Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nda da bir “İletişim Başkanlığı” kurulmuş da meğer daha henüz açıklanmamış.

        Şaka yapıyorum zannediyorsunuz belki ama yapmıyorum.

        Gazeteci Can Ataklı, önceki gün bir iddia ortaya attı.

        AK Partili Belediye döneminde zarar eden İSPARK’ın, Ekrem İmamoğlu döneminde de zarar etmeye devam ettiğini, hatta bu zararların giderek büyüdüğünü ve bu yıl 100 milyon TL’yi bulacağını yazdı.

        “İçerden” dediği kaynaklara dayanarak.

        Ataklı’nın iddiaları doğru mu değil mi bilmiyorum. Kendisi referans gazetecilerimden biri değildir.

        İçerde de bir kaynağım yok ki, yazdıklarını doğrulatayım ya da yalanlatayım.

        Açıklanan resmi bilançoda zarar göründüğünü biliyor ve makyajlı bilançoda zarar görünüyorsa, gerçek zararın daha büyük olduğunu tahmin edebiliyorum.

        Önemli olan o değil zaten.

        Ataklı’nın yazdığı külliyen doğru veya külliyen yanlış olabilir.

        Benim kabullenemediğim, Ataklı’ya verilen yanıtın veriliş tarzı, veriliş biçimi ve üslubu.

        Gereksiz derecede sert, gereksiz derecede suçlayıcı, gereksiz derecede kaba ve gazeteciyi küçük görmeye çalışan bir tını hakim yanıta.

        Hop kardeşim.

        Ne oluyorsunuz, kim oluyorsunuz.

        Adam gibi verilerle, kimseyi suçlamalardan, “yalancı malancı” demeden doğru düzgün kibar bir yanıt veremiyor musunuz!

        REKLAM

        Bu mudur adabınız.

        Unutmayın bir belediyeyi, bir partiyi, farklı olacağını söyleyen bir muhalefeti, ne yazık ki temsil ediyorsunuz.

        Kendinize geliniz.

        Seçim öncesi böyle miydi Başkanınızın iddiası.

        Hani siz farklı olacaktınız, hani yepyeni bir üslup getirecektiniz siyasete.

        Medyaya karşı kullandığınız bu üslup zaten var.

        Son yıllarda giderek artan dozda var hem de.

        Bu üslubu muhalefete ve muhalif medyaya karşı kullanan bir makam mevcut Ankara’da.

        Bir de bunun küçük modeline ihtiyacımız yok bildiğim kadarı ile.

        İletişim Başkanlığı’nın “İstanbul çakması"na ne gazetecilerin ne de CHP siyasetinin ihtiyaç duyduğunu zannetmiyorum.

        İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, belki bölgesel etkilerin nedeni ile AK Parti üslubunu benimsemiş, Belediye yönetiminde Cumhurbaşkanlığına götüren eski bir yolu aynen uyguluyor olabilir.

        O siyasetçidir.

        Bunun meyvesini de toplayabilir, bedelini de ödeyebilir.

        Ama atanmış bir belediye bürokratının İletişim Başkanı 2.0’lığa soyunması CHP’nin Türkiye tasavvuruna ne kadar uygundur bilemem.

        Sesli Dinle
        0:00 / 0:00
        Yazı Boyutu

        Ankara'yı Altındağ mı kurtardı

        Ankara'yı Altındağ mı kurtardı
        0:00 / 0:00

        Ankara’nın Altındağ ilçesinde meydana gelen olayları hatırlıyorsunuzdur.

        İçeride mukim bir Suriyeli’nin işlediği bir suç sonrası ilçe karışmış, göçmenlere karşı sert tepkiler oluşmuş, bazılarının evleri darmadağın edilip, eşyaları sokaklara atılmıştı.

        Olaylar güçlükle bastırılmıştı.

        Olaylar dursa da tepkiler durmamıştı.

        Bu olaylardan sonra bir karar alınmış ve artık Ankara’ya göçmen sokulmayacakmış.

        Afgan veya Suriyeli fark etmez.

        Artık Ankara “Ensara ve muhacire” kapandı.

        Ankara için bunlar “Ensar ve muhacir” değil artık sadece yasadışı göçmen.

        Kapanmayı bırakın, mevcutlar da yakalanacak ve kayıtlı oldukları illere geri yollanacaklar.

        Kayıtsızlar ise muhtemelen başka illerde kayıt altına alınacaklar.

        Merkezi Hükümet Bolu Belediye Başkanı’nın hayalini Ankara’da gerçekleştirecek anlayacağınız.

        Aslında Ankara’daki bu uygulama ile verilen mesaj çok ama çok kötü bir mesaj oldu.

        Bir sonraki adım bu göçmenleri CHP’li belediyelerin işbaşında olduğu yerlere yollamak olabilir.

        Gülmeyin.

        Olur mu olur!

        Sen gazete diye ne okuyorsun Hıncal Abi

        Sen gazete diye ne okuyorsun Hıncal Abi
        0:00 / 0:00

        Hıncal Uluç abimiz Ferhan Şensoy’un hastalığından haberi dahi olmadığını, Türk medyasının bu önemli sanatçının hasta olduğunu duyurmadığını yazarak gazetecileri eleştirdi.

        Zannedersin ki kendisi gazeteci değil, büfeci.

        Kimse yazmadı ise sen yazaydın Hıncal abi diyeceğim ama gerek yok.

        Çünkü yazıldı.

        Gazeteler yazdı.

        1 Temmuz günü yani hemen hemen 2 ay kadar önce Ferhan Şensoy’un anjiyo sonrası oluşan komplikasyonlar nedeniyle hastaneye kaldırıldığı yazıldı.

        Bir gün sonra Şensoy’un “İyiyim” açıklaması basında yer aldı.

        5 Temmuz günü Cumhuriyet gazetesi Şensoy’un anjiyo sonrası operasyon bölgesinde oluşan komplikasyonların tedavisi için hastanede olduğunu “Hastaneden ilk fotoğraf geldi” başlığı ile bir kez daha duyurdu ve kızı Derya Şensoy’un sosyal medyasına koyduğu babası ile hastane odasında çekilmiş fotoğrafını yayınladı.

        Yani anlayacağın Hıncal Abi, sen gazete diye ne okuyorsun bilmiyorum ama pek çok gazete ve internet gazetesi Ferhan Şensoy’un sağlık durumu ile ilgili düzenli olarak bilgi verdi.

        Tabii ki, hasta hakları diye bir şey olduğu için fazla da detaya girmeden.

        O yüzden sen gazetecilere çatacağına gazete diye okuduğun şeyleri bir gözden geçir.

        Sorun gerçek gazetecilerde değil, sorun bazı gazete adı altında yayınlanan kağıtlarda.

        Kapiş!

        Açılış

        Açılış
        0:00 / 0:00

        Dün Yargıtay’ın yeni binasının açılışında ilginç bir tören vardı.

        Cumhurbaşkanı ve Yargıtay Başkanı’nın yanı sıra Diyanet İşleri Başkanı da açılış sırasında sahnedeydi ve açılış duasını Diyanet İşleri Başkanı yaptı.

        Dindar görünmeye çalışan ve inançlara saygılı olduğunu iddia eden bir ülkede, bir açılışta dua edilmesini eleştirecek kadar şuursuz ya da ülkeme yabancı değilim.

        Ama yine de yapılanı yanlış değilse de eksik buluyorum.

        Elbette ki, Yargıtay binasını ya da bir başka binayı dualarla açabilirsiniz.

        Din bilgisi konusunda Diyanet İşleri Başkanı’ndan pek de aşağıda kalmadığını tahmin ettiğim Cumhurbaşkanı Erdoğan bu duayı gayet rahat edebilirdi.

        Hadi Cumhurbaşkanı bunu tercih etmedi.

        O zaman Türkiye’nin Anayasal sistemi gereği o sahnede sadece Diyanet İşleri Başkanı değil Türkiye’deki tüm inançların dini liderleri olmalıydı.

        Yani Patrikler de, Hahambaşı da o sahnede bulunmalıydı.

        Ama dönüp dolaşıp dün yazdığıma geliyoruz.

        İnançlara saygı meselesine.

        Tabii mesele inançlara saygı mı yoksa başka bir şey mi?

        Ona da siz karar verin.

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
        0:00 / 0:00

        Filenin istatistikle dolmadığını anladıkları zaman.

        Diğer Yazılar