Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Datça’daki ormanı kimin yaktığı belli oldu.

        Eğer alkollü bir meczup olsa idi, şimdi boy boy fotoğraflarını görüyorduk gazetelerde.

        Kendisini anında derdest eden bakanlarımız demeç üzerine demeç patlatıyorlardı.

        Alkollü olduğu, sarhoş olduğu özellikle yüksek perdeden vurgulanıyor olacaktı, emin olun.

        Ama bu seferki yangın kişisel değil, kurumsal.

        Yangının nedeni bir elektrik trafosu.

        Muğla bölgesinin elektrik dağıtım işini alan AYDEM Enerji’ye ait bir trafo.

        Trafoda çıkan yangın, ormanı yakmış.

        Yangının müsebbibi işte bu firma.

        Yok merak etmeyin, bu firma 5 müteahhitten birine ait değil.

        Ama son yıllarda hızla büyümüş. Elektrik projeleri yapan bir mühendislik firması iken hızla büyümüş.

        Bildiğimiz kadarı ile milyar dolarlık borçları da var ama sürekli ertelenen, yapılandırılan borçları.

        Denizli kökenli ama Denizli başta olmak üzere bölgedeki sanayicilerin de yaka silktiği bir şirket.

        Belli ki, Yeni Türkiye’nin gözdelerinden.

        Bu işin sorumlusunun bir AYDEM isimli şirket olduğunu ben uydurmuyorum.

        Tarın ve Orman Bakanı Vahit Kirişci açıkladı, “Yangını başlatan bir trafo arızası” diye.

        Niye dersiniz!

        Büyük ihtimalle şirketin kamudan devraldığı eski bir trafo da ondan.

        Trafo yangını durduk yere çıkmaz.

        Bakımsızlıktan çıkar, eskilikten çıkar, yetersizlikten çıkar.

        Belli ki, AK Parti döneminde yapılan özelleştirmelerden bu enerji dağıtım şirketlerini satın alanların büyük bölümü, aldıkları şebekelere yatırım falan yapmıyor.

        Onlar sadece tahsilat kısmını özelleştirildi zannetmişler.

        Şebekelerin geliştirilmesi, yenilenmesi, güçlendirilmesi görev tanımlarında yokmuş gibi davranıyorlar.

        Sözleşmelere uyup uymadıklarını, gerekli yatırımları yapıp yapmadıklarını denetleyen olmadığı için son derece rahatlar.

        Bütçelerinde yatırım diye gösterdikleri harcamalar ise sadece yeni abonelere enerji ulaştırılması ile ilgili masraflar ve zaten onun da büyük bölümünü abonelere yıkıyorlar.

        Ama eski şebekelere, trafolara, nakil hatlarına yatırım falan yaptığı yok çoğunun.

        Gidip bir görseniz, hiçbir güvenlik önlemi olmadan, ormanın, ağaçların içinde yer alan trafolar.

        Yerlere inmiş açık elektrik hatları.

        Yıkılmış, yamulmuş direkler

        Üstelik de geçen seneki yangınlardan sonra bölgedeki elektrik dağıtım şirketlerine ek bütçeler verilmiş, yatırımlar için.

        Nasıl kullanıldı, nereye kullanıldı, kullanıldı mı denetleyen yok ki!

        Denetleyen olmayınca haliyle gidip hesap soran da olmuyor, olmayacak.

        Bu şirketler sayesinde kışın Isparta elektriksizlikten donacak, yazın Muğla’nın ormanları elektrikten yanacak.

        Dediğim gibi, ormanı yakan bir dev şirket değil de, bir zavallı olsa idi.

        Devletimiz, bakanlarımız nasıl da aslan gibi kükrerdi.

        Ama şimdi…

        Hepsi süt dökmüş kedi.

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Datça izlenimleri: Doğru müdahale orman kurtarır

        Datça izlenimleri: Doğru müdahale orman kurtarır
        0:00 / 0:00

        Datça’daki yangınla ilgili Tarım ve Orman Bakanlığı’na teşekkür etmiştim.

        Yangını başladıktan dakikalar sonra haber veren Datça’da mukim mektep arkadaşım Cenk de aynı fikirde.

        Şöyle demiş:

        “Yangının başlamasından sonra 15-20 dakika içinde ilk olarak helikopterler geldi.

        1 saat içinde ise aralarında THK uçaklarının da bulunduğu uçaklar yangının üzerindeydi.

        Çift pervaneli büyük helikopterler de vardı.

        Bir ara 15 helikopter ve 3 uçak aynı anda müdahale ediyordu.

        Bunun sonucu olarak da çok kuvvetli rüzgara rağmen, çok makul bir sürede yangın kontrol altına alındı.

        Gece fırtına etkisi ile hızlı bir tutuşma olan iki farklı noktaya gece görüşü olan helikopterler ile gece yarısında müdahale edildi.

        Benim de aralarında bulunduğum sahile sıkışmış insanları boşaltmak için 2 çıkartma tahliye gemisi ve 2 sahil güvenlik botu yangın boyunca bekledi.

        200 kadar itfaiye aracı, 6 TOMA, sayısız dozer, binlerce gönüllü çalıştık.”

        Bu arada yangın bölgesinde görülemeyen tek kişinin, Muğla Belediye Başkanı olduğunu da kendisine oy vermiş olanlar bildirdi.

        Herhalde o da İstanbul’da tatilde idi.

        Yerli ve milli çöplük

        Yerli ve milli çöplük
        0:00 / 0:00

        Biliyorsunuz, bu yıl tatilimi Fransa’da küçük bir kasabada geçirdim.

        Türkiye’de benzer imkanları sağlayabilecek tüm tatil yerlerinden daha ucuz ve daha temiz olduğu için.

        Tatil süresince en dikkat ettiğim şey, çöp meselesi oldu.

        Cam atıkları, pet ve plastik atıkları ve organik atıkları dikkatli biçimde ayrı ayrı biriktirdim.

        Hepsini tek tek kendilerine ayrılan çöp tenekelerine boşalttım.

        Hatta bir ara eşim, “Vallahi atık ayrıştırma tesisi gibi oldun. Hiçbir konuda bu denli özenli görmemiştim seni" diye dalga geçti.

        Ben ise bunu vatanseverlik gereği yaptım.

        Çünkü o çöplerin hepsi, bir süre sonra benim canım vatanıma gelecekti.

        Eğer doğru ayrıştırma yapmasa idim, ülkemi kirletecektim.

        Çünkü Avrupa, çöpünü Türkiye’ye boşaltıyordu.

        Ancak anladığım kadarı ile sadece evsel atıklarla yetinmeyecekler.

        İngiltere’nin Dışişleri Bakanı ve Başbakan adayı Lis Truss, Başbakan olursa göçmenleri Türkiye’ye yollayacağını açıkladı.

        Aslında fikir yeni değil.

        Geçen sene de İngiliz İçişleri Bakanı Priti Patel aynı açıklamayı yapmış ve “Göçmenleri Türkiye’ye yollayalım” demişti.

        Onunki temenni idi.

        Truss’unki ise söz.

        Ne de olsa Dışişleri Bakanı olarak bu konuyu Türkiye ile müzakere etmiş olmalı.

        Gerçi İngiltere AB üyesi olmadığı için geri kabul anlaşmasına dahil değil.

        Ama sorun olmaz.

        Düşük faizli bir kredi anlaşması ya da birkaç milyar dolarlık bir swap anlaşmasının açamayacağı kapı yok.

        O kapıdan yüz binlerce yeni göçmen girecek olsa da.

        Eczacılardan Bakan'a itiraz: Katkı payı artacak

        Eczacılardan Bakan'a itiraz: Katkı payı artacak
        0:00 / 0:00

        Sağlık Bakanı ile yaptığımız konuşmadan sonra pek çok tepki geldi.

        Bunlardan biri pek fazla konuşulmayan bir grubun temsilcisi olduğu için bunu paylaşma gereği duyuyorum.

        Aşağıda okuyacağınız satırların yazarı Gaziantep Eczacı Odası Başkanı Ecz. İrfan Demirci’dir:

        “Fatih Bey merhabalar, ben Gaziantep Eczacı Odası Başkanı İrfan Demirci, Sayın Sağlık Bakanı ile röportajınızda eczacılık sektörünün sorunları ile ilgili Sayın Bakan’a soru yöneltmiş olmanız beni çok mutlu etti. Ancak Sayın Bakan’ın yanıtında gerçekten düzeltilmeye muhtaç ciddi yanlış bilgiler bulunmakta. Bu hususta kendimi, mesleğin içinden birisi olarak, doğru bilgileri size iletmek zorunda hissediyorum. Sayın Bakan’ın bahsetmiş olduğu, ilaç firmalarının vermediği şey eczacının kâr payı değil, devletle firmalar arasında yapılan anlaşmadan doğan kamu kurum iskontosudur. Firmaların kamuya taahhüt ettiği indirimi ilaç fiyatlarına yansıtmaması sonucu bahsi geçen tutar vatandaşın cebinden çıkmakta, ilaçlarını temin eden hastalarımızdan, katılım payı, muayene ücretleri ve reçete hizmet bedeli adı altında ödedikleri ücretlere eklenerek tahsil edilmektedir. Ancak röportajda bahsedildiği gibi eczacının kârı ile ilgili bir durum bulunmamaktadır. Bunun yanı sıra Sayın Bakan’ın söylediği kur artışı ve barem artışı konusu da günün gerekliliklerinden çok uzakta, ekonomik olarak eczacıya nefes aldırabilecek düzeyin çok altındadır. Kademeli olarak uygulanan ilaç kârlılık baremlerinde yapılan iyileştirme ortalamada %2’yi bile bulmamış, üç haneli sayılar oranında artan eczane giderlerine ilaç olamamıştır. Halen ülkemizdeki eczanelerin yarıya yakını iflasa ve kapanmaya doğru sürüklenmektedir.Sayın Bakan’ın belirttiği bir husus daha var ki, reelde söylediğinin tam tersi bir durum vardır. Artık katkı payı istenmeyeceği ya da çok cüzi olacağı konusundaki değerlendirmesi son yapılan kur güncellemesi ile birlikte daha da artmış, vatandaşın ilaç alırken ödemesi gereken tutarlar yükselmiştir. Birçok ilaçta kamu tarafından karşılanan tutarların yanı sıra hastanın ödemesi gereken fiyat farkları çıkmaktadır.

        İsmini hepimizin bildiği parasetamol içeren bir çocuk şurubu için muayene ücreti, reçete hizmet bedeli, katılım payı ücretlerinin üzerine her bir kutu için 22 ₺ fiyat farkı çıkmaktadır. 2-3 adet çocuk şurubu için hastaların ödediği tutar son birkaç yıl içerisinde 3-4 kat yükselmiştir. Emekli bir kalp hastası, ritim bozukluğu için kullandığı bir ilacı birkaç yıl önce hiç ücret ödemeden almaktayken bugün 115 ₺ ödeme yapmak zorundadır. Yani gerçekler Sayın Bakan’ın söylediğinden çok farklı yaşanmaktadır.1. Basamak sağlık hizmet sunucusu olarak tanımlanan eczanelerdeki durum hakkında Sayın Bakan’ın ne kadar yanlış ve yetersiz bilgilendirilmiş olduğunu görmek bizleri ziyadesiyle üzmüştür.”

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?

        NE ZAMAN İNSAN OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Çok değerli koltuklara, ederi o koltuğun fiyatı kadar olmayan adamları oturtmadığımız zaman.

        Diğer Yazılar