Bireylerin topluma uyum sağlama ve kabul edilmelerine imkan veren düşünüş, davranış ve tutumlarını yapılandıran alışkanlıkları kapsayan bilgi seti. Bu bilgi seti bireyin içinde bulunduğu halet-i ruhiyeden farklı olarak bedeninin aktif bir şekilde deneyimleme ve uygulamayla adet haline getirdiği davranışsal eğilim demektir. Algılanan toplumsal gerçekliğin sosyal koşullar, alışkanlıklar veya rutinler aracılığıyla inşa edildiği varsayımına dayanan habitus kavramına, ilk olarak Aristoteles'in (ö. MÖ 322) eserlerine atıfla kullanılmış modern dönemde Max Weber (ö. 1920), Norbert Elias (ö. 1990) ve Marcel Mauss (ö. 1950) kavramı sosyal bilimlere taşımış, Pierre Bourdieu (ö. 2002) ise fenomenolojik yaklaşımı da dikkate alarak sosyolojinin temel kavramlarından biri haline getirmiştir.
Önceden eğitilerek adet haline gelmiş eylemler, mesela düzenli olarak faziletli davranışlarda bulunmak, Aristoteles felsefesi açısından "habitus" olarak nitelendirilmektedir. Bourdieu sosyal bilimlerin çoğunda kullanılan habitus kavramını "aynı grup veya sınıfa mensup üyelerde bireysel değil ama nesnel olarak ortak olan eylem, anlayış, algı düzenleri ve içselleştirilmiş yapılar" olarak tarif eder. Burada söz edilen içselleştirilmiş yapılar ve algı düzenleri bireylere bir dünya görüşü sunmaktadır. Bir başka ifadeyle, "habitus" kavramı hem kolektif hem de bireysel pratikler için kullanılmaktadır. Bu tarifte üzerinde durulması gereken nokta, dünya görüşü belirlenirken bazı özelliklere diğerlerinden daha fazla değer verilmesidir. Mesela bireyin aldığı eğitim, otorite olduğu bilgi, diploma, kabiliyet veya uzmanlıkları profesyonel hayatlarında kullanıp kullanmamaları önemli olmaksızın belirli tarz bireyler üretmektedir. Dolayısıyla, Karl Marks'tan (ö. 1883) beri gelmekte olan sermaye kavramı Bourdieu tarafından yeniden yorumlanarak sadece mali olarak değil aynı zamanda diğerlerine prestij ve onur empoze eden sembolik bir özgünlük altında sosyal ve kültürel çeşitliliğe kavuşturulmuştur. Eşitsizlik artık sadece bazı maddi imkanlara sahip olup olmamakla değil bireyin içinde doğup büyüdüğü şartlarla da açıklanabilmiştir. Bireyin ait olduğu iş ve özel arkadaş grupları onun sosyal sermayesini oluşturur. Bu kişilerle gündelik hayatın ekonomik, akademik, medya, din veya bilim gibi farklı "alan"larında güç ve iktidar ilişkisi çerçevesinde belirli davranış kodlarına göre eylem ve tutumlar edinilir. Bu davranışlar yapılarak, yaşayarak ve deneyimlenerek elde edilen alışkanlıklardır ve kişinin karakteri ve toplumdaki yerini belirler. Burada habitusun ilk elde edildikten sonra bilinçli bir davranış biçimi olmadığı da iddia edilebilir. Mesela insanlar yürümeyi ilk öğrendikten sonra sürekli "şimdi sağ adımı şimdi de sol adımımı atmam lazım" diyerek yürümezler. Benzer şekilde yüzerken de kollarını ve bacaklarını bilinçli bir şekilde sırayla hareket ettirmezler. Basketbol oynarken de sahada ilerlerken topu yere vurup zıplatmak için bilişsel bir efor sarf etmeyip basitçe "bilirler". Bourdieu bu durumu "oyunun kuralları"na uymak ve oyun esnasında onu hissetmek şeklinde tarif eder. Gruplardaki üyelerin edinmiş oldukları alışkanlıkları sorgulamadan hayatlarına devam etmeleri aynı zamanda sistemi de sürekli olarak yeniden üretmektedir. Bu süreçte bireyler kendi habitus ortamlarında sosyal sermayelerinin de yardımıyla edindikleri giyim tarzları, dili konuşurken kullandıkları aksanları veya entelektüel ilgileri onları diğerlerinden ayıran kültürel sermayelerini oluşturur. Toplumdaki sosyal statü bu şekilde belirlenmiş olduğundan bireyler mali imkanlara kavuşur kavuşmaz ede edebilecekleri bir hedef olmaktan çıkmaktadır. Zira kültürel sermaye her ne kadar sosyal ve ekonomik sermaye ile kendisini tekrar üretse de onu edinmek ve onun bireyde "alışkanlık" haline gelmesi uzun bir süreçtir. Alışkanlıkları anlamanın belki de en iyi yöntemi bireylerin "zevk"lerini incelemek olabilir zira tercihler somut bir şekilde gözlemlenebilir. Bourdieu'nün estetik zevkler ile onların elde edildiği (habitus) ortamı bize sınıf tasniflerinde ne kadar etkili olabileceğini söylemesine rağmen, sınıf kavramını nasıl tarif ettiğini ve habitusun bu sınıfları ne dereceye kadar belirlediğini bilmediğimiz için habitus ile ilgili teorik tartışmalarda hala zayıf yönlerin olduğu söylenebilir.
Alışkanlıkların edinildiği habitus ortamı akışkan olduğu için toplumsal ve sosyal şartlar ile değişebilmektedir. Fakat alışkanlık bireyin davranış ve tutumları olduğu için de onun kabiliyet, yetenek, istek ve beklentilerine uygun olacağı için aynı ortamda büyüyen iki kişi aynı alışkanlıkları edinmeyebilir. Zaten yaş veya toplumda elde edinilen yer ve statü ile alışkanlıklar da kendiliğinden değişebilmektedir. Sosyolojik olarak toplumları daha iyi anlayabilmek için bireylerin alışkanlıklarını nasıl elde ettikleri önemli olduğu kadar bu süreci yönlendiren ortamın da (belki habitus) incelenmesi önemlidir.
YAZAR
Ali Murat Yel