Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Ha bu arada “Vatandaşlık verilen göçmenler” demişken.

        Türkiye’de göçmen sayısı sürekli artıyor.

        Bu yılın ilk 5 ayında 26 binden fazla yeni Suriyelimiz oldu.

        Afganların ve diğerlerinin sayısını ise bilmiyoruz bile.

        Çünkü elde sağlıklı veri yok.

        İçişleri Bakanlığı'na göre Türk vatandaşlığına geçen göçmen sayısı ise Mart ayı itibarıyla 200 bin 950.

        Seçimlerde oy kullanabilecek Suriyeli sayısı ise 111 bin 654.

        Bu açıklamaya inanan kaç kişi var bilmiyorum ama devletin verdiği sayı bu.

        Benim ise merak ettiğim başka bir şey var.

        Vatandaşlık verilen bu kişilerden kaçı Mısır’daki Müslüman Kardeşler örgütünün üyesi?

        Kaçı Suriye’deki Müslüman Kardeşler örgütünün üyesi?

        Ve kaçı bölge ülkelerinin “suç” kabul ettiği örgütlere üye?

        Hani biz kızıyoruz ya, FETÖ’cüleri koruyup, saklayan ülkelere.

        Biz komşularımızın terör örgütü üyesi saydığı kaç kişiye vatandaşlık verdik?

        Ve yine merak ediyorum acaba katil olmakla ve darbe yapmakla suçladıklarımızla bile kucaklaşırken, Mısır ve Suriye ile bir türlü barışamamamızın arkasında bu örgütlerin mensuplarını Türk vatandaşı yapmamız mı yatıyor!

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        AİHM "Yollayamazsınız" dedi, sevindiniz mi!

        AİHM "Yollayamazsınız" dedi, sevindiniz mi!
        0:00 / 0:00

        Türkiye’deki kayıtlı ya da kayıtsız göçmen sorununun hangi noktaya gelmeye başladığını umarım görüyorsunuzdur.

        Her gün bu “mülteci” kabul etmediğimiz göçmenlerin yaşadığı mahalle ya da kamplarda çıkan olaylar zaten vakayı adiye haline geldi.

        Mahalleli ile kavga etmeyi bırakın, artık polisle çatışacak noktaya geldiler.

        Gün geçmiyor ki, bir büyük olay çıkmasın. Yıllardır “hasır altı” edilen göçmenlerin karıştığı asayiş olayları artık saklanamaz hale geldi.

        Ve giderek görüyoruz ki, her ne kadar “Bunlar mülteci statüsünde değil” diye kendimizi ya da halkı avutmaya çalışsalar da, bu bela zannettiğimizden daha büyük ve benim gibi birkaç kişinin en başından bu yana söylediği gibi bir ulusal güvenlik sorunu.

        Bilmem farkında mısınız ama bu göçmenleri geri yollamak artık daha da zorlaşıyor.

        Birkaç gün önce Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Suriyeli bir göçmenin başvurusunu karara bağladı.

        Türkiye’ye kaçan ve oturma izni alan bir Suriyeli, bir süre önce bir suça karıştığı gerekçesiyle Türkiye tarafından sınır dışı edildi.

        Suriyeli göçmen hemen Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurdu.

        Ve AİHM kararı Suriyeli göçmenin lehine çıktı.

        AİHM Türkiye’yi “Oturma izni verdiği birini sınır dışı ederek hukuku çiğnediği” gerekçesi ile suçlu buldu ve 12 bin 500 Avro tazminat ve masraf ödemesine karar verdi.

        Bir Suriyeli için.

        12.500 Avro.

        Varın siz hesaplayın 4 milyon Suriyeliyi istekleri dışında ülkelerine göndermeye kalkışırsak bu iş bize kaç malolacak.

        Ben söyleyeyim.

        Tam tamına 50 milyar Avro.

        O da yapabilirsek.

        Türkiye ile ilgili her beğenmedikleri kararın ardından AİHM’e bağırıp çağırıp fırça atanlarda ise bu karardan sonra tık yok.

        Derin bir sessizlik.

        Demek ki bu kararı beğenmişler. .

        “Biz yollarız ama AİHM kararı var” bahanesi bulmanın sevinci herhalde.

        Bilmiyoruz.

        Ama bence bu fiyata geri yollamak da hiç fena fikir değil.

        Toplamı 50 milyar Avro ediyor.

        Ulusal güvenliği yeniden sağlamak için hiç de yüksek bir maliyet sayılmaz.

        Vatandaşlığa alınanları ise hiç saymıyorum bile.

        Onları zaten geri yollamamız mümkün olmadığı gibi.

        Gerçek sayılarını da zaten bilmiyoruz.

        Ama belki seçmen listeleri askıya çıkarıldığı zaman tam sayıyı öğreniriz.

        Değer kaybına bakar mısınız!

        Değer kaybına bakar mısınız!
        0:00 / 0:00

        Süper Lig naklen yayın ihalesi iptal edildi ve daha önce de yapıldığı gibi Bein Sports'la sözleşme uzatıldı.

        Belli ki, bundan böyle ihale falan yapılmayacak, Türkiye Süper Ligi artık yola Bein'le devam edecek.

        Ülkenin bugünkü koşullarında zaten tersi mümkün değil.

        Ortada bu işi yapabilecek başka bir medya gurubu falan kalmadı.

        Uzatmada belirlenen bedel ise 2 milyar 200 milyon TL.

        Bugünkü kurdan 129 milyon dolar.

        Ama ekonominin gidişatına ve ödeme takvimine bakılırsa, bu sezon 100 milyon dolar, önümüzdeki sezon ise 60 milyon dolar falan olur.

        Nereden nereye.

        2017-18 sezonunda 500 milyon dolardan, 2023-24 sezonunda 60 milyona.

        Bu Bein Sports'un hatası değil elbet.

        Bu çok açık biçimde Türk futbolunun değer kaybı.

        Avrupa'da C ligine düşmüş bir Milli Takım.

        Kimsenin izlemek istemediği berbat bir futbola sahne olan ve üstelik de güvenilmez bir lig.

        Kasım kasım kasılan kulüp başkanlarının, büyük bir halt ettiğini zanneden federasyon başkan ve yönetimlerinin, bu yöneticilerle pisilişkilere girmiş spor medyasının olduğu yerde emin olun bu para bile çok.

        Ve aslına bakarsanız bu sadece Türk futbolunun değil, Türkiye'nin de değer kaybının göstergesi.

        Peki bunu hak ediyormuyuz!

        Kusura bakmayın ama sonuna kadar evet.

        Hem de fazlasıyla.

        Üniversite affı

        Üniversite affı
        0:00 / 0:00

        İktidarımızın tam da seçim havasına girilmişken, popülist nedenlerle bir öğrenci affı çıkaracağını açıklamış olması, genel olarak böylesine toptancı af meselelerine sıcak bakmayan benim kafamı karıştırdı.

        Bir yanda yılların emeğini, bazen çok da insani nedenlerle kaybeden gençlere bir şans daha tanınmasını doğru bulurken, bir yandan da, bir haksızlık hissi oluştu içimde.

        Ben de bu meseleyi, en yakın tanıdığım öğretim üyesine sordum.

        Celal Şengör’e.

        O da bana yazdı.

        İşte yanıtı:

        “Sevgili Fatih,

        Üniversite affı ile ilgili soruna yanıtım şudur.

        “Böyle bir saçmalık kimseye fayda sağlamaz”

        Bu kısa yanıtla yetinmeyeceğini tahmin ettiğim için, meseleyi biraz daha detaylı anlatmakta fayda var. Şöyle ki, politik nedenlerle üniversitelerden atılan öğrenciler hariç, hiçbir makamın ‘öğrenci affetmek’ gibi bir yetkisi yoktur, olamaz da.

        Buna tüm saygınlıklarına ve güçlerine rağmen Millet Meclisleri de dahildir. Affedilmek, işlenen bir suç karşılığı verilen cezadan vazgeçmek demektir.

        Düşük ortalamalar, derslere devam etmemek gibi akademik nedenlerle üniversiteden atılmak bir suç karşılığı verilen bir ceza değildir; öğrencinin üniversite ile yaptığı kontrata uymaması sonucu o kontratın feshedilmesinden ibarettir.

        Bahis konusu kontratın içeriğini sadece ve sadece üniversite tayin eder. Öğrenci üniversiteye girmeyi kabul ettiği an o kontratın şartlarına uymayı kabul etmiş demektir. Şartlara uymazsa kontrat feshedilir, yani öğrencinin üniversite ile ilişkisi üniversite tarafından kesilir. Bu kontratın işlemesine dışarıdan müdahale edilemez; edilirse, üniversite üniversite olma özelliğini kaybeder. Bu kontratı üniversite dışından feshetmeye kalkanlar, bu kontrata müdahale etmeye kalkanlar kendilerini üniversitenin yerine koymuş olurlar.

        O zaman buyursunlar dersleri de onlar versin, tezleri de onlar yönetsin, imtihanları da onlar yapsın.

        Üniversite öğretim ve yönetim kadrosunun dışarıdan müdahalelere uymak gibi bir mecburiyeti yoktur.

        Dışarıdaki her otoritenin yetkisi üniversitenin kapısında durur, içeri giremez—tabiî üniversite üniversiteyse. Ben hâlâ üniversitede ders veriyor olsaydım, akademik nedenlerle atılan bir öğrenci dışarıdan bir müdahale ile tekrar üniversiteye alınmışsa, onu dersime kabul etmezdim.

        Ancak bu dediklerim gerçek üniversitelere sahip toplumlar için geçerlidir.

        Türkiye’deki üniversiteler zaten zafiyetleri nedeniyle diplomalı işsizler üretmekten öte pek az işe yaramaktadırlar.

        Türkiye’deki üniversiteler ile ilgili düşüncelerim zaten az çok bilindiği için bunları burada tekrarlayıp, seni de sinirlendirmek istemiyorum ama Türkiye’de bu işe yaramaz diplomaların diploma sahipleri, sanki o diplomalar gerçekmiş gibi gerçek diplomalarla uyumlu işler istemekte, o düzeyin altındaki işleri kabul etmemektedirler.

        Türkiye’de gerçek üniversitelerin olmaması, bir ‘diplomalı işsizler ordusu’ üretmiştir. Ciddî iş sahipleri, anlamsız diplomalarla kendilerine baş vuranları haklı olarak istihdam etmemekte veya onlara sözde diplomaların sahiplerinin iddia ettiği beceri ve bilgi düzeyinin altında işler önermektedirler. Bu durum ülkenin yaratıcı gücüne ve üretim kalitesine çok ciddî darbeler vurmaktadır. Kalitesizlik pazara egemen olmakta, biraz işe yarayan bireyler kurtuluşu ülkeyi terk etmekte bulmaktadır.

        İlber Ortaylı’nın yıllar önce söylediği, ‘her şehre bir üniversite kurmak, ahlâksızlıktır’ sözünün temelinde yukarıda anlatılanlar yatmaktadır.

        Umarım ülke yönetimi, ülke için çok ciddî bir tehlike oluşturacak ve zaten pek de iyi olmayan mezun düzeyini iyice yerle yeksan ederek ülkeye zarar verecek bu ‘öğrenci affı’ saçmalığından vaz geçer.

        Gençler bilmelidir ki, sözde ikballeri için kendilerine verileceği iddia edilen bu rüşvet, aslında onların ikbaline verilebilecek en büyük zarardır.”

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        İnsan olmadan adam olunamayacağını herkes anladığı zaman.

        Diğer Yazılar