Takipde Kalın!
Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
Gündem Ekonomi Dünya Spor Magazin Kadın Sağlık Yazılar Teknoloji Gastro Video Keşfet Resmi İlanlar

Doktorlara yönelik şiddete tepki gösterdim dün.

Pek çok hekimden teşekkür mesajı geldi.

Sağolsunlar ama hiç gereği yoktu.

Sizler bize her gün yaptığınız işle teşekkür ediyorsunuz zaten.

Bazı okurlar da doktorları eleştirmiş, “Bize kötü davranıyorlar, adam yerine koymuyorlar”diye.

Tek tük elbette vardır.

Ama siz de kendinizi onların yerine koyun.

6 yıl eğitim.

Sonra mecburi hizmet.

Sonra uzmanlık eğitimi.

Bir mecburi hizmet daha.

Gelişen tıpla birlikte, sürekli kendini geliştirme gerekliliği.

Tüm bunları yapmaya çalışırken, bir yandan da Bakanlığın getirdiği “Sayısal kriterlere uyma zorunluluğu”.

Kalitatif değil, kantitatif doktorluğun özendirilmesi.

Bir yanda hastalarının canlarını kurtarma, sağlıklarına kavuşturma çabası.

Bir yanda şiddet korkusu.

Aldıkları eğitime ve çalışma şartlarına oranla ücretlerinin düşüklüğü de cabası.

Biliyor musunuz ki, böyle giderse yakında “uzmanlaşmış hekim” bulamayacağız, bulamayacaksınız.

Doktorlarımız riskli alanlarda çalışmak istemeyecekler.

Zorlu uzmanlık alanlarını seçmeyecek genç doktorlar.

Seçenler de “özel sektöre” geçecekler.

Ulaşamayacağız bile.

Bakın bir doktorumuz ne yazmış; “Fatih bey, şiddet korkusundan artık hasta bakamaz oldum. Birkaç kez şiddete maruz kaldım ve artık işin kolayını buldum. Gelen hastayı hemen İstanbul ya da Ankara’daki büyük hastanelere havale ediyorum. Tedaviniz burada mümkün değil diyerek içim kan ağlaya ağlaya topu taca atıyorum. Çünkü benim de bir eşim ve iki çocuğum var.”

Bu mu istediğiniz.

Korkudan işini yapamayan, korkudan doktorluğun en zorlu ama hastalar açısından ne önemli dallarından uzaklaşan doktorlar.

* * * * *

Ben de aynısından içmek istiyorum

Açıkçası, sevgili Ertuğrul Özkök ne yiyorsa ondan yemek, ne içiyorsa ondan içmek istiyorum.

Ya gittiği lokantaların isimlerini versin ya da evde yapılanı yiyorsa tarifleri yollasın.

Ben de onun içtiğinden içip, onun yediğinden yiyip, gerçek dışı bir Dünya’da yaşamak ve “Hyperoptimist” olmak istiyorum.

Tabii gerçekten öyle ise...

Gazetesinin yazarı Cengiz Semercioğlu’nun suç ortağı haline geldiği “Mustafa Ceceli’nin yarattığı pislik” ile ilgili olarak sevgili Ertuğrul Abimiz şöyle demiş:

“En azından Mustafa Ceceli’nin hatalı olduğu konusunda toplumun tüm kesimleri birleşti”.

Yani toplumun karşı mahalleleri Ceceli konusunda aynı şeyi düşünüyormuş Ertuğrul Özkök’e göre.

Bu kanaate nereden kapıldı bilmiyorum ama gerçekten kapıldıysa ortada bir sorun var demektir.

Eğer zahmet buyurup mail adresini okurlarına açarsa, durumun pek öyle olmadığını çok kısa sürede, bir kaç dakika içinde anlayacaktır.

Olayın patladığı gün hem Ceceli’yi, hem de Cengiz Semercioğlu’nu eleştiren yazılar yazdım.

Ve Ertuğrul Özkök’ün savunduğunun tam aksi bir durumla karşılaştım.

Bir yanda “İyi yazmışsın bu şerefsizlere. Rezillere” diyen kalabalık bir kitle.

Diğer yanda ise “Utanmıyor musun eşcinselliği meşrulaştırmaya çalışmaya, Ceceli çok haklı. Çocuğunu öyle bir kadına bırakacak hali yok ya!” diyen yine oldukça kalabalık bir kitle.

Anlayacağınız Ceceli’ye tepki konusunda mahalleler arasında bir yakınlaşma, bir ortaklaşma söz konusu falan değil.

Neredeyse 180 derece ters yaklaşımlar var mahalleler arasında.

O yüzden ben de olmayan bir yakınlaşmayı varmış gibi görüp umutlanmak istiyorum elbette.

Ama bu gerçek Dünya’da mümkün görünmüyor.

Ama belki Ertuğrul Abi’nin diyetini uygularsam olabilir.

Gerçek olmasa da bana kendimi iyi hissettirebilir.

Bunun topluma bir yararı olur mu bilmem.

Ama en azından bana olur!

Bu yüzden formülü istiyorum Ertuğrul Abi.

Hem yediğinin hem içtiğinin formülünü.

* * * * *

Standart uygulama

Adnan Oktar’ın polis otomobiline bindirilirken kafasının bastırılması neden bu kadar olay haline getirildi anlamam mümkün değil.

Türkiye bu “kafa bastırma olayını” yıllardır tartışır durur.

Oysa gözaltındaki ya da tutuklu kişilerin polis araçlarına bindirilirken kafalarının üzerine bir polisin elini koyması, tüm dünyada standart bir uygulamadır.

Kişinin kafasını otomobile çarpmasını engellemek ya da direnirken bu yolla yaralanmasına izin vermemek için uygulanan neredeyse standart hale gelmiş bir prosedürdür.

Bunun altında başka neden aramaya pek gerek görmüyorum.

* * * * *

Oktarcı hesaplara Bilişim Suçları bakıyor mu?

Adnan Oktar çetesi gözaltına alındığından beri, Oktar yanlıları bildik yöntemlerini sosyal medyada uygulamaya devam ediyor ve bir yandan Oktar’ı savunurken, diğer yandan da başta Emniyet güçleri ve gazeteciler olmak üzere bu meselede kendi yanlarında olmayan ve bununla ilgili yazan çizen herkesi tehdit ve şantaja maruz bırakıyorlar.

Umarım Emniyet içindeki Bilişim Suçları Bürosu sahte hesaplarla Oktar savunuculuğu yapan ve etrafa tehditler, hakaretler savuran bu hesapları da “çete bağlantısı” nedeniyle takip ediyordur ve gerekeni yapacaktır.

* * * * *

Sanatçı böyle olmalı!

Sanat ve sanatçı diye geçinen “dünyanın” bilgi, birikim ve kültür seviyesi de Adnan Oktar operasyonu ile birlikte ortaya çıktı.

Hepsinin ortak savunması şu:

- Biz onun kim olduğunu bilmiyorduk

- Daha önce hiç duymamıştık

- Böyle biri olduğu yolunda hiçbir haber görmemiştim

Şahanesiniz.

Birbirinizin attığı adımdan haberiniz olur.

En yeni çanta, en moda çizme hepsini bilirsiniz.

Ama Adnan Oktar’ı hiç duymamışsınız.

Aferin size.

* * * * *

NE ZAMAN ADAM OLURUZ?

Fethullah’ı iade etmeyen yargı ne kadar bağımsızsa, Türk yargısının da o kadar bağımsız olduğunu anladığımız zaman.

Şurada Paylaş!
Yazı Boyutua
Yazı Boyutua
Diğer Yazılar