İslam hukuk terimi olarak kendisiyle barış antlaşması yapılmış ülke anlamındadır. Sözlük anlamı "barış ülkesi"dir.
İslam hukukunda hakim anlayışa göre devletler arası ilişkilerde normal olan durum barış halidir. Zaruret icabı geçici olarak başvurulan savaşın hedefi, düşmanın güç ve üstünlüğünü kırarak saldırısını önlemek, Müslümanların güven içinde din ve dünya işlerini yürütme imkanına kavuşmalarını sağlamaktır. Bu sebeple savaştan önce veya savaş sırasında antlaşmalarla bu sonuca ulaşmak mümkün olduğunda savaştan kaçınılır.
Müslüman hukukçular, İslam ülkesiyle (daru'l-İslam) düşmanca münasebetler içinde bulunan devletlerle barış ilişkilerini düzenleyen antlaşmaları iki kategoride değerlendirmişlerdir:
1. Geçici Antlaşmalar. Savaş halindeki bir ülkeyle yapılan bu antlaşma ile daru's-sulh haline gelen ülke halkının (ehl-i sulh) can ve mallarına tecavüz haram olup antlaşma süresince kendileriyle savaşılmaz.
2. Sürekli (Süresiz) Antlaşmalar. Savaştan önce veya savaş sırasında İslam devletiyle barış içinde yaşayacağına dair bir teminat ve İslam hakimiyetine boyun eğdiği hususunda bir işaret olmak üzere cizye vermesi karşılığında gayrimüslim bir ülke ile yapılan antlaşmalar bu kısma girer. Kendileriyle antlaşma yapılan ülke halkına ehl-i zimme (ehl-i ahd) denir. Bu statüdeki ülke İslam devletinin hakimiyetinde olmakla birlikte yönetim ve iç işlerinde serbesttir; bu ülkeyi dışa karşı savunmak İslam devletinin görevidir. Hanefi hukukçuları, kendileriyle sürekli bir antlaşma (zimmet akdi) yapılan ülkelere "daru'z-zimme" adını verirler. Müslümanlar tarafından fethedilmeden önce halkı ile cizye karşılığında barış yapılan bu ülke, İslam devletinin hakimiyeti altında bulunduğundan daru'l-İslam sayılır.
Bazı Şafii ve Hanbeli hukukçular barış antlaşması yoluyla elde edilen toprakları iki kısma ayırmışlardır. a) Yapılan antlaşma ile mülkiyeti Müslümanların ortak malı sayılan ve bir haraç karşılığında gayrımüslim ahalisine bırakılan topraklar daru'l-islama ait vakıf arazi haline gelir. Bu araziden alınan haraç ücret hükmündedir; Müslüman olmaları veya arazinin bir Müslümana geçmesi halinde düşmez. b) Yapılan antlaşma ile mülkiyeti kendilerinde kalmak üzere bir haraç karşılığında gayrımüslim ahalisine terk edilen topraklar. Bu araziden alınan haraç cizye hükmünde olup Müslüman olmaları veya arazinin bir Müslümana geçmesi halinde düşer. Bu topraklar bir önceki durumun aksine daru'l-islam değil "daru'l-ahd"dir. Antlaşmaya uydukları sürece orada kalırlar. Bu son kısmın daru'l-İslam sayılmaması arazi hukuku yönündendir; ülkenin mülkiyeti Müslümanlara ait olmadığından daru'l-İslam sayılmamıştır. Ancak halkından cizye alınan bu ülke Hanefi hukukçuların "daru'z-zimme" dedikleri kategoride olup İslam devletinin kontrol ve hakimiyeti altında bulunduğundan daru'l-islam sayılır.
YAZAR
Ahmet Özel