Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yıllardır talep edilen, yıllardır indirilmesi, hatta sıfırlanması istenen “Eğlence Vergisi” sonunda sıfırlandı.

        Özellikle sanatçılar, konser veren sanatçılar, film yapımcıları ekonomik kriz dönemlerinde zaten azalan talebin, bir de eğlence vergisi nedeniyle daha da pahalı hale gelmesinden, bu verginin bir olumsuz bir kısır döngü yaratmasından şikayet ederlerdi.

        Ben de birkaç kere bu köşede, genel olarak televizyonda ve özellikle de Bire Bir programında konuk ettiğim sanatçılarla bu verginin abesliğinden söz ederdik.

        Benim gibi düşünenlere göre, sanatsal faaliyetlerden ve halkı eğlendiren, toplum yaşamına katkı sağlayan bu gibi faaliyetlerden böyle bir vergi almak manasızdı.

        Ama yıllar boyunca kimse bu vergiye dokunmadı.

        Eğlence Vergisi adı altında sanattan ve sanatçıdan haraç kesildi.

        Ve dün birdenbire, bir Cumhurbaşkanlığı Kararı ile eğlence vergisi sıfırlandı.

        20 yıllık AK Parti iktidarı boyunca yapılmayan bir iş bir anda yapılıverdi.

        Tiyatrocular, sinemacılar, konser organizatörleri ve bu işten para kazanan herkes mutlu.

        Yıllar önce yapılmış olması gereken bir iş yapıldı.

        Yapılması iyi oldu olmasına da peki sizce niye şimdi?

        Elbette önemli bir etken “seçim arifesinde” olmamız.

        Ama bana göre daha önemli bir neden var.

        Eğlence Vergisi, Maliye Bakanlığı’na ya da doğrudan Hazine’ye değil, belediyelere ödenen bir vergiydi.

        İstanbul’daki tüm eğlence faaliyetlerinin, buna sinema, tiyatro biletleri, konserler, eğlence parkları, at yarışları dahil biletler üzerinden yüzde 10 Eğlence Vergisi alınıyordu.

        Yani bu para belediyelere gidiyordu.

        İstanbul’da ise İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne, Ankara’da ise Ankara Büyükşehir Belediyesi’ne, İzmir’de ise İzmir Büyükşehir Belediyesi’ne, Antalya’da ise Antalya Büyükşehir Belediyesi’ne.

        Hangi kentte ise o kentin belediyesine.

        Aslan payının hangi ilde ya da illerle olduğunu tahmin etmek, bilmek zor değil.

        Şimdi o illerin belediyeleri bu gelirden mahrum kaldılar.

        Çünkü bu vergi artık alınamayacak, bu para belediyeye gidemeyecek.

        Ama Maliye Bakanlığı’nın aldığı, Hazine’ye giden KDV ise aynen yerinde duruyor.

        Yani merkezi idare kendi aldığı payı aynen korurken, belediyelerin aldığı payı bir anda sıfırladı.

        Hal böyle olunca da özünde doğru olan bir kararın, maksadı konusunda haklı olarak şüpheler oluştu.

        Madem sanatı ve sanatçıyı düşünüyordunuz.

        O zaman KDV’yi kaldırsaydınız.

        Niye cömertlik el kesesinden, belediye kesesinden.

        Bu gelirden en fazla yararlananlar başka partide oldukları için mi!

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Numan Kurtulmuş noktayı 1 yıl önce koydu

        Numan Kurtulmuş noktayı 1 yıl önce koydu
        0:00 / 0:00

        Aylar, yıllar önce yazdık, bir kere daha yazalım.

        Hatırlattık, bir kere daha hatırlatalım.

        Çeşitli belediyelerde çalışan kişiler arasında terörle bağlantılı olduğu iddia edilen kişiler olduğu ve bu kişiler yüzünden belediye başkanlarına dava açılabileceği ve hatta bu nedenle görevden alınabileceği konusu bir kez daha gündeme geldi.

        Bu mevzu daha önce de konuşulmuştu.

        Ben de bu durumu AK Parti’nin önemli isimlerinden Prof. Numan Kurtulmuş’a sormuştum.

        Çünkü Numan Kurtulmuş, Mehmet Akif Ersoy’un programına katılmış ve “Belediye başkanlarının tedirgin olmasına gerek yok” demişti.

        Program çıkışı, Numan Bey ile biraz sohbet etmiş, bu sözlerinde samimi olup olmadığını sormuştum.

        O da aynen şöyle demişti.

        “Böyle söylemem gerektiği için böyle söylemedim. Böyle düşündüğüm için böyle söyledim.”

        Sonra da eklemişti.

        “Belediye kadrolarında terör örgütleri ile bağlantılı birtakım isimler olabilir. Buradan belediye başkanlarına sorumluluk çıkarılamaz. Eğer çıkarmaya kalkarsak o zaman Türk Silahlı Kuvvetleri’nde, Yargı’da, Emniyet’te, pek çok kamu kurumunda sayıları binlerle ölçülen terörist bulup ayıklandı. TSK’da bir terör örgütü ile ilişkili binlerce insan olduğu için Genelkurmay Başkanı’nı mı suçladık ki, belediye çalışanları arasında terörist bulunursa belediye başkanını suçlayalım. Böyle yaparsak, kendimizi inkar etmiş oluruz.”

        İktidarın önemli adamı Numan Kurtulmuş, aynen bunları söylemişti ve ben de aynen aktarmıştım.

        Ne zaman mı!

        Bu konunun gündeme geldiği 2021 Aralık ayının son haftasında.

        Yani tam 1 yıl önce.

        Bir yıl sonra yine aynı konuyu konuşuyoruz.

        Yazık bize.

        Unutulmak

        Unutulmak
        0:00 / 0:00

        Türkiye’de idam cezası olmadığı halde, ölüme terk edilen ve her biri 80’li yaşlarının sonuna doğru yaklaşan kimi alzeheimer hastası, kimi başka hastalıklardan mustarip emekli generaller biraz vicdanı olan herkesin içini sızlatıyor.

        Bunlardan birinin oğlu Celal Şengör’e bir mektup yollamış.

        Hawai’de faaliyete geçen volkanları izlemekten dün dönen Celal arayıp mektuptan söz edince “Yolla bana” dedim.

        Mektup aynen şöyle:

        “Sayın Şengör, benim ismim Eray Kılınç ve bugün Sincan Cezaevi'nde hayatını kaybeden emekli Hava Korgeneral Vural Avar’ın oda ve silah arkadaşı emekli Jandarma Korgeneral Hakkı Kılınç’ın oğluyum.

        FETÖ'cü savcı ve hakimler tarafından, 28 Şubat davası adı altında yargılandıktan sonra hüküm giydirilen ve rütbeleri sökülen bu değerli komutanlar, yaş ortalamaları 80'in üzerinde olmalarına rağmen, yaklaşık 1.5 senedir cezaevinde hayatta kalma mücadelesi veriyorlar.

        Ve bugün öğrendiğimiz kadarıyla maalesef bu mücadeleyi kaybetmeye başladılar.

        Vural Paşa amca bu kahramanlardan sonuncusu. Kendisini en son yaklaşık 8 ay önce görmüştüm. Türkiye’ye babamı ziyarete gittiğimde, bir açık görüş vesilesiyle, en az kendisi kadar saygıdeğer eşleri Tuna Hanımefendi'yle birlikte görmüştüm.

        Henüz daha banyo kazası geçirip, kaburgalarını kırmamıştı. Ancak bedenen ve zihnen yorgun olduğu, diğer komutan amcalarda olduğu gibi belliydi.

        Maalesef çok yalnız bırakıldık.

        TSK, CHP, AYM ve aklınıza gelebilecek ne kadar kurum ve kişi varsa, ya korkudan ya menfaatten kimse aramıyor, sormuyor, destek olmuyor.

        Sadece bir grup gazeteci ve yazar kişi var etrafımızda, onlar sağ olsunlar bu durumu gündemde tutmaya çalışıyorlar. Benim babam, 1962 Harbiye mezunu, 2004 yılında emekli olana kadar, birçok defa Doğu’da hizmet etmiş (ben Mardin, Kızıltepe doğumluyum), dağda tepede bu ülkeyi savunmuş, son derece vatansever, Atatürkçü, dürüst, adil ve asker gibi bir asker. Ama gelin görün ki, görev yaptığı yıllarda, Jandarma teşkilatında, maiyetindeki personelin, kendisine adil ve dürüstlüğünden ötürü “Peygamber Hakkı” diye lakap taktığı halde, yeni Jandarma teşkilatı, 1.5 senedir, bir kere bile aramadı ve sormadı. Haddim olmayarak, sizden tek istirhamım, lütfen bize destek olunuz.

        Birçok defa kendisine ulaşmaya çalıştığımız, ancak bize cevap bile vermeyen yakın dostunuz Fatih Altaylı Beyefendi'ye durumu anlatıp, bizlere destek olması konusunda ikna ediniz. Lütfen bu Atatürkçü, cumhuriyetçi, laik ve modern kahraman komutanların cezaevinde kendi başlarına bir bir ölmelerine göz yummayın, yumdurmayın. Askerin tavır ve davranışlarını anlayabilen, kimseden bir menfaati bulunmayan nadir insanlardan birisi olduğunuz için, genç bir meslektaşınız olarak, sizlerden yardım diliyorum. Vaktinizi aldığım için sizden özür diler, saygılarımı sunarım.

        Eray Kılınç.”

        Yemin ederim tansiyonumu çıkarıyorsunuz!

        Yemin ederim tansiyonumu çıkarıyorsunuz!
        0:00 / 0:00

        Yukarıda okuduğunuz mektupta, Eray Kılınç hemen herkes gibi bana laf sokuyor.

        Bana ulaşmaya çalışmışlar da, ben cevap bile vermemişim.

        Bir yandan adaletsizlikten şikayet edip, bir başka taraftan adaletsizlik yapmak bu halka özgü galiba.

        Bu paşalarla ilgili defalarca yazdım ve konuştum.

        Her gün bunu yazacak halim yok.

        Ayrıca.

        Bana ne zaman ulaşmaya çalışmışlar.

        Herhalde bir şekilde ulaştıklarını düşünmüşler ki, yanıt vermediğimden şikayetçiler.

        Benim bir sekreterim var.

        Kendisine sordum.

        Böyle bir kişi asla aramamış.

        Bir süredir doğrudan okumadığım ama yine de bir ekibin baktığı maillerimi baştan aşağı kontrol ettirdim.

        Böyle bir mail de yok.

        Doğru düzgün mail atan, yardım isteyen, sorun aktaran herkese yetişmeye çalışıyorum da, onlara mı yanıt vermemişim?

        Eray Kılınç Bey anlatın da öğrenelim.

        Bana nasıl ulaştınız, ulaşmaya çalıştınız da ben size yanıt vermedim, benimle mi konuştunuz, benim yakınımdaki birine mi ulaştınız da ben kale almadım ve şimdi beni suçluyorsun. Telefon mu açtınız, mail mi attınız, sekreterimle mi konuştunuz, yoksa Taksim Meydanı’nda Fatih Altaylı diye bağırdınız mı!

        Ulaşmaya çalışmak ne demek.

        Bana Diyarbakır'daki köylü bile ulaşıp derdini anlatıyor. Ben de yazıyorum.

        Türkiye'debenden daha ulaşılabilir gazeteci var mı bilmiyorum.

        Gece yarısı kafayı çeken Rizeli bile ulaşıyor da siz mi ulaşamıyorsunuz.

        Siz ne yaptınız da ulaşamadınız.

        Ben nerede hata yaptım da bana bir siz ulaşamadınız.

        Söyleyin de bileyim. Ona göre tedbir alayım.

        Ulaşmaya çalıştınız da ben yanıt vermedim öyle mi!

        Ayıptır, yalan söylemeyin.

        Neyim kardeşim ben!

        Şamar oğlanı mı!

        Önüne gelenin haksız ve hadsizce suçlayacağı biri mi!

        Edep yahu!

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        İnsanlık bende kalsın dediğimiz zaman.

        Diğer Yazılar