Kumarda deste kazanmaz
PKK’nın Suriye kolu PYD şimdilerde “ABD bizi sattı” şarkısını söylemeye başlamış.
Burada kırk kere yazdık, çok mu şaşırdınız satıldığınıza.
Eğer öyleyse “hem hainsiniz hem katil hem de salak”.
Bu köşede PKK’lılara ve ABD’yle işbirliği yapan tüm Kürt gruplarına yıllardır hep aynı şeyi söyledik.
“Büyük devletler sizi satar. Binlerce kilometre ötedeki güçlere güvenerek adım atmayın” dedik.
Ne zannediyordunuz, bir yanda Türkiye olacak, diğer yanda siz ve büyük güçler, sizi tercih edecek öyle mi?
Onların size yönelik tercihi ancak dönemsel olabilir.
Türkiye’yi zorlamak, Türkiye’yi kendi politikalarına ittirmek için sizi kullanırlar.
Sonrasında oyun biter ve sümkürülmüş mendil gibi çöpe atılırsınız.
Sizin gibi örgütler oyuncu değildir.
Oyuncuların elindeki harcanabilir önemsiz oyuncaklarsınız.
Değeriniz ancak kumar masasındaki bir deste kâğıt kadardır.
Bir oyuncu tarafından dağıtılırsınız, diğer oyuncunun parasını almak için kullanılırsınız.
Sonra çöp kutusuna gidersiniz.
Oyun sürecekse, yeni bir deste açılır ve siz oyunu çöpten izlersiniz.
O masada elden ele gezerken, sadece yıpranırsınız, eskirsiniz ama kazanan olamazsınız.
Siz kumar masasından kârlı kalkan kâğıt destesi gördünüz mü?
İster hileli dağıtılsın, ister dürüstçe.
Deste kazanmaz.
Sizin gibi örgütler, Ortadoğu’da dönen oyunda olsanız olsanız bir deste kâğıtsınız.
Yüz yıldan fazladır sürekli kullanıldınız, sürekli aldatıldınız.
Hâlâ mı anlamadınız!
***********
GERÇEK HAİNİ ZAMAN BİLİR
DÜNKÜ yazıma epey bir tepki geldi.
“Ne yani bunlara kızma, ‘Hain’ deme hakkımız yok mu?”
Kızmak serbest.
Herkes herkese kızabilir.
Hele kendi gibi düşünmüyorsa.
Ama “hainlik” meselesi biraz daha karışıktır.
Karışıktır çünkü konjonktüreldir.
Mesela...
PKK ile barış süreci diye bir şey başladığında Habur kapısından davullu zurnalı bir grup gelmiş; mahkemeler, savcılar, hâkimler tarlaya masa kurup yargılama yapmıştı.
Biz de burada, bu gazetede “Rezalet” demiştik.
Karşılığını “hain” ilan edilerek almıştık.
Aradan zaman geçti, şimdi o planı yapanlara “Hain” deniliyor.
Keza, barış süreci diye bir şey başlamıştı bir ara.
PKK’lılar özellikle Güneydoğu’da ve Doğu’da hâkimiyeti ele geçirmişti.
Neredeyse kolluk kuvveti kurmuşlardı. Asker kışlaya hapsedilmişti. Operasyonlar yasaklanmıştı.
Ben gariban buradan, “Yahu böyle barış süreci mi olur, bölgeyi PKK’ya veriyorsunuz” diye söylenecek olmuştum.
Anında “süreci bozmaya çalışan vatan haini” ilan edilmiştim.
Şimdi o sürecin aktörleri hain oldu.
Sırrı Süreyya Önder mesela.
İmralı görüşmeleri sırasında devletin en güvendiği HDP’liydi. Sürecin makul gitmesi için çalışıyordu.
Aradan geçen zaman çok uzun değil.
Şimdi partisiyle birlikte “hainler” grubunda.
Fethullah Gülen’i eleştiriyordu benim de aralarında bulunduğum bir grup.
Öfkeye mazhar oluyorduk. O makbuldü, biz tu kakaydık, ülkeye ihanet ediyorduk.
İtibarımızı alaşağı etmek için her şeyi yapıyorlardı. Din düşmanı idik, hain idik. Gülen’in emirlerini yerine getirenler ise “kahraman”dı. Zırhlı araçlara biniyorlardı “hainlerden” korunmak için
Şimdi tam tersi oldu. O gün el etek öpenlerin en azından bir bölümü içeride ve “hain”ler.
O nedenle “hain” kelimesine hep mesafeli dururum ben.
Tablo çok net olmadıkça kimseye “Hain” demeyin.
Gerçek ihaneti ortaya koyan en iyi tanık “zaman”dır.
Konjonktüre yenilmeyen tek şey olduğu için.
***********
CIVIKLIK NEW YORK’A KADAR
NUSRET Et Lokantası, ABD New York’ta ilk açıldığı gün, çok kötü eleştirilerin hedefi olmuş.
Bununla ilgili ahkâm kesecek bir durumum yok.
Çünkü ister inanın, ister inanmayın hayatımda bir gün bile Nusret’te tek bir lokma yemedim.
Kapısından içeri adım atmadım.
Ki bilirsiniz, yemeyi, içmeyi çok severim ama Nusret’e gitmedim.
Nedenini bilmiyorum.
Muhtemelen “zevzekliği” sevmediğim içindir.
Dünyanın en önemli şeflerinin lokantalarına gittim.
Bir-ikisiyle kişisel dostluğum da var. Mesela modern Fransız mutfağının Bocuse’den sonraki en önemli kurucusu sayılan Michel Guerard’la.
Ne Michel’in ne de bir başkasının yaptığı yemeği eliyle tutup ağzıma tıktığına şahit olmadım.
Değil bana, hiçbir müşterilerine bunu yaptığını da görmedim, duymadım.
En fazla, yaptığı bir şeyi tabakta getirip “Bunu yeni denedim, mönüye koyup koymayacağımı bilmiyorum, bir dene” der bütün nezaketi ve zarafetiyle.
Bu yüzden de Nusret’e gitmedim. Kıllı bıyıklı bir herifin eliyle kopardığı eti ağzıma tıkmasını istemediğim ve bu cıvıklığa tahammül edemeyeceğim için.
Gelelim eleştirilere...
Açıkçası ben New York’ta et yemeyi sevmem. Bana uygun pişirmezler. Genel olarak Amerikan damak zevki de bana uymaz.
Bu yüzden iyi bile olsa Nusret’i sevmemelerine şaşırmam.
Ama şunu da unutmamak lazım.
Türkiye’de doğru düzgün yemek yazarı falan olmadığı için kötü, dandik, lezzetsiz pek çok lokanta yıllardır pohpohlanır da pohpohlanır.
“Aman şöyle iyi, aman böyle iyi.”
Neredeyse tamamı aynı elden çıkmış, birbirine çok benzeyen mönüler veya farklı olmak için “saçmalama” düzeyine gelmiş sözde “yerel” lezzetler.
Ve bunları öve öve bitiremeyen, pazı dolması ile yaprak sarmasını, kuzu eti ile dana etini bile ayıramayacak kadar bu işten bihaber palavra gurmeler.
Bu yüzden de Nusret’in NY’de duvara toslamasına hiç şaşırmadım.
Bildiğimiz cıvıklığıyla İstanbul’da bile toslaması gerekirdi.
Neyse ki “Bonne pour L’Orient” diye bir cümle var bildiğimiz.
Nusret ve gibileri de o hesaptan geçiniyor zaten.
***********
NE ZAMAN ADAM OLURUZ?
Kendimize âşık olmadığımız zaman.