Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Dün öğrendim ki, Behçet Cantürk adı bir caddeye verilmiş.

        Gençler bilmez.

        Hatırlatayım.

        Bir dönem Türkiye’de faili meçhul cinayetler oldukça fazla idi.

        Tansu Çiller’in Başbakan olduğu yıllardı ve Türkiye’ye devlet içindeki bazı çeteler hakimdi.

        Bunlar sözde vatan adına cinayetler işlerdi.

        Ama asıl neden rant paylaşımı idi.

        Kılıf ise terörle mücadele.

        Bu cinayetlerden biri de de Behçet Cantürk’ün öldürülmesi idi.

        Adı uyuşturucu ticareti ile anılan, çeşitli organize suç örgütleriyle bağlantılı bir kişiydi Cantürk.

        Biraz Escobar tarzıydı.

        Sevenleri çoktu.

        Hatta bazı gazeteciler ile bile kankaydı.

        Ama o zamanlar “Kürt mafyası” diye bilinen grubun önemli bir ismiydi aslında.

        Polis olduğu söylenen kişiler tarafından kaçırıldı ve öldürüldü.

        Cinayetin nedeni Cantürk’ün PKK’nın finansörü olduğu iddiasıydı.

        Öyle bile olsa, yani PKK’nın finansörü bile olsa bir devletin bir cinayet işletmesi, yargısız infaz yapması kabul edilecek iş değildi ama o günler karanlık günlerdi, Çiller Türkiye’siydi, Susurluk öncesiydi.

        Ama Türkiye ifratla tefrit ülkesi.

        Dün teröre destek verdiği iddia edilen, uyuşturucu kaçakçılığı ile anılan kişinin adı bugün bir caddeye veriliyor.

        Ama saçmalık burada da kalmıyor.

        O günlerin başbakanı Tansu Çiller, bugün o caddeye Cantürk’ün adını veren iktidarı destekliyor.

        Gel çık işin içinden çıkabilirsen.

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        G23

        G23
        0:00 / 0:00

        İktidarımızın hedefi Cumhuriyet’in kuruluşunun 100. yılında yani 2023’te Türkiye’yi dünyanın en büyük ilk 5 ekonomisi arasına sokmaktı.

        İddialı hatta çok iddialı bir hedefti ama sonuçta bir hedefti.

        Aslına bakarsanız Türkiye zaten çok uzun zamandır dünyanın en büyük 20 ekonomisi arasında yer alıyordu.

        Dünyanın petrol krizinin pençesine düştüğü 1970’li yılların ortasında Türkiye, dünyanın en büyük 21. ekonomisi idi.

        1979’da ise 5 sıra yükselerek dünyanın en büyük 16. ekonomisi olmuştu.

        Sonrasında da hep ilk 20 ekonomi arasında yer aldı.

        Sıralamadaki yeri 17.’likle 20.’lik arasında gidip geliyordu.

        Türkiye’nin en ağır krizlerinden birini yaşadığı 2001 yılında, yıllar sonra ilk kez 20’nin dışına çıkıp 21. sıraya geriledi.

        Ancak bir yıl sonra yani 2002’de yeniden ilk 20 içine girmeyi başardı.

        Ama bu durum bile o günün iktidar ortaklarını kurtaramadı, yeni kurulan AK Parti dışında o gün TBMM’de bulunan tüm partileri ortak sorumlu gören millet, 2002’de AK Parti’yi iktidara taşıdı.

        AK Parti yönetime geldiğinde Türkiye, dünyanın en büyük 20. ekonomisi idi.

        AK Parti iktidarında 4 sıra daha tırmanarak bir ara 17. büyük ekonomi oldu.

        Ama bunun üzerine çıkamadı.

        2023 hedefi olan 5.’liğe doğru yükselmeyi başaramadı.

        Ve bugün itibarı ile Türkiye, uzunca bir aradan sonra ilk 20 ekonomi arasındaki yerini kaybetti.

        Yeni açıklanan verilere göre iktidar, Türk ekonomisini devraldığı yerden 3 sıra daha aşağı düşürerek 23.’lüğe geriletti.

        Artık ekonomik olarak G20 içinde değiliz anlayacağınız.

        İlk 10 hedefinden ise artık 7 değil 13 sıra daha uzağız.

        1970’lerden bu yana ilk kez bu kadar aşağılardayız.

        Bu da bizim “Alım gücümüz hiç bu kadar düşmemişti” demekte haklı olduğumuzu gösteriyor.

        Bu aynı zamanda “Herkes zor durumda, kriz her yerde” söyleminin de iflası.

        Evet herkes zor durumda.

        Ama belli ki biz çok zor durumdayız.

        İçeride istatistik yayınlanmasını tek elde toplayarak, gerçek bilgiye yasak koyarak, doğruyu suç ilan edebilirsiniz.

        Ama yine de engelleyemezsiniz.

        Hadi faşist desenize

        Hadi faşist desenize
        0:00 / 0:00

        Yasa içi, yasa kenarı ve yasa dışı sığınmacı ya da göçmen adı her ne ise meselenin Türkiye açısından bir beka sorunu olduğunu yıllardır yazıp duruyorum.

        Her türlü hakarete, her türlü suçlamaya, edepsizlerin “faşist” yakıştırmalarına rağmen.

        Çünkü benim gidecek yerim yok.

        Çocuklarımı Türkiye’de geçerliliği olmayan yabancı okullarda okutup geleceğe hazırlamıyorum.

        Biz bu topraklarda yaşadık, çocuklarımız bu topraklarda yaşayacak.

        Ben yazdıkça, bu büyük sorunu inkar edenler, görmezden gelenler ve hatta kendi lehlerine siyaseten kullanma amacında olanlar bile artık konuya kayıtsız kalamaz hale geldiler.

        “Hiçbir yere göndermeyeceğiz”den, “İnşallah gidecekler”e evrildiler.

        Tabii, tüm rotaları iktidar tarafından belirlenen fikri olmayan ama lafı çok olan taife şimdi panikte.

        Nasıl “Onurlu bir dönüş yaparız" hesabındalar.

        Oysa onurlu bir dönüş yapmalarına gerek yok.

        Fetullah övgülerini, FETÖ sövgülerine döndürdükleri süratle mülteciler gitsin demeye de başlayabilirler.

        Zaten kimsenin onlardan onurlu bir dönüş beklediği falan da yok.

        Benim anlamakta en zorlandığım mesele ise Osmanlı’nın son döneminde yaşanan göçler ile şimdiki sığınmacıların aynı kefede değerlendirilmesi.

        Bir yanda Türk soyundan gelen ve yaşadıkları topraklarda yeşeren etnik milliyetçi akımlardan ötürü katliama uğrayan İmparatorluğun Türk ve Müslüman tebaasının İmparatorluğun elinde kalan topraklara dönerek canlarını kurtarma çabası ya da 1980’lerde olduğu gibi Bulgaristan’da faşist Jivkov yönetiminin isim ve din değiştirme baskısından kaçarak Türkiye’deki akrabalarının yanına dönmeye çalışan Bulgaristan Türkleri.

        Diğer yanda ise bu topraklarla hiçbir bağı olmayan ama ya güvenlik ya da ekonomik nedenlerle Türkiye’ye kaçmak zorunda kalmış ama Türklükle alakası olmayan gruplar.

        Bunları nasıl aynı kefeye koyup bir değerlendirme yapabilirsiniz.

        Hangi vicdana sığar bu?

        Hadi vicdan yok hangi akla mantığa.

        Hiçbir şey değilse çok büyük ayıptır.

        Deli Dumrul

        Deli Dumrul
        0:00 / 0:00

        Çanakkale Köprüsü’nden geçerken tek bir otomobile bile rastlamadığımı yazdım.

        Yazmaz olaydım.

        Bugün itibarıile Çanakkale Boğazı'nı geçmek için vatandaşların kullandığı arabalı vapur seferlerine zam yapıldı.

        Yüzde 40’ın üzerinde.

        Zammı yapan kim?

        Valilik.

        Yani devlet.

        Amaç belli.

        Milleti zorla köprüye yönlendirmek.

        Ama bizim en başından beri söylediğimiz üzere, feribotları toptan kaldırsanız, tek seçenek köprüyü bıraksanız yine 45 bin araç olmaz, yine olmaz, yine olmaz.

        Vapurla geçen sayısı belli.

        Verilen garantinin 4’te biri bile değil.

        Hesapsız iş yapmanın, birkaç müteahhidizengin etmenin bedelini vatandaşa zorluk çıkartarak, zaten ekonomik krizle boğuşan yurttaşa hem köprü hem de fazladan akaryakıt parası ile ödetemezsiniz.

        45 bin günlük garanti demek köprüden 2 saniyede bir araç geçmesi demek.

        Yani benim köprüyü geçtiğim yaklaşık 4 dakikalık sürede köprü üzerindeki bir gözlemcinin en az 120 araç görmesi demek.

        Üstelik de hesapsızlıktaki tek vukuatınız da bu değil.

        Mesela hesabınızın en çok şaştığı Kütahya Zafer Havalimanı ortada.

        Hesabınızın şaşma oranı yüzde 98.

        Böyle bir hatayı okulda, matematik dersinde yapsanız sınıfta kalırsınız.

        Ama siz hala övünüyorsunuz.

        Hadi arabalı vapurları durdurup, Çanakkale Köprüsü’ne birilerini zorla yönlendirdiniz diyelim.

        Zafer Havalimanı'nı ne yapacaksınız?

        Kütahya ve Afyon’un şehirlerarası yollarını mı kapatacaksınız?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Kar yağması mümkün dağlara değil, adalete güvendiğimiz zaman.

        Diğer Yazılar