Özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında büyük artış gösteren dünya nüfusunun başta beslenme, barınma, enerji, su ve benzer nitelikteki temel ihtiyaçları olmak üzere artan ihtiyaçlarının doğurduğu talepler ve bu ihtiyaçların karşılanması için yapılan tarım ve sanayi üretimi, ormancılık, balıkçılık faaliyetleri, enerji elde etme, ulaşım, madencilik, inşaat ve altyapı çalışmaları ile bu faaliyetlere bağlı olarak arazi kullanımında meydana gelen değişimlerin doğal çevreyi olumsuz yönde etkilemesiyle ortaya çıkan sorunlardır. Üretim ve tüketimin miktarı ve boyutları büyüdükçe, çevre sorunları daha da artmış ve giderek karmaşık hale gelmiştir.
İnsanlar, son on bin yıl dışında, varoluşlarının tamamında yiyecek toplayarak ve hayvan avlayarak yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Günümüzden yaklaşık on bin yıl önce yerleşik düzene geçerek tarım yapmaya başlayan insan nüfusu, daha düzenli, örgütlü bir yaşam ve evcilleştirdiği hayvanlar ile ürettiği tarımsal ürünler sayesinde artmış ve ilk yaşam alanlarından dünyanın çeşitli bölgelerine dağılmış ve yayılmıştır. Artan nüfus ve yeni yaşam alanlarının keşfiyle, doğal çevrenin değişimi ve dönüşümü de başlamıştır. Bu değişim ve dönüşümün doğa üzerinde asıl etkili olmaya başladığı dönem, 18. yüzyıl ortalarında, Avrupa'da başlayan sanayi devrimi ve buna bağlı olarak şehirleşmenin gelişmesidir.
Bütün insanlık tarihi boyunca ilk defa 19. yüzyıl başında bir milyara ulaşan dünya nüfusu, 1930 yılında iki milyara, 1960'ta üç milyara ve sonrasında 12-15 yıl aralıklarla birer milyar artarak günümüzde 7,8 milyara ulaşmıştır. Günümüzdeki başlıca çevre sorunları hava, su, toprak kirliliği, radyoaktif kirlilik, habitat ve türlerin kaybı, doğal kaynakların aşırı derecede tüketilmesi, istilacı türlerin yayılımı ve iklim değişikliğidir. Bu sorunlardan bir kısmı başlangıçta sanayileşmiş ülkelerde, yerel, bölgesel ve ülkesel düzeyde görülürken günümüzde küresel düzeyde yaygınlık göstermekte ve etkili olmaktadır. Dolayısıyla günümüz çevre sorunları artık birbiriyle bağlantılı ve birbirini etkileyen küresel sorunlar halindedir.
İnsanlar temelde ve önemli ölçüde geri döndürülemez bir şekilde dünyadaki yaşam çeşitliliğini değiştirmekte ve bu değişikliklerin çoğu biyoçeşitlilik kaybına neden olmaktadır. 1950 yılında dünya genelinde, denizlerde avlanan ve çok az miktarda su ürünleri yetiştiriciliği ile 20 milyon tonluk su ürünleri üretimi yapılırken, bu rakam 2016 yılında 170 milyon tona ulaşmıştır. Bu durum deniz ve okyanuslardaki balıkçılığın sürdürülemez bir şekilde yapıldığını göstermektedir. Sürdürülebilir olmayan balıkçılık ise bir yandan biyoçeşitliliğe zarar verirken diğer yandan balık stoklarının azalmasına neden olmaktadır.
16. yüzyıldan beri soyu tükenmiş bitki, amfibi, sürüngen, kuş ve memeli türlerinin %75'i doğal kaynakların aşırı sömürülmesi veya tarımsal faaliyet veya her ikisinden de zarar görmüştür. Dünya mercan resiflerinin yaklaşık %20'si 20'nci yüzyılın son birkaç on yılında kaybedilmiştir. Bu süre zarfında mangrov (su basar orman) alanının yaklaşık %35'i kaybolmuştur. Gezegendeki türlerin sayısı ve genetik çeşitlilik, özellikle ekili türler arasında küresel olarak azalmıştır.
Dünyadaki toplam suyun %97,5'i deniz ve okyanuslardaki tuzlu su, %2,5'i ise tatlı su olup bunun da â°5'i kullanılabilir niteliktedir. Buzullar ve yer altı sularının dışındaki â°5 oranındaki kullanılabilir tatlı suyun dünya genelinde %70'i tarım, %20'si sanayi ve %10'u evsel kullanım içindir. Barajların arkasında tutulan su miktarı 1960'tan bu yana dört katına çıkmıştır ve rezervuarlarda üç ila altı kat daha fazla su tutulmaktadır. Nehirlerden ve göllerden su çekilmesi 1960'tan bu yana iki katına çıkmıştır. Artan nüfusla birlikte suya olan talebin yükselmesi ve su kirliliği çoğu ülkede su sorununun ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Ormanlar küresel karasal alanın %31'ini kaplamaktadır. Ormansızlaşma ve orman bozulması, endişe verici oranlarda gerçekleşmeye devam etmektedir, bu da devam eden biyolojik çeşitlilik kaybını hızlandırmaktadır. 1990 yılından bu yana, son otuz yıl boyunca ormansızlaşma oranı azalmasına rağmen 420 milyon hektarlık ormanın diğer arazi kullanımlarına dönüştürülmesiyle kaybedildiği tahmin edilmektedir. Şu anda, 410 milyon civarında insan geçim ve gelir için doğrudan, 1,6 milyar insan ise geçim kaynaklarının bir kısmı için ormandaki kaynaklara bağımlıdır. Arazi kullanımındaki değişiklikler, değerli habitatların kaybına, arazi bozulmasına, toprak erozyonuna, temiz suda azalmaya ve atmosfere karbon salınmasına neden olmaktadır. Tarımsal üretimin artırılması ve orman alanını azaltmadan gıda güvenliğinin artırılması günümüzün en büyük zorluklarından biridir.
Dünyada sanayileşme sürecinin başladığı 1750'lerden bu yana atmosferde başta karbondioksit (CO²) olmak üzere diğer sera gazları önemli bir artış göstermiştir. Sanayileşme öncesi dönemde atmosferde 280 ppm (milyonda 280 parçacık) olan karbondioksit oranı günümüzde 415 ppm'e yükselmiştir. Bunun sonucunda küresel düzeyde karasal sıcaklık son yüzyılda yaklaşık 1 °C artmıştır. Karasal ve denizel sıcaklık artışına bağlı olarak buzullar erimekte, deniz seviyesi yükselmekte, sık ve uzun kuraklıkların yaşandığı bölgelerde suya erişim zorlaşmakta ve tarımsal üretimde verim kaybı yaşanmaktadır. İklim değişikliğinin tetiklediği aşırı hava olayları dünya genelinde afetlere yol açmakta, sürekli olarak can ve mal kayıpları yaşanmaktadır.
Dünya nüfusu, azalan doğurganlık seviyeleri nedeniyle 1950'den bu yana her zamankinden daha yavaş da olsa artmaya devam etmektedir. Her ne kadar artış oranı göreceli olarak yavaşlamış olsa da Birleşmiş Milletler Nüfus Dairesi'nin son projeksiyonlarına göre dünya nüfusunun 2050'de 9,7 milyar ve 2100'de 10,9 milyar olabileceği öngörülmektedir. Bu dönemde gıdaya olan küresel talebin %50 oranında büyüyeceği tahmin edilmektedir. Gelir seviyeleri, şu anda olanların birkaç katı olacaktır ve bu artış beraberinde yeni yaşam tarzları ve tüketim alışkanlıkları getirecektir.
Her birey dünya kaynaklarına belirli bir talep yaratır ve bu talep daha fazla artma eğilimindedir. Nüfusun ve şehirleşmenin bu şekilde artmaya devam etmesi, başta gıda olmak üzere daha fazla su, tarım alanı, konut, kereste, enerji ve diğer ihtiyaçların artması demektir. Artan bu talep, doğal kaynaklar üzerindeki baskıyı daha da artıracak, daha fazla üretim ve daha fazla tüketim bir yandan doğal kaynakların azalmasına yol açarken bir yandan da ortaya çıkan katı, sıvı ve gaz atıklar mevcut çevre sorunlarının ağırlaşması ve bu sorunlara yenilerinin eklenmesi ile sonuçlanacaktır. Bu bakımdan içinde bulunduğumuz yüzyılın ortasına kadar otuz yıl içinde dünya nüfusuna eklenecek iki milyar kişinin çevre üzerinde oluşturacağı etkiyi hayal bile etmek zordur.
Gezegenimizde hızlı ve benzeri görülmemiş bir değişiklik çağında yaşıyoruz. Gerçekten de birçok bilim insanı sürekli artan tüketimimizin ve bunun sonucunda artan enerji, toprak ve su talebinin yeni bir jeolojik döneme, yani Antroposen'e neden olduğunu düşünmektedir. Zira yeryüzünün sadece dörtte birlik kısmının insan faaliyetlerinin etkilerinden önemli ölçüde uzak olduğu tespit edilmiştir. 2050 yılına kadar bu oranın sadece onda bire düşeceği tahmin edilmektedir.
Çevre sorunlarının çözümü, doğal kaynakların usulüne ve tekniğine uygun olarak sürdürülebilir kullanımı ve tüketimi için gerekli olan yönetim esaslarını dikkate alarak sağlığa zarar verebilecek her çeşit tehlikeli atık maddenin çevreye bırakılmasını en aza indirecek çevre koruma yöntemleri ile mümkündür. Çevre sorunları farklı bilim ve uygulama alanlarını ilgilendirdiğinden bu sorunların çözümü için yapılacak çalışmalar da disiplinler arası bir yaklaşımla ele alınmalıdır.
YAZAR
Mehmet Somuncu