkesin saygısını kazanmış, iyi bir akademisyen, siyaset için önemli bir kazançtır.

        Sancar’la konuşmamızın en önemli konusu Altılı Masa ile olan ilişkileri ve Cumhurbaşkanı adayı çıkarıp çıkarmayacakları idi.

        Sancar çok net konuştu.

        “Altılı Masa demokrasi adına çok olumlu bir gelişme. Destekliyor ve saygı duyuyoruz. Bir parçası olma gibi bir arzumuz hiç olmadı ama bu saygı duymamızı ve doğru bulmamızı da engellemedi. Türkiye için önemli bir adamdır.”

        Fakat Altılı Masa’yı eleştirmekten de geri durmadı.

        “Çok yavaş hareket ediyorlar, çok çekingen davranıyorlar” dedi.

        “Bizimle doğrudan ve kamuoyu önünde şeffaf biçimde temas kurmaları ve açık bir uzlaşma yapmalarını bekledik. Bugüne kadar bunu yapmadılar. Biz de daha fazla gecikmek istemedik ve kendi güç birliği ortaklarımızla kendi adayımızı belirleme çalışmalarını başlattık. Ama bu kapıyı kapattık anlamına da gelmemeli. Seçime kadar bizim kapımız açık. Bizimle ne zaman kamuoyu önünde açık biçimde konuşup, uzlaşırlarsa son anda bile bir çözüm bulup ortak hareket zemini yaratabiliriz” dedi.

        Sancar’ın ve partisinin Altılı Masa’nın “Hele bir seçilelim sonra nasıl olsa bir yol buluruz” tavrına karşı olduğunu gördüm.

        “Ama bu tavrınız, yani kendi adayınızı çıkarmanızın bedeli, karşı olduğunuzu söylediğiniz AK Parti-MHP iktidarının bir kez daha kazanmasına yol açma riski taşıyor. Bu durumda aslında fiili olarak mevcut iktidarı desteklemiş olmuyor musunuz?” soruma ise “Hayır. Onlar seçimi kazanamazlar” yanıtını verdi.

        Benim anladığım şu.

        HDP ve birlikte hareket ettiği sol blok gizlice buluşulan bir Fransız tabiriyle “Maitresse” muamelesi görmek istemiyor.

        Nikah şart değil ama ele ele tutuşup yemeğe gidelim diyor. Arkadaşça bile olsa gizli olmayan bir ilişki istiyor.

        Bunun yuvayı dağıtma ihtimalini ise belli ki umursamıyor.

        DEVA Partisi’nin Altılı Masa’dan ayrılıp HDP ile işbirliği yapma dedikodularına ise “Ne böyle bir konuşma oldu ne böyle bir fikir var ne de böyle bir temas” diyerek yalanlıyor Mithat Sancar.

        Libya’da Hafter ile görüşüp, Türkiye’nin politikalarına karşı tavır almaları ile ilgili soruma ise “Siz bile bu tuzağa düşüyorsunuz. Bunlar Türkiye’nin değil, iktidarın politikaları. Ve iktidarın dış politikasının Türkiye’yi nasıl bir çıkmaza soktuğu ortada iken biz niye iktidarın Türkiye’nin politikası diye yutturduğu politikaların takipçisi olalım? Ülkenin çıkarları için her şeyi yaparız. Türkiye’ye tehdit var ise güç kullanımını da destekleriz. Ama hatalı politikaları Türkiye’nin milli politikası diye dayatmalarına da karşı çıkarız. Nitekim Libya tezkeresine sadece biz değil CHP de onay vermedi” diyor.

        Vergisiz yakıt zor mu!

        Vergisiz yakıt zor mu!
        0:00 / 0:00

        Şehir içi toplu taşıma maliyetleri, gerek yakıt fiyatlarındaki fahiş artışlar, gerekse dövize bağlı olarak otobüs ve yedek parça fiyatlarındaki mantık dışı yükselişler nedeniyle içinden çıkılmaz hale geldi.

        Belediye meclisleri de iktidar muhalefet çekişmesi nedeniyle taşıma ücretlerine zam yapılmasını engelleyince belediyelerin en büyük zarar kalemi, toplu taşıma maliyetleri olmaya başladı.

        Belediye meclisleri ise hem belediyeleri iş yapamaz hale getirmek hem de ücret artışlarını engelleyerek vatandaşa şirin gözükmek peşinde.

        Buna karşılık çok kolay bir formülle hem ücretleri arttırmamak hem de belediyelerin müthiş zararlar etmesini engellemek mümkün.

        Yapılması gereken iş basit.

        Belediyelerin toplu taşımada kullandığı yakıttan alınan vergiyi düşürmek hatta sıfırlamak.

        Nasıl ki, Türkiye’den yakıt alan gemilere vergisiz yakıt veriliyorsa, belediyelerin toplu taşımada kullandığı mazot ve LPG’yi vergisiz olarak satmak mümkün.

        Maksat halka ucuz taşıma sağlamaksa tek yol bu.

        Maksat muhalefete kaptırılan belediyeleri batırmak ise mevcut yöntemle devam.

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        İyi niyeti kötüye kullanmadığımız zaman.

        Diğer Yazılar