Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Hatırlayacaksınız, geçen hafta Türkiye’nin Altay tankındaki gecikmeyi sorgulayan bir yazı yazmıştım.

        2013’te iki adet ana prototipi Türk Silahlı Kuvvetleri’ne teslim edilen, 3 yıllık deneme süresinin ardından 2018’de seri üretim ihalesi yapılan tank, aradan geçen 4 yıla rağmen seri üretime geçememişti.

        Yazıdan sonra Murat Yalçıntaş aradı.

        Belki biliyorsunuz, Murat Bey, Ethem Sancak’ın hisselerini Tosyalı Holding’e devretmesinden sonra BMC’nin CEO’su oldu.

        Aradı, "Altay tankını anlatmak istiyorum" dedi.

        Dün benim ofiste buluştuk. BMC’nin genel müdürü Mehmet Karaaslan ile birlikte geldiler.

        “Altay tankı ile ilgili gerek siyasi, gerekse medyada çok şeyler söyleniyor. Hiçbirine kulak vermiyoruz ama siz söyleyince bir yanıt vermek, kendimizi biraz anlatmak gereğini hissettik” diye başladı.

        Yalçıntaş’ı akademik hayattan koparıp, hayatında ilk kez profesyonel çalışmaya ikna eden Fuat Tosyalı olmuş.

        “Ben kimsenin yanında çalışmadım. Yapamam” demiş.

        Tosyalı da “Tamamen özgür olacaksınız. Ben sizin işinize karışmam. Kendi şirketinizi nasıl yönetiyorsanız burayı da aynı vizyonla yönetin. Ben sadece yönetim kurulunda ne yaptığınızı duymak, öğrenmek isterim” deyince el sıkışmışlar.

        Genel Müdür Mehmet Karaaslan ise Altay tank projesinin ilk gününden beri içinde.

        Altay tank projesi Otokar tarafından başlatıldığında, Mehmet Karaaslan, Otokar’da bu projenin başında idi.

        Proje el değiştirince, o da projenin peşinden BMC’ye geçmiş.

        “Evladım gibi. Gençliğimden beri bununla uğraşıyorum ve tamamlanması için elimden geleni yapıyorum. İhale BMC tarafından kazanılınca benim Otokar’da yapacağım bir şey kalmamıştı. Ben de proje ile birlikte yer değiştirdim” dedi.

        Yalçıntaş ve Karaaslan ile 3 saate yakın bir süre konuştuk.

        Konuştuklarımızın bir bölümünün projenin hassasiyeti nedeniyle şimdilik kaydı ile yazılmamasını rica ederek, her şeyi aktardılar.

        BMC’nin yerli ortağının değişmesinden ve yüzde 51 hissenin Tosyalı grubuna geçmesinden sonra ilk iş olarak Karasu’da kamu tarafından tahsis edilen araziyi geri vermişler.

        Fuat Bey, "Tahsisli araziyi geri verelim. Fabrika yerini paramızla alalım” demiş.

        Ve Ankara'da ve Düzce’de iki ayrı OSB’de iki büyük araziyi satın almışlar.

        Buralarda fabrika inşaatları başlamış.

        Tartışmalara neden olan Tank Palet Fabrikası’nda da ekonomik ömrünü çoktan tamamlamış olan 1000’den fazla tezgahı yenilemeye başlamışlar.

        Murat Yalçıntaş’a BMC’nin İzmir’deki fabrika arazisini de sordum. Buranın boşaltılarak çok değerli arazinin konut ve ticaret alanına dönüştürüleceği söyleniyordu.

        Yalçıntaş bunu yalanladı.

        “Yok öyle bir proje. Orası BMC’nin merkezi ve orada kalacak. Ne taşınması ne de yerine konut alanı yapılması söz konusu bile değil. İstediğiniz zaman birlikte gidip gezelim” dedi.

        BMC çatısı altında BMC Power adlı yeni bir şirket kurmuşlar.

        “Yerli motor geliştirme konusunda son aşamaya doğru gidiyoruz. İstanbul Teknopark’ta 300 kişilik bir mühendis ekibi bunun üzerinde çalışıyor. BMC Power’da 400 beygir, 600 beygir, 1000 beygir ve 1500 beygirlik motorların dizaynı tamamlandı. Başlangıçta değilse bile kısa süre sonra seri üretimdeki tanklarımıza yerli motor koyacağız. Sadece tanklara değil, tüm yerli üretim savunma araçlarına bu motorlar koyulacak. Zırhı personel taşıyıcıya da, fırtına toplarına da. Bu yüzden 4 farklı güçte motor üzerinde çalıştık” dedi.

        Çok detaylı bilgiler verdiler.

        Ancak benim asıl sorum “Niye bu kadar gecikildiği” idi.

        Altay tankının ilk gününden bu yana projenin başında olan Mehmet Karaaslan anlattı.

        “Sizin de dediğiniz gibi aslında prototipler 2013’te tamamlanıp teslim edilmişti. Sonra da bu ihale yapıldı. Ancak bu arada Türk Silahlı Kuvvetleri Altay tankı ile ilgili yeni talepler iletti. Yeni kabiliyetler eklememiz gerekti. Farklı farklı sistemlerde. Güç grubunun değişikliği de başlı başına yeni bir dizayn gerektiriyordu. Tüm bunları yeniden çalıştık. Şu anda bu prototipi de tamamlama aşamasına geldik. Bu artık bir anlamda “Yeni Altay”. 9 yıl önceki tanktan başka bir tank. Bu epey bir vaktimizi aldı. Şu anda hazır ve 2023 yılı içinde 2 prototopi TSK’ye teslim edeceğiz. Aslında bunlara prototip demek de çok doğru değil. Bunlar TSK’ya vereceğimiz ilk 100’lük teslimatın ilk iki tankı da diyebiliriz. Bunlar TSK tarafından arazi koşullarında test edilecek. İlk verdiğimiz prototiplerin TSK denemeleri 3 yıldan fazla sürmüştü ama bu o kadar sürmeyecektir. Onay geldikten sonra da ilk partinin geri kalan 98 tankını vereceğiz” dedi.

        Onaydan sonra ayda 8 tank teslim etmeyi planlıyorlar.

        Tabii tüm bunlar olurken müttefiklerimizin de aralarında olduğu pek çok ülke, aslında belki de doğal olarak, bu projeyi zorlaştırmak, geciktirmek için çabalıyorlarmış.

        Bazı şeyleri şimdilik yazılmamak kaydı ile gizli kalmasını istemelerinin de nedeni bu.

        Ancak şunu da sormadan edemedim.

        “Bu işin yüzde 49’unun Katarlılara verilmesi ne kadar doğruydu?”

        Murat Yalçıntaş’ın yanıtı şu oldu:

        “Emin olun Katarlı ortakları görmüyoruz bile. Hiçbir şeye karışmıyorlar. Sessiz ortak gibiler. Sadece yönetim kurulunda bilgi alıyorlar. Fabrika binasını görmeye bile sadece tek bir kişi geldi. O da hafta sonu bir gün gelip şöyle bir baktı. Biliyorsunuz BMC’ye ortak olan Katar Ordu Fonu. Ve dünyada çok önemli pek çok sanayi şirketine ortaklar. Bunun da faydasını görüyoruz. Bize bazı kapıların açılmasını ya da hızlı açılmasını sağlıyorlar. İngiltere’de ve başka ülkelerde de çok önemli savunma sanayi şirketlerinde hisseleri var. Sermaye desteği olarak da faydalarını çok görüyoruz” dedi.

        Yazı Boyutu

        Matematik bilmeyen ziraatçı

        Metropoll kamuoyu araştırma şirketinin patronu Özer Sencar’ın değişen siyasi çıkarlarına uygun “sözde” anketler yapmasını eleştirince dün bayağı bir destek geldi.

        Meğer herkes aynı fikirde imiş.

        En güzelini Prof. Ersan Şen bir mesajla iletti.

        Ersan Hoca şöyle demiş:

        “Arkadaş, Metropoll şirketi bari matematiğin en basit iki işlemini bilse. Toplama çıkarma yapsa da attığı palavrayı en azından matematiksel olarak doğrulasa, palavrasını bir derece de olsa inandırıcı hale getirse.

        Beyefendi açıklama yapıyor. Cumhur yüzde 49 millet yüzde 42.

        Eder 91.

        Eee, nerede HDP.

        Herkese göre en az yüzde 10.

        Onu da koydun mu oluyor yüzde 101.

        Yeniden Refah, Zafer nerede!

        Diğer partiler en az yüzde 4. Onu da koy etti yüzde 105.

        Yok halk güçlü diplomasiden ötürü Cumhur’a yönelmiş. Sallıyor.

        Dün Esed’di, bugün Esad’la görüşürüz.

        Bunu millet görmüyor mu!

        Enflasyon böyle devam ettikçe, gençliği böyle karşılarına aldıkça Metropoll ne yaparsa yapsın olmaz. Böyle matematikle hiç olmaz” demiş.

        Ersan Hoca'yı görünce "Hocam şirketin sahibi ne matematikçi, ne istatistikçi. Kendisi Ziraatçı" diyeceğim ama dış politikada seçmenin en azından bir bölümünün detaylara Ersan Şen kadar bakmadığını tahmin ediyorum.

        Ama bu Metropoll’ün siyaset mimarlığının ve mühendisliğinin utanç vericiliğini değiştirmiyor.

        Güvence çift taraflı mı olacak!

        Kemal Kılıçdaroğlu türban ya da başörtüsünün yasal güvence altına alınması için adım attı.

        Cumhurbaşkanı Erdoğan her zaman olduğu gibi el yükselterek “Anayasa’ya koyalım” dedi.

        Öyle veya böyle bu durum kadın kimliği üzerinden siyaset yapmaktır.

        Belki de son bir kez bu çalışma yapılırsa kadınlar üzerinden siyaset yapma geleneği de sona erer.

        Tabii yarın birileri kalkıp kadınların kaç çocuk yapacağını falan da yasalara bağlamaya kalkışmaz ise.

        Tabii bunun yasa ya da anayasaya koyulması ile ilgili kafamda sorular var.

        Yasaya koyulacak olan sadece türban takma özgürlüğü müdür yoksa kadınların giyinme özgürlüğü müdür!

        Soruyu tam da kitabın ortasından sormak gerekirse yasal düzenleme simgesel bir isim olarak “Gülşen’e de özgürlük” verecek midir!

        Bugün Türkiye’de hiç kimse başını örttü diye ya da Müslümanlık veya Hristiyanlık gereklerine uygun olarak kapalı bir dini kıyafete büründü diye bir kadına hakaret edemez.

        Ederse başına türlü şey gelir.

        Ama yine bugün Türkiye’de metrolarda, otobüslerde, yollarda şort giyen, hafif bile olsa dekoltesi olan kadınlara türlü hakaretler ediliyor, tacize varan davranışlarda bulunuluyor.

        Acaba düşünülen Anayasa değişikliğinde kadınlara her iki yönde de güvence verilecek mi!

        Kadınların kıyafetlerine öyle ya da böyle karışmamayı öğretecek mi!

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        İyi siyasetçi ne söyleyeceğini değil ne söylemeyeceğini bilen olduğu zaman.

        Diğer Yazılar