Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Tubitak Ansiklopedi Toplum Sözleşmesi Nedir?

        Yöneten ve yönetilenler arasında karşılıklı hak ve ödevleri belirleyen fiili veya varsayımsal bir sözleşmedir. İbrahimi dinlerin kutsal kitaplarında rastlanan ahitleşme vurgusu dikkate alındığında, toplum sözleşmesi fikrinin kökenlerinin neredeyse insanlık tarihi kadar eski olduğu görülür. Sistematik düşüncenin ortaya çıktığı MÖ 7. yüzyıl Antik Yunan coğrafyasındaki birey-kolektivite ilişkisini çözümlemeyi amaçlayan felsefi tartışmalar, modern toplum sözleşmesi teorilerinin felsefi kökenlerini oluşturur. Antik Yunan'daki ilahi yasa (thesmoi)-beşeri yasa (nomoi), klasik dönem filozofları arasındaki doğalcılık (natüralizm) ve geleneksellik (konvansiyonalizm) tartışması ve physis-nomos (doğa-toplum) düalizmi, toplum sözleşmesi teorilerinin dayandığı felsefi kaynaklardır. Siyaset felsefesi tarihinde zaman zaman farklı sesler ortaya çıksa da (bazı Sofistler, Epikürcüler, Roma Hukuku gibi) neredeyse modern zamanlara kadar toplumun evrenin ahengine uygun bir biçimde doğal sürecin zorunlu bir sonucu olduğu görüşü hakimiyetini korumuştur. 

        Erken modern dönemde, Din Savaşlarının kızıştığı Avrupa'da siyasal yükümlülük tartışmaları (bir uyruk, kendi dininden olmayan bir hükümdara itaat etmeye ne dereceye kadar yükümlüdür?) çerçevesinde toplum sözleşmesi fikrinin yeniden canlanmaya başladığı görülür. Bu dönemlerde toplum sözleşmesi fikri, daha çok tiranlık karşıtlığını haklı kılacak bir gerekçe olarak kullanılmıştır. Kısaca, 16. yüzyılda toplum sözleşmesi fikri, dini referanslara gönderme yapılarak anayasal bir ilke dairesinde, siyasal toplumda iktidarı işletecek olan otoritelerin iktidarının, hüküm sürdükleri topluluğun iradesiyle sınırlanması gerektiği beklentisi üzerinden dile getiriliyordu. 

        17. yüzyıla gelindiğinde ise toplum sözleşmesi fikri, ilginç bir biçimde tam tersi bir amaca, mutlak monarşinin mutlak egemenliğine hizmet etmek üzere başvurulan bir ilkeye dönüşmüştür. Thomas Hobbes (ö. 1679) toplumu ve dolayısıyla siyasal topluluğu-devleti- yapay, etik insan yapımı karmaşık bir cisim olarak tanımladığı ünlü Leviathan adlı eserinde, insanların tüm hak, özgürlük ve kapasitelerini geri almamak üzere egemenin taraf olmadığı bir sözleşme marifetiyle egemene-devlete devrederek, devleti ve uygar toplum durumunu tesis etmiş olur. Böylece mutlak egemen bir devlet, sınırsız bir iktidar tedarik eden bir ahit, sözleşme marifetiyle uyrukların rızalarının ürünü olarak tesis edilir. Hobbes'a göre etik doğaları gereği kötü olan uyruklar, uygar toplum üyesi olmalarını, insanlıklarını bu sözleşmeye borçludur çünkü aksi takdirde insanlık kendini, 'insan, insanın kurdu' -homo homini lupus- ve 'herkesin herkese karşı savaş' halinde olduğu doğa durumunda bulur.

        Hobbes'un mutlakiyetçi toplum sözleşmesi teorisine yönelik eleştiri, alternatif bir toplum sözleşmesi teorisi ortaya koyan John Locke (ö. 1704) tarafından 17. yüzyılın sonunda getirilmiştir. Meşru bir sivil yönetim arayışında olan Locke, herhangi bir toplum sözleşmesinin mutlak ve keyfi bir iktidar tesis ettiği görüşünü hastalıklı ve tehlikeli bulur. Etik doğaları gereği iyi olan insanlar, onlara Tanrı tarafından bahşedilmiş devredilemez nitelikteki mülkiyet, özgürlük ve yaşama hakkını koruma adına sözleşmeye taraf olurlar ve siyasal toplumu- devleti kurarlar. Yani devletin varlık nedeni, dayanağı siyasal toplum üyelerinin gönüllü rızalarıdır. Locke'un toplum sözleşmesi, yönetilenlerin rızasına, güvenine dayanan 'sınırlı ve sorumlu' bir devletin tesisine olanak tanır. Devlet sözleşmede bir taraftır ve sözleşmeye aykırı davrandığında yönetilenlere başkaldırı, isyan hakkı doğar.

        Toplum sözleşmesi fikrinin, en önemli düşünürlerinden biri olan Jean-Jacques Rousseau'nun (ö. 1778) Toplum Sözleşmesi eseri 1762'de yayımlanmıştır. Hobbes ve Locke'un teorilerinin bir sentezi olan Rousseau'nun teorisi hem mutlakiyetçi hem de liberal ögeleri barındırır. İnsanın etik doğası gereği iyi bir varlık olduğu varsayımıyla yola çıkan Rousseau, uygarlaşmanın yozlaşma olduğu ve yaşadığı dönemdeki Aydınlanmacı akıl vurgusunun ahlakı aşındırdığı iddiasını ortaya koyarak romantik bir eleştirel bakışla, insanın hem kolektif bir yaşam sürdürüp hem de nasıl özgür kalabileceği sorusunu cevaplamaya çalışır. Bu sorunun cevabı olarak kurguladığı toplum sözleşmesinde, bölünemez ve devredilemez mutlak bir egemenin, her bir bireyin kendi iradesini katarak oluşturduğu "genel iradeye" mutlak itaati öngörür. Genel iradenin egemen olduğu toplumsal yaşamda, her bir kişi kararlara itaat ederken, dolaylı olarak kendi iradesine boyun eğeceği için hem itaat etmiş hem de hala özgür kalmış olur. Rousseau'nun toplum sözleşmesi teorisi 1789 Devrimi'ne esin kaynağı olmakla beraber bu çerçevede hem halk egemenliği öğretisi hem de devletin kökeni tartışmalarında alternatif bir açıklamaya dönüşmüştür.

        Toplum sözleşmesi fikri, varsayımsal bir kurgu olduğu, tarihsel veya antropolojik kanıtlara dayanmadığı eleştirileriyle beraber, ideolojilerin ortaya çıkıp 19. yüzyıl boyunca akademik yazının ilgi odağına yerleşmesiyle popülerliğini yitirmiştir. Ta ki 1980'lerde John Rawls'un (ö. 2002) adalet teorisinin temeline, cehalet perdesi veya başlangıçtaki ilk durum gibi ilkeleri koymasıyla, toplum sözleşmesinin rıza, meşruluk, devletin kökeni, güvenlik, özgürlük gibi ögeleri günümüz siyaset teorisi tartışmalarına taşınmıştır. Günümüz siyaset teorisi, birey-kolektivite, birey-devlet ilişkilerinin doğasıyla ilgili çözümlemelerinde kullandığı hak, özgürlük, sorumluluklar, siyasal iktidarın meşruluğu ve sorumlulukları gibi birçok ögeyi toplum sözleşmesi fikrine borçludur.

        YAZAR

        Ahmet Kemal Bayram

        Yazı Boyutu
        Habertürk Anasayfa