Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dün akşam Teke Tek’te DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan konuktu.

        DEVA Partisi’ni kurduğunda ilk katıldığı program Teke Tek’ti.

        O günden düne, giderek farklılaşan bir Ali Babacan görüyorum.

        Teknokrat tavırlı bir siyasetçiden, ne istediğini bilen, iddialı bir siyaset adamına dönüştüğünü fark ediyorum Babacan’ın.

        Değişik şeyler anlatıyor.

        22 eylem planı hazırlamışlar, Türkiye’nin her sorununa dair.

        Çok ciddi bir hazırlık içinde.

        Farklı kesimlerin fikirlerini alıyor, hepsini harmanlıyor, politika ve çözüm önerileri oluşturuyor, tartışmaya açmak üzere yayınlıyorlar.

        “Biz yaptık en iyisi bu” demeden, bilimsel bir üslupla kendi önerilerini ve kendi çözümlerini tartıştırmak istiyorlar. Tartışma sonunda iknaya ve değişime açıklar.

        Türkiye için alışılmadık bir siyaset yöntemi.

        Son günlerde Anayasa’nın değiştirilemez ilk dört maddesini tartışmaya açacakları yolunda bir algı var.

        Bunu soruyorum.

        Hazırladıkları eylem planında Anayasa’nın değişmez ilk dört maddesine hiçbir şekilde dokunmadıklarını, dokunma niyetlerinin olmadığını, bu dört maddeden bir rahatsızlık duymadıklarını açıkça söylüyor.

        Bu maddeleri daha özgürlükçü bir Anayasa’nın önünde engel olarak görmediklerini belirtiyor.

        Tarikat ve cemaatlerle ilgili yaklaşımı ise alışılmadık ama kötü niyetli değil.

        “Tarikatları yasaklamak onları ortadan kaldırmadı. Bugün FETÖ’den bahsediyorsak, devlete sızmış tarikat ve cemaatlerden söz edebiliyorsak, bunların devlet işlerine müdahalesinden söz edebiliyorsak demek ki varlar. Var olan bu yapıları yok farz ederek sorunu çözmüyoruz. Tam aksine yokmuş gibi davranarak bunlara alan açıyoruz, denetimden kaçmalarını sağlıyoruz. Bunları vakıf ya da dernek adı altında ama dini gruplar olarak tanırsak denetleyebilir, mali veya başka suçlara bulaşmaları halinde cezalandırabilir, kapatabilir, haklarını kısıtlayabiliriz. Mensuplarının da kasıt altına alınması, bir suça veya illegal bir şeye bulaşmaları halinde sorumlu tutulmalarını sağlayabilir, sızmaların önüne böyle geçebiliriz.” fikrinde.

        Ben ise bu durumun Devrim kanunlarına aykırılık teşkil ettiğini söylüyorum.

        Babacan, Devrim kanunlarının bu alanda başarısız olduğunu ve değiştirilebileceğini söylüyor.

        Diyanet İşleri Başkanlığı’nın ise toptan yeniden yapılandırılması ve siyasetten tamamen arındırılması gerektiği kanaatinde. Aleviliğin de Diyanet Çatısı altında olması gerektiğini çok açıkça savunuyor ve Alevileri bir alt kültür grubu gibi görülüp, Kültür Bakanlığı’na bağlanmasının “En azından tanındık” düşüncesi ile kimi Aleviler arasında memnuniyet yaratmış olsa da özünde bu inancın küçük düşürülmesi olduğuna inanıyor.

        ALTILI MASA NATO VE AB GİBİ

        Babacan’ın 6’lı Masa ile ilgili sözleri ise önemli.

        Masayı Avrupa Birliğine ve NATO’ya benzetiyor.

        “Almanya veya Fransa AB’nin en büyük, en güçlü iki ülkesi diye onların söz hakkı daha fazla değil. Ama bu söz hakkı eşitliği bu iki ülkeye zarar vermiyor. Tam aksine ortak refahı arttırıyor” diyor.

        Ya da “ABD, NATO’nun en büyük mali ve askeri gücü ama 500 bin nüfuslu bir ülke bile NATO’da eşit hakka sahip. Bu ABD’nin gücünü kısıtlayan bir şey değil tam aksine ortaklığı güçlendiren, sahiplenmeyi arttıran bir şey.” diye düşünüyor.

        6'lı Masa ortaklarından hiçbirinin kendi fikirlerini masaya dayatmayacağını, ortak kabul edilmiş ilkeler etrafında birleştiklerini, DEVA’nın programının ya da bir başka partinin programının 6’lı masanın programı olmadığını söylüyor.

        ADAY AÇIKLANSIN GÖRÜRSÜNÜZ

        Muhalif kitlede giderek egemen olmaya başlayan “6’lı Masa momentumu kaybetti, iktidar yeniden güç kazanmaya başladı” algısı için ise “Dışardan bakan bir vatandaş olarak ben de aynı kanaate kapılıyorum ama içerde o masada oturan bir siyasetçi olarak durumun bu olmadığın biliyorum. Önce ilkeleri belirliyoruz. Seçim sonrası eylem planının gün gün planlıyoruz. Seçimi kazandıktan sonra ilk 90 gün çok önemli ama biz değil 90 gün 90 dakika sonra ne yapacağımız bile planlıyoruz. Yani önce iş tanımını yapıyoruz. Sonra bu tanıma uygun adayı birlikte belirleyeceğiz. Önce adamı belirleyip ona göre iş belirlemektense, önce işi belirleyip sonra ona uygun adamı belirlemek doğru olandır. Adama göre iş değil, işe göre adam. Ve kimse merak etmesin, biz adayı açıkladığımız anda o momentum tekrar 6’lı Masa’nın eline geçecektir. İktidar yapabileceği her şeyi yapıyor. Verebileceği her şeyi veriyor. Ama bir şey yapabilme, ülkeyi yönetebilme kapasiteleri olmadığını, bunu yapacak insan kaynağına sahip olmadıklarını artık herkes görüyor. Kimse merak etmesin. Aday açıklandığı anda 6’ı Masa’nın seçimi kazanacağını herkes görecek” diyor.

        6’lı Masa’nın başkan adayının kukla olacağını söyleyenlere karşı ise “Adayımız belirlenince ortak kaleme aldığımız program adaya sunulacak. Eğer aday masadaki liderlerden biri ise sorun yok. Zaten altında imzası var. Yok eğer masa dışından biri ise bu metni inceleyecek. Ben bunu yapamam, ben bunu söyleyemem dediği yerler revize edilecek. Masanın belirlediği adaya bir şey dikte etme durumu yok. Ama ilkeleri belirleyen masa olduğu için seçilecek adayımız o ilkelere sadık kalacak. Özgürlükçü, Demokrat olacak.”

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Doktrin

        Doktrin
        0:00 / 0:00

        Ahmet Davutoğlu’nu siyasetçi olarak eleştirebilirsiniz, ki hem danışmanlığı, hem bakanlığı döneminde bunu en çok yapan kişi muhtemelen benim, ama bir akademisyen olarak meseleleri çerçeve çizme ve doktrin oluşturma becerisini yadsıyamazsınız.

        Birkaç gün önce Davutoğlu’nun 6’lı Masa ile ilgili olarak kaleme aldığı “Bir toplum sözleşmesi olarak Altılı Masa’nın tarihi ve düşünsel arka planı” adlı makaleyi Politik Yol’da okudum.

        Açık söyleyeyim, önceleri ilgi ile takip ettiğim Politik Yol’da adını anmaktan dahi imtina ettiğim birinin röportajını gördüğüm günden bu yana bu yayın ile bağımı kesmiş, okuma listemden çıkarmıştım.

        Ancak Davutoğlu’nun makalesi yasağımı kaldırmama neden oldu.

        Ahmet Davutoğlu’nun yazdıklarını burada tekrarlayacak değilim. Zaten Habertürk önceki gün bunu alıntıladı, oradan bakabilirsiniz.

        Ancak ben bu makaleye başka bir açıdan bakıyorum.

        Bugün sadece Türk siyasetinde değil, dünya siyasetinde çok ciddi bir doktrin sıkıntısı var.

        Sol siyaset uzun zamandır doğru düzgün bir entelijansiya yetiştiremiyor ve doktrin çıkaramıyor.

        Yapabildiği en kabadayı iş liberalizme kaymak ya da sol adı altında liberalleşmek, sağın hatta radikal sağın parçası haline gelerek buradan maddi veya manevi olarak nemalanmak.

        Aynı durum merkez sağ için de söz konusu.

        Avrupa’da da durum farklı değil.

        Aşırı sağ dışında doktrini çıkarabilen parti yok gibi.

        Türkiye’de baktığınız zaman Zafer Partisi dışında buna rastlamak zor. Bir tek onların yanlış veya doğru ama kendi içinde tutarlı ve doktrini, siyasi ve sosyolojik bir anafikri var.

        AK Parti’nin de 2002 yılında yola çıkarken ortaya koyduğu doktriner yaklaşımından artık eser yok ve günlük savrulmaların partisi.

        Davutoğlu’nun çalışması bu açıdan önemli.

        Uzunca bir aradan sonra ilk kez Türkiye’de bir siyasi oluşum, üstelik de 6 benzemez olduğu iddia edilen bir siyasi oluşum, ortak bir doktrin üretmiş oluyor.

        Bunun siyasi sonuçları da mutlaka olacaktır.

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Çişini tutmakta zorlananları hapiste tutmadığımız zaman.

        Diğer Yazılar