Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin

        Kadın kadının düşmanı mıdır acaba diye merak ediyorum bazen.

        Özellikle de böyle açıklamaları okudukça.

        Bahsettiğim haber şu: “Şiddet görmeyen kadın yok”

        Son olarak birkaç gün önce Songül Öden’in ağzından çıkmış bu cümle.

        Şaşırdım.

        En azından Songül Öden’den beklemezdim böyle bir şeyi.

        Çünkü bu sözde “itiraflar” kadına şiddeti sıradanlaştırıyor, normalleştiriyor, kolaylaştırıyor.

        “Ben de şiddete maruz kaldım” deyip, arkasına da “Şiddet görmeyen kadın yoktur” dediğin anda hele hele bu cümle güçlü görünen bir kadının ağzından çıkıyorsa memleketin bir köşesindeki güçsüz, kimsesiz, parasız, işsiz kadın “Normalmiş. Boşuna sızlanmayayım. Bak o bile görmüş ve görmeyen yokmuş bu şiddeti” diye düşünüyor ve şiddet bir anda “normal” oluyor.

        Bakın Songül Hanım…

        Yanılıyorsunuz.

        Ve yanıltıyorsunuz!

        Her kadın şiddet falan görmüyor.

        Şiddet olmayan aile var. Böyle genellemeler yapamazsınız.

        Teoriniz bir anda çürür.

        Sizin teoriniz gibi, "Eski Dünya"ya yıllarca egemen olmuş bir “orni-teori” vardı: Bütün kuğular beyazdır.

        Bu teori Avustralya’nın keşfine kadar geçerli zannedildi.

        Sonra bir gün Avustralya’da siyah bir kuğu görüldü ve teori bitti.

        Sizinki de öyle Songül Hanım.

        Bakın benim büyüdüğüm evde bir gün kadına karşı, ne fiziksel ne psikolojik, şiddet olmadı.

        Görmedim.

        Babam, anneme bir gün bırakın şiddeti sesini yükseltmedi.

        Tek bir gün bile.

        Bir an bile.

        49 yılına tanığım. Görmedik, duymadık.

        Anneannem ve babaannem de bir tek gün şiddet görmemişler.

        Duymamışlar.

        Bizim çevremizde böyle şeyler hiç görmedik biz.

        Uzaklardan duyardık bazen. Ayıplardı herkes!

        Üzülürdü!

        Bizim evde de yok bugün.

        Ben eşime şiddet değil, ş’sini uygulayacağım ve o da duracak öyle mi!

        Kıçıma öyle bir tekme koyar ki, ayda bulurum kendimi.

        Sizin siyah kuğunuz benim çevremde Songül Hanım ve benzeri söylemin sahipleri.

        Ve emin olun ki, normal olan, sıradan olan “Siyah kuğu”.

        Şiddet olan evler anormal.

        Ve tabii bu normal bulanlar!

        *

        Werther Etkisi

        Aşağıda yazacaklarımı yazan ilk kişi değilim.

        Bırakın başkalarını, ben bile bu konuda defaatle yazdım.

        Ama bazı şeyleri tekrarlamakta beis yok.

        Önce biraz geriye gidelim.

        Yıllar önce Kanal D Haber’in başına geçtiğimde Türkiye’de bir salgın vardı.

        Neredeyse tüm televizyonlar Boğaz’daki iki asma köprünün üzerinde sürekli olarak bir muhabir bulunduruyorlardı.

        Çünkü her gün en az bir, bazen daha fazla sayıda intihar girişimi oluyordu köprülerde.

        Tüm ana haber bültenleri de dakikalarca bu intihar girişimi haberlerini yayınlıyorlardı.

        Girişimler kimi zaman ikna kimi zaman ise intiharla sonuçlanıyordu.

        Bizim ilk işimiz “Bu intihar haberlerini yayınlamayacağız” demek oldu.

        Bunu da bir manifesto ile açıkladık. Diğer kanallar da bizi izlediler ve intiharlar önce azaldı, sonra hemen hemen kesildi. Enderleşti.

        O günkü manifestomuzda bir şeyden söz etmiştik: “Werther Etkisi”nden.

        Neydi bu Werther Etkisi?

        Taa, 18. Yüzyıla uzanan bir psikolojik bulguydu aslında.

        Goethe 1774 yılında “Genç Werther’in İntiharı” adlı romanını yayınlamıştı.

        Ve kitabın yayınlanmasının ardından dönemin Almanya'sındagenç intiharları bir çığ gibi artmıştı.

        İntiharla ilgili her türlü, yazı, haber intiharları tetikliyordu.

        Elbette ki, herkesi değil ama intihar eğiliminde olanlarda süreci başlatıcı bir etkisi vardı bu haberlerin.

        Bizde de Prof. Kemal Sayar “Kamuya aktarılan intihar öyküleri, doğal reklam işlevi görür” diye açıklar durumu.

        Prof. Rüstem Taşkın ise daha önce medyaya “İntihara tanık olmak yatkınlığı olan kişilerde intihar riskini arttırır. Tanıklık medya aracılığı ile olabilir” demişti.

        Yani diyeceğim o ki, isterseniz 4 kardeşin sıradışı intihar haberini daha uzun uzun yazıp, çizebilirsiniz.

        Daha da detay verebilirsiniz.

        Ama sonra “Yahu bu intiharlar amma da arttı” diye ağlayıp sızlanmayın.

        Vebali üzerinizedir.

        *

        Bir saat 31 milyon dolar

        Kas hastası çocuklara yardım amacıyla kurulan Only Watch yardım organizasyonu 15 yıldır yaptığı saat açık arttırmaları ile para topluyor.

        Adından da anlaşılacağı üzere, hayır amaçlı bu açık attırmalarda açık arttırmaya koyulan şey saatler.

        Bu yılki açık arttırmanın saat dünyasında yeni bir rekor kıracağını ise hiç kimse tahmin etmiyordu.

        Only Watch’un 2019 yılı açık attırması Cenevre’de yapıldı ve yeni bir rekora sahne oldu.

        Patek Philippe, Paul Newman’a ait bir Rolex Daytona’ya kaptırdığı unvanını geri aldı.

        2 yıl kadar önce Paul Newman’a ait 1968 yılı üretimi bir çelik kasalı Rolex Daytona 17,8 milyon dolara satılmıştı ama bu kadar para eden saat mi, yoksa sahibi ve hikayesi mi bilinmiyordu.

        Çünkü o saat efsanevi Paul Newman’a eşi Joanne Woodward tarafından hediye edilmiş ve arkasında bir yandan da Newman’ın otomobil yarışçılığına atıfla “Drive carefully me…” yani “Beni dikkatli kullan” yazıyordu.

        Paul Newman’a ait Rolex’in rekorunu kıran ise bir Patek Philippe oldu.

        Patek’in birkaç yıl önce sınırlı üretim olarak piyasaya çıkardığı ve o tarihte üzeri kakmalı modelleri 2,5 milyon dolara satılan “Grand Master Chime” modeli 6300 G referans numaralı platin saati OnlyWatch açık arttırmasında 31 milyon dolara alıcı buldu.

        Bu müthiş saatin tam tamına 20 fonksiyonu var.

        Ve bu kadar fonksiyonu barındırabilmesi için de hayli iri ve kalın bir saat.

        Fonksiyonlar saatin hem ön hem arka yüzünde görülebiliyor ve “Tres grand complications” dan da öte bir saat.

        *

        Fatih de benim, Atatürk de!

        Önceki akşam televizyon programında Cumhuriyet’i konuşuyoruz.

        Bir grup, sanki bir yerden düğmeye basılmışçasına “Osmanlı’ya hakaret ediyorsunuz” diye mail bombardımanı içinde.

        Belli ki, programı falan izlemiyorlar.

        Çünkü izleseler değil hakaret Osmanlı’nın yüceltildiğini, Atatürk devrimlerinin bir bölümünün Osmanlı döneminde düşünülüp, konuşulmuş ama yapılamamış işler olduğunu duyup öğrenecekler.

        Ama mesele öğrenmek değil, bölmek, kamplaşmak olduğu için dinlemiyorlar bile.

        Bakın arkadaşlar, çocuklar, büyükler her ne iseniz!

        Cumhuriyeti övmek Osmanlı’ya hakaret veya sövgü değildir.

        Ben ve benim gibi düşünen milyonlar hem Osmanlı’yı ecdadbiliriz hem de Cumhuriyeti kuranları.

        Biri diğerinin alternatifi değildir.

        Bir diğerinin devamıdır.

        Ne Cumhuriyet kutsaldır ne de Osmanlı.

        Ne de her ikisini kuranlar ve yönetenler.

        Hataları var ise konuşulur.

        Doğruları övülür.

        Fatih Sultan Mehmet’e olan hayranlığım, Atatürk’e olan sevgi ve muhabbetime engel değildir.

        Torunları babamın arkadaşı olan Vahdettin’i eleştirmem, Osmanlı’ya düşmanlık değildir.

        Modernleşmeyi yapan Sultan Mahmut olunca doğru, Mustafa Kemal olunca yanlış diyemeyiz.

        Ya da tam tersini iddia edemeyiz.

        İkisi de biziz.

        Eleştirdiğiniz bizler bunu böyle kabul ediyoruz.

        Her ikiside biziz.

        Cumhuriyeti kabul edemeyen sizlersiniz.

        *

        NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

        Kendi fikrimizi başkası üzerinden yansıtmadığımız zaman.

        Yazı Boyutu

        Diğer Yazılar