Haram olsun
Kimse kusura bakmasın ama Diyanet İşleri Başkanlığı giderek daha garip, daha anlaşılmaz ve hatta daha utandıran bir kurum haline geliyor.
Vakaları saymaya kalksam epey bir yer tutar.
Teker teker sayamayacağım.
Fakat son rezillik bile yeterince sinir bozucu.
Biliyorsunuzdur mutlaka, Türkiye’de Cumhuriyet öncesi Diyanet İşleri Başkanlığı diye bir kurum yok.
Bu kurumu kuran kişi Cumhuriyet’in de kurucu önderi Mustafa Kemal Atatürk.
Amaç belli.
Doğru İslam’ı anlatmak, din ve vicdan hürriyetini sağlamak, milletin tarikatlerin, cemaatlerin elinde oyuncak olmasını engellemek.
Yani FETÖ benzeri organizasyonların oluşmasına imkan sağlamamak.
Diyanet’in son yıllarda bu görevini yapıp yapmadığını anlamak için Diyanet İşleri başkanlarının Fetullah Gülen’le ilgili geçmişte yaptıkları açıklamalara bakmak yeterli.
“Kandırıldık” deyip işin içinden sıyrılabilirler.
Biz de inanmış gibi yaparız.
Ama dün, 30 Ağustos’ta okuttukları Cuma Hutbesi’nde “Kurucuları” Mustafa Kemal Atatürk’ün adını dahi anmamalarındaki ayıptan sıyrılamazlar kolay kolay.
En azından benim vicdanımda sıyrılamazlar.
Tabii ki, elimden bir şey gelmez.
Ama en azından “Benim ödediğim vergilerden Diyanet’in payına düşen tek bir kör kuruş var ise eğer, o tek kuruş dahi size haram olsun” diyebilirim.
Ama bunu da çok umursayacaklarını zannetmem.
Yine de ben demiş olayım.
Belki bir gün bir yerde konusu geçer.
Belki bir dünyada hesabı sorulur!
***
Polisi nasıl eğitiyorsunuz!
Yıllardır sorup dururum bu soruyu.
En az 20 yıldır herhalde.
“Polis okullarında siz bu genç polis adaylarına ne öğretiyorsunuz?” diye.
Çünkü bir şeyi öğretmediklerini biliyorum.
Olaylara müdahale etmeyi.
Mutlaka siz de şahit olmuşsunuzdur, ben çok oldum.
Bir yerde bir olay vardır.
Diyelim ki, basit bir kavga.
Polis gelir, hiçbir şey yapmaz.
Yapamaz.
Ya da ben ne yapacaksam onu yapar.
Araya girmeye çalışır, taraflara bir şeyler söylemeye çalışır ama kimse dinlemez.
Sonunda polis de kavganın tarafı haline gelir.
İtilir, kakılır, tartaklanır.
Gerekirse copunu, silahını çeksin, olaya karışanları alıp yatırsın, kelepçelesin falan hiç görmemişizdir.
Hele hele eli silahlı biri varsa polis de siner kalır.
İkna etmek ister. Bazen de vurulur.
Silahı çeksin, bacağından vursun, etkisiz hale getirsin falan yoktur bizde.
Ya yasaların verdiği yetkiyi bilmez ya da yasaların verdiği yetkiye güvenmez.
“Başıma iş almayayım” der herhalde.
Aranan bir araç polisin kurduğu barikatın içinden geçer gider mesela.
Durduramaz.
Muhtemelen durdurmak için polis otomobiliyle çarpsa maaşından kesilmesinden. Amirinden fırça yemekten korkar herhalde.
Sonuç olarak bizim polislerin olaylara müdahale adabı, görgüsü, bilgisi yoktur.
Ve o yüzden de Batman’da yaşanan olay gibi olaylar yaşanır.
Katiller bıçakla tehdit eder, polis de herkes gibi seyreder, yaralı ölür.
Polis cenaze ile ilgilenir.
***
Ekonomi
İthalat durursa ne olur?
Orta ve uzun vadede yatırımlar durur. Üretim azalır, ihracat geriler.
Kısa vadede ne olur?
İthalattan alınan vergi düşer.
Devletin geliri azalır.
Cari açık azaldı diye sevinirsin belki ama fakirleşiyorsundur farkında değilsindir.
Açığı kapatmak için vergiyi yükseltirsin!
Mesela otomobilde vergiyi arttırırsın.
Ne olur?
Otomobil satışları hızla düşer.
1 milyon yerine 400 bin otomobil satılır.
Bu, şu demektir.
Devletin topladığı vergi de yüzde 60 azalmıştır.
Oradaki açığı kapatmak için başka yere vergi koyarsın. Devletin ürettiği mal ve hizmetlere zam yaparsın.
Talep aşağı iner.
Mal ve hizmet satışları geriler.
Hele hele alkol ve sigarada olduğu gibi çok yüksek vergiler getirir ama kontrol getiremezsen bu kez kaçak artar.
Yine vergi gelirin düşer.
Gelirler düştükçe cari harcamalarını vergi gelirleri ile karşılayamaz hale gelirsin.
Kamu ya borçlanacaktır.
Ki önce borçlanır.
Borç arayışı arttıkça faiz artar.
Ya da para basar.
Enflasyon artar.
Faiz yine artar.
Yani diyeceğim odur ki, ekonomi dolardan, döviz fiyatından ibaret değildir.
Üretim yoksa, katma değer yoksa, katma değerli ihracat yoksa.
1 dolar 1 TL olsa bile olmaz.
Hatta bazen öyle olduğu için böyle olur!
***
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Şeffaflık azaldıkça karanlığın arttığını anladığımız zaman.