Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Yine bir maden kazası.

        Yine çok sayıda madencimizin ölümü.

        Yine çocukların babasız, anaların evlatsız, eşlerin kocasız, gençlerin geleceksiz kaldığı bir felaket.

        Soma’nın aksine bu kez sorumlu “fıtrat” değil.

        Bu kez sorumlu olan “kader”.

        En yetkili ağızlar bunu söylüyor.

        Ve bana sorarsanız doğru söylüyor.

        Bu kazaların, bu ölümlerin nedeni gerçekten fıtrat ve gerçekten kader.

        Bazen biri, bazen diğeri ama genelde ikisi birlikte.

        Niye mi, gelin anlatayım.

        Geçmişe giderek.

        2013’e dönüp o günlerden başlayarak.

        Önceki günkü patlamanın olduğu ve 41 madencimizi kaybettiğimiz yere pek de uzak olmayan bir başka maden ocağındaki bir “kazada” 9 maden işçisi yaşamını yitirdi.

        Şimdi olduğu gibi soruşturma, tabii ki, açıldı.

        Ve sorumlular belirlendi.

        Türkiye Taşkömürü Kurumu Kozlu Müessese Müdürü sorumlular arasındaydı.

        Hakkında dava açıldı.

        Yargılanmaya başladı.

        Türkiye’de yargının işleyişi malum.

        Dava uzun sürdü.

        Yargılanmakta olan Kozlu Müessese Müdürü bir yandan yargılanırken bir yandan da terfi etmeye başladı.

        2017 yılında Türkiye Taşkömürü Kurumu Yönetim Kurulu Başkanlığı'na ve TTK Genel Müdürlüğü’ne vekaleten atandı.

        2018 yılında ise aynı koltuklarda asaleten oturmaya başladı.

        Sanık artık genel müdür ve yönetim kurulu başkanıydı.

        Aklanmadan, dava sonuçlanmadan genel müdür yapılmıştı.

        Dava 2019 yılında sonuçlandı.

        Deliller netti.

        Aynı bu kazada olduğu gibi Sayıştay raporları, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın uzman denetçilerinin yazılı uyarıları dikkate alınmamış, taşeron şirkete küçük para cezaları kesmekle yetinilmişti.

        Kaza sırasında kazanın olduğu madenin müdürü olan genel müdüre tali kusurlu sayılarak 4 yıl hapis cezası verildi.

        Cezalar önce indirildi, sonra paraya çevrildi.

        Ama ne görevden alındı ne de görevine son verildi.

        Genel Müdür ve Yönetim Kurulu Başkanı olarak koltuğunda oturmaya devam etti.

        İşte kader dedikleri budur.

        O işçilerin kaderi, böyle bir sistemin altında, yer altına inmektir.

        Kusurluları ve sorumlulukları yargıyla tescillenmiş kişilerin daha üst görevlere atandığı bir ülkede işçi olmaktır.

        Bu kaderdir.

        Kötü kader.

        Bu sorumluları sadece ve sadece hemşericilikten ötürü kayırmak, görevden almamak, bırakın görevden almayı daha üst görevlere yükseltmek de bazılarının fıtratında vardır.

        Zaten sorun da bu atamaları yapanların fıtratının işçilerin ve hepimizin kaderi olmasıdır.

        Tabii bu da kader midir yoksa seçim mi ona da siz karar verin.

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Bilimin utancı

        Bilimin utancı
        0:00 / 0:00

        Sevgili okurlar,

        Biliyorsunuz dostum, arkadaşım Celal Şengör, Teke Tek Bilim Programında Hz. İsa ve Hz. Musa’nın yaşamlarına dair hiçbir tarihi kanıtın olmadığını söyleyince, ki bunu hem Yahudi hem de Hristiyan bilim adamları da söyler ve yıllardır tartışır, Diyanet İşleri Başkanlığı konuya müdahil oldu ve hem RTÜK’e şikayet ederek Habertürk’ün ceza almasına sağladılar hem de Celal Şengör hakkında suç duyurusunda bulundular.

        Celal’in İstanbul Adliyesi’ne gidip bu suç duyurusu ile ilgili ifade verdiğini de hepiniz biliyorsunuz sanırım.

        Bu gelişmeler karşısında dünyanın çeşitli bilim akademileri ve bilimsel kurumları duydukları rahatsızlığı Türkiye’ye en üst düzeyde bildirdiler.

        Bu kurumlardan biri de ALLEA yani Avrupa Akademiler Birliği idi.

        ALLEA Başkanı Profesör Antonio Loprieno, Türkiye Bilimler Akademisi’ne bir mektup yazarak, bilimin ve bilim adamının bilimsel ifadelerinden dolayı yargılanmasının ne kadar kaygı verici olduğu anlattı.

        Geçtiğimiz günlerde Türkiye Bilimler Akademisi Başkanı Veteriner Hekim Profesör Muzaffer Şeker, Loprieno’ya cevabi bir mektup yolladı.

        Şeker, Avrupa Akademiler Birliği ve üye akademilere gönderdiği bu mektupta “Koruduğunuz Celal Şengör, Türkiye Bilimler Akademisi’nin kurucu 12 üyesinden biridir ama 2012 yılında istifa etmiştir. Kendisi bir öğrencisini taciz ettiğini itiraf etmiş biridir. Bunu Youtube’dan öğrenebilirsiniz.”

        Mektup burada da kalmıyor.

        Celal’in bir jeolog olarak din ve tarih üzerinde konuşmaya yetkili olmadığını, bir jeoloğun bilimsel uğraşları arasında din üzerinde konuşmanın bulunmadığı ve haddini aştığını söylüyor ve arkasından da “Şengör sadece Hz. Muhammed’in yaşadığına dair kanıtlar olduğunu söyleyerek anti semitik bir tavır sergilemiştir” diyerek Celal Şengör’ü uluslararası kamuoyunda Yahudi karşıtı olarak tanıtmaya ve olayı başka yönlere götürmeye çalışıyor.

        Sonrasında da başında bulunduğu kurumun da bir ALLEA üyesi olduğunu unutarak “Bu Türkiye’nin bir iç meselesidir. Siz buna karışamazsınız” diyerek mektubunu noktalıyor.

        Bu utanç verici mektubun bir tek sonucu olabilir.

        ALLEA, Türkiye Bilimler Akademisi’nin üyeliğini askıya alabilir.

        Hatta üyelikten çıkarabilir.

        Merak etmeyin Türkiye temsilsiz kalmaz.

        Şimdilik oldukça bağımsız olan ve öyle kalmasını umduğumuz Bilim Akademisi, Türkiye'yi ALLEA'da gayet iyi temsil eder.

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Akademiler bilimi karalamayı değil savunmayı tercih ettiği zaman.

        Diğer Yazılar