Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu beni şaşırtmaya devam ediyor.

        Dün de iktidarın, İstanbul’da Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’na yönelik baskılarını arttırması üzerine iktidara bir çağrıda bulundu ve “İstanbul’da erken yerel seçime gidelim” dedi.

        Bu hayatımda duyduğum saçma demeye dilim varmasa da, en anlamsız siyasi çağrılardan biridir.

        CHP’nin lideri, CHP’nin adayının bu seçimi 2019’da zaten kazandığını ve daha iki yıl elinde tutmanın yasal hakkı olduğunu unutmuşa benzemektedir.

        Bu çağrıda, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’nın siyasallaşmış yargı vasıtası ile el değiştirtilmeye çalışılması ya da siyasi baskı altındaki Mülkiye tarafından suçlayıcı raporlarla görevden alınması ihtimaline yönelik bir itiraz yoktur.

        Burada tam aksine yerel seçimler öncesi kendi bulduğun, kendi aday gösterdiğin ve 2 partinin müthiş desteği ile kendi seçtirdiğin belediye başkanını gözden çıkarma, harcama ve hatta iktidar desteğiyle kendi belediye başkanından kurtulma hamlesi vardır.

        Burada iktidara verilen mesaj ancak “İmamoğlu’ndan biz de vazgeçtik. Ama bırakın yenisini de biz belirleyelim ve oya sunalım” olabilir.

        Bu sözleriniz adaletsizliğe bir isyan, adaletin iktidarın bir manivelası haline gelmesine bir itiraz görünmemektedir.

        Gazeteci Tolga Şardan İBB’de denetim yapan mülkiye müfettişlerinin başındaki kıdemli müfettişin, aynen yargılamadaki ilk hakim gibi baskı nedeniyle görevden çekildiğini duyururken, siz bunu gündeme getireceğinize, bunu gündemde tutacağınıza, “Yenisine bakalım” anlamına gelen çok garip bir mesaj vermeyi tercih etmektesiniz.

        Bu nasıl bir genel başkanlıktır, bu nasıl bir partinin belediye başkanına sahip çıkmak daha doğrusu çıkmamaktır!

        Şimdi sakın “Biz Ekrem Bey’in de katılacağı bir seçimden söz ediyoruz” falan demeyin.

        Sizin manasız çağrınıza uyulmasını gerektirecek şartlar, zaten İmamoğlu’nun görevi yasal olarak bırakması gerektiği anda oluşur.

        Ve bu durumda Ekrem İmamoğlu seçime giremez.

        Yok eğer “Biz bunu kabul etmiyoruz ve İmamoğlu’nun da seçime girmesi gerektiğini söylüyoruz” derseniz bu daha vahim ve daha da garip bir vaziyettir.

        Bu durumda sizin güçler ayrılığı prensibinden haberiniz dahi olmadığı ortaya çıkar.

        Yargı kararlarının yerini siyasi kararlar alır, siyasetle yargı bypass edilir, adalet siyasete kurban verilir.

        Bunu bunca yıldır isteyen de aslında bugünkü iktidardır.

        Böyle bir talep, aynı siyasetin laciverti olduğunuzu ortaya koyar.

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Seçimden sonraya kalmasın da

        Seçimden sonraya kalmasın da
        0:00 / 0:00

        Altılı Masa adayını açıklamadıkça sinirler geriliyor.

        Merak artıyor, olmayan aday bile yıpranıyor.

        Bir süre önce adayın yılbaşından sonra açıklanacağı söylenmişti.

        Dün ise “Seçim kararı alındıktan sonra açıklanacağı” söylendi.

        Korkarım ki, bu gidişle seçimden sonra açıklayacaklar.

        Çünkü gelişmeler muhalif seçmeni tedirgin ediyor.

        Çünkü herkesin kafasında “Aday üç aşağı beş yukarı bellidir ama açıklamıyorlardır. Günü gelince söylerler” inancı vardı.

        Bugün artık o noktada değiliz.

        Çünkü muhalefet kanadından gelen açıklamalara baktığınız zaman, bırakın adayın belli olmasını, adayın hangi yöntemle belirleneceği bile belli değil.

        Bunun yarattığı karamsarlığın iktidara yaradığı ise çok net.

        6 ay önce toplamı yüzde 30’ları bulamayan iktidar oyları, bugün yüzde 40’lara doğru ilerliyor.

        Ülkede tüm olan bitene rağmen muhalefet değil, iktidar yeniden seçilmesine yetmeyecek oranda bile olsa güç kazanmaya başlamışsa muhalefette, muhalefetin siyaset yapma biçiminde bir sorun var demektir.

        Muhalefetin farkına varamadığı, bu tavır ile Türkiye’nin gerçek ve derin sorunlarının değil, muhalefetin sorunlarının gündem olmasıdır.

        Faşist faşisttir

        Faşist faşisttir
        0:00 / 0:00

        HDP’li Sezai Temelli, Paris’te PKK’lıların başlattığı ve Paris sokakların savaş alanına döndürüldüğü olaylar sonrasında bir sosyal medya paylaşımı yaparak “Bırakın Paris yansın” dedi.

        Gerçi yediği haltın farkına vardıktan sonra paylaşımını silip, özür de diledi ama artık “Sirkatini söylemişti” bir kere.

        Çünkü böyle bir cümleyi kendini aydın, demokrat gören birisi değil, ancak ve ancak aşırı milliyetçi bir Türk söyleyebilirdi.

        Bu cümle “Eee, etme bulma dünyası, bunca yıl size bunların terörist olduğunu söyledik anlamadınız. Madam Mitterand’dan bu yana bu teröristlere kucak açtınız. Şimdi gördünüz gününüzü. Bunca yıl teröre destek verdiniz. O zaman yansın Paris” düşüncesini ifade eder.

        Bunca yıldır terör örgütüne kucak açmış, yıllarca hamiliğini yapmış, eski Cumhurbaşkanı’nın eşi bir terör örgütü destekçisi ile aşk yaşamış bir ülkenin güzelim başkentini 70 yaşında bir aşırı sağcı saldırgan, göçmen olarak gördüğü Kürtleri hedef aldı diye ateşe vermek, üstelik de saldırgan gözaltına alınmış, yargı devreye girmişken bunları yapmak ancak ve ancak “terör düşkünlüğü” ve terörden başka bir yöntem bilmemek, kabul etmemek olarak algılanır.

        Adalet istemek bir şeydir, Adalete şans tanımadan terör estirmek başka bir şeydir.

        Bu, terörü ırkçılık temelinde haklı göstermeye çalışmak ve desteklemek ise bambaşka bir şey.

        Kim tarafından söylenirse söylensin, “Yansın Paris” aşırı milliyetçi, faşist bir söylemdir.

        Kökeni İtalyan olsa da, faşist düşüncenin milliyeti, ırkı, rengi yoktur.

        Faşist, faşisttir.

        My terörist

        My terörist
        0:00 / 0:00

        Gelelim Paris’te yaşananlara.

        İçinde zerre şaşırtıcı bir şey yoktur.

        Teröre destek verirseniz, teröristi hoş görürseniz, benim teröristim, senin teröristin ayrımı yaparsanız başınıza gelecek olan her zaman budur.

        Er veya geçtir ama budur.

        Bunu ilk yaşayan da Fransa değildir.

        Fransa’ya bakarak bıyık altından gülmek de doğru değildir.

        Türkiye de bunun sıkıntılarını yakın zamanda yaşamadı değil.

        Türkiye’de de bazıları bir grup siyasal İslamcı teröriste, “Bunlar da bizim çocuklar ama biraz yoldan çıkmışlar. Sonuçta bizim çocuklar” muamelesi yaptılar.

        Sonuç ne oldu…

        Büyük kentlerimizde bombalar patladı, sınır kentlerimiz kan gölüne çevrildi, gece kulüpleri basıldı, yılbaşlarında eğlenen insanlar öldürüldü.

        Teröristi terörist saymamanın, teröristi seninki kötü benimki iyi diye ayırmanın acı sonuçlarını yaşamayan yoktur.

        O yüzden Fransa’ya bakıp eğlenmenin, “Oh olsun” demenin alemi yoktur.

        Kaça sustunuz

        Kaça sustunuz
        0:00 / 0:00

        Zincir marketler ne oldu da affa uğradı sorusunun yanıtı hala yok.

        Düne kadar hayat pahalılığının, enflasyonun, haksız fiyat artışlarının sorumlusu bunlardı.

        Haklarında demediğinizi bırakmıyordunuz.

        Cam çerçeve indiriyordunuz.

        Çoluk çocuk asgari ücrete çalışan kasiyerleri tehdit ediyordunuz.

        Ne oldu da birden durdunuz?

        Bir yerden durun emri mi geldi, iktidar yanlısı gazetelere verdikleri ilanlardan pay mı aldınız!

        Bildiğim kadarı ile o günden bugüne olumlu bir değişim yok.

        Tam aksine, bu market zincirlerinin birbirleri ile anlaşarak, haberleşerek fiyat oluşturduğu, rekabet kurullarını ihlal ettiği, oligopol bir piyasa oluşturmak için işbirliği yaptığı belgeleriyle ortaya çıktı.

        Yani suçlulukları kanıtlandı.

        Çünkü serbest piyasa ekonomisinde fiyat arttırmak suç değildir ama bunu anlaşarak yapmak suçtur.

        Bugün artık suçları kanıtlandığı halde sustunuz aniden.

        Neden!

        Hangi bedel mukabilinde?

        Söyleyin de bilelim.

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Komşuya gülmediğimiz zaman.

        Diğer Yazılar