Sosyal / Toplumsal Sorunlar nedir?
Toplumun içindeki hatırı sayılır sayıda insan tarafından kendi değerlerine uymadığına ve düzeltilmesi için harekete geçilmesi gerektiğine inanılan bir durum olarak tanımlanabilir. Bu tanımda bahsi geçen değerlerden kasıt, toplumsal yapıyı oluşturan çeşitli parçaların işlerliğini belirleyen ortak toplumsal ölçüt ve normlardır.
Sosyal sorunlar, toplumsal hayatın başlangıcından beri var olan olgulardır. Dünya toplumlarının tarihsel gelişim süreci boyunca geçirmekte olduğu önemli değişim ve dönüşümlere bağlı olarak sosyal sorunlar, niteliksel ve niceliksel açılardan sürekli olarak daha geniş bir kapsama ulaşmaktadır. Günümüz dünyasında dünya toplumlarınca tecrübe edilen ve kamuoyunun gerek yerel gerekse küresel düzlemlerinde ön plana çıkan belli başlı sosyal sorunlara örnek olarak fakirlik, kıtlık, zorunlu göç, işsizlik, her türlü bağımlılık, suçluluk, cinsiyet eşitsizliği, toplumsal şiddet, cinsel taciz, her türlü ayrımcılık, çocuk evlilikleri, ergen hamileliği, kadın sünneti, çocuk işçiliği, terör, eğitim eşitsizliği, engellilerin sosyalleşmesi, intiharlar, aşırı nüfus artışı, obezite, insan hakları ihlalleri ve trafik sorunları verilebilir. Bu sorunların varlığı, yoğunluğu ve önceliği toplumdan topluma değişiklikler arz etmektedir.
İlgili bilimsel literatürde, sosyal sorunların genel olarak tüm toplumlarda ortak olan birtakım özellikleri olduğu vurgulanmaktadır. Buna göre sosyal sorunlar; doğal değil bizzat toplum tarafından inşa edilen, nesnel, evrensel, topluma zarar veren, çok sayıda insanı etkileyen, zaman geçtikçe daha da birikerek büyüyen, çözümü için kolektif seferberlik ve eylem gerektiren ve de çözümü mümkün olan durumlardır. Bunun yanı sıra, sosyal sorunların pek çoğunun rölatif bir doğası da mevcuttur. Örneğin fakirlik sorunu, karşıtı olan zenginlik olgusu ile bir arada var olduğunda anlamlılık kazanmaktadır.
Sosyal sorunların ortak özelliklerine yönelik tartışmalar da ortaya çıkmaktadır. Bu hususta sosyal sorunlar sosyolojisinde en çok tartışılmış olan soru "Bir durumun sorun olduğuna kim karar vermektedir?" olmuştur. Bir başka deyişle, sosyal sorunların öznel ve nesnel algıları arasındaki ilişki sorgulanmıştır. Burada temel sorun, bir durumun topluma zarar veren ve istenmeyen bir sorun olup olmadığı algısının hangi koşullar dahilinde değişmekte olduğudur. Bu noktada nicelik meselesi, yani olumsuz durumun belli sayıda insan tarafından sorun olarak algılanması öne çıkmaktadır. C. Wright Mills'e (ö. 1962) göre, sosyal çevredeki kişilerin bireysel sorunları ile sosyal yapıyı etkileyen kamusal meseleler aynı şeyler değildir. Bir durumun sosyal sorun olarak kabul edilebilmesi için ikincisinin mevcut olması gereklidir. Niceliğin yanı sıra toplumsallığa da dikkati çeken Mills, sosyal sorunların ortaya çıkışında temel sebep olarak temel toplumsal kurumların işlerliğinin bozulmasını belirtir. Nitekim, söz konusu kurumlardaki işlevsizlik toplumda büyük sayıda bireye yansıyacağı için niceliksel büyüklük de sağlanmış olur.
Bir bireye göre sosyal sorun teşkil eden bir durum bir başka birey tarafından sorun olarak algılanmayabilir. Sosyal sorunların öznellik/nesnellik eksenindeki bu hassas niteliği, toplumdaki bireyler ve gruplar arasındaki deneyimsel, siyasi, sosyokültürel ve ekonomik farklılıklara bağlıdır. Bu noktada sadece deneyim değil, özellikle örgütlü bir iletişim toplumu söz konusu olduğunda toplumsal duyarlılık da önemli bir motivasyon kaynağı olarak karşımıza çıkmaktadır. Siyasi açıdan ortaya konmuş olan bir sosyal sorun, farklı siyasi ve ideolojik yönelimlere sahip gruplar tarafından farklı algılanabilir.
Toplumdaki bireyler ve gruplar arasındaki farklılıkların yanı sıra, bir olguyu sosyal sorun olarak tanımlamada devletin tutumu da çoğu zaman önemli bir rol oynamaktadır. Siyasi rejimin özünü oluşturan ve gerek hükûmet gerekse bürokratik yapılanmanın bağlı olduğu siyasi zihniyetin bir olguyu sosyal sorun olarak tanımlayıp tanımlamadığı, sorunla mücadele hususunda sivil toplumun izleyeceği sosyal politikalar açısından büyük önem taşımaktadır. Bir başka deyişle, devletin bizzat desteklediği bir toplu eylem sürecinde, sosyal soruna yönelik topyekûn mücadele çoğu zaman daha etkin olmakta ve toplum nezdindeki genel kabulü de artmaktadır. Devlet ve sosyal sorunların tanımlaması/tanınması bağlamında ortaya çıkan bir başka mesele de hükûmetler tarafından çoğu zaman mevcut sosyal sorunlar arasında bir öncelik sıralamasına gidilmesi, bir başka deyişle hakim rejimin değerlerine ters düşen sorunlar daha öncelikli olarak ele alınırken diğer sorunların ikincil plana atılmasıdır.
Sosyal sorunların tanımlanmasında sadece belli bir toplumun içindeki farklı grup ve bireylerin değişen yaklaşımları değil, aynı zamanda dünya toplumları arasındaki özellikle kültürel farklılıklar da küresel boyutta önemli bir rol oynamaktadır. Küreselleşen dünyada hızla artan iletişimin doğal bir sonucu olarak diğer toplumlardaki sorunlara yönelik farkındalığın artması, sosyal sorunların nitel ve nicel kapsamını genişletmektedir. Ancak ortaya konulan olgunun sorun olarak algılanması kültürel farklılıklara göre değişebilmektedir. Bu açıdan, belli toplumlara özgü sosyal sorunlar yoktur, aksine tüm toplumlara özgü sosyal sorunlar vardır.
Sosyal sorunların tanımlanması ve bunlarla mücadelede kolektif bir eylem seferberliği geliştirilmesi hususlarında öne çıkan bir başka unsur da toplumsal hareketlerdir. Özellikle küreselleşmeyle beraber gelişen iletişim teknolojileri sayesinde daha kolay örgütlenebilmeleri ve toplumdaki bireyler ve hükûmetler nezdinde farkındalık yaratabilmeleri, hatta hükûmetler üzerinde onları eyleme sevk edici bir baskı grubu işlevi görebilmeleri itibarıyla, sosyal sorunlar üzerine yapılan çalışmalarda toplumsal hareketler sosyolojisine artan biçimde yer verilmektedir.
YAZAR
Melih Çoban